islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
33,9894
EURO
37,8372
ALTIN
2.820,49
BIST
9.577,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
25°C
İstanbul
25°C
Hafif Yağmurlu
Salı Hafif Yağmurlu
25°C
Çarşamba Parçalı Bulutlu
24°C
Perşembe Hafif Yağmurlu
25°C
Cuma Yağmurlu
24°C

MÜSLÜMANLARIN SEKÜLERLEŞMESİ/DÜNYEVİLEŞMESİ

MÜSLÜMANLARIN SEKÜLERLEŞMESİ/DÜNYEVİLEŞMESİ
23 Ağustos 2024 09:04
A+
A-

MÜSLÜMANLARIN SEKÜLERLEŞMESİ/DÜNYEVİLEŞMESİ

Önce hemen şunun altını çizelim ki; başlıktaki sekülerleşmeden maksat dünya hayatının gerçeklerini ve imkânlarını yok saymak değil, dinin içerisinde yer almadığı, hesaba katılmadığı veyâ tam anlamıyla ağırlığının olmadığı bir yaşam biçimidir. Yoksa Kur’ân, rûh için maddeyi, sonsuzluk/âhiret için dünyayı feda eden bir anlayışa/bakışa/yaklaşıma kapalıdır. Tevhidde dünyâ ve âhiret hayatının birlikteliği esas olduğu için dünyâ ve âhiret arasında denge ve uyum kaçınılmazdır. Yani hayat bir bütündür; bunun ilk kısmı dünyadır, âhiret ise dünyânın bir uzantısı/tarlası ve dünyada ekilenlerin hasat dönemidir. Kur’ân bu dengenin temel ilkesini şöyle vurgular: “Çünkü öyle insânlar var ki, (sadece), ‘Ey Rabbimiz! Bize bu dünyada ver.’ diye duâ ederler -böyleleri, âhiretin nimetlerinden nasib almayacaklardır. Ama içlerinde öyleleri de var ki: ‘Ey Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ver, ahirette de ve bizi ateşin azabından koru!’ diye duâ ederler: İşte bunlar, kazandıklarına karşılık [mutluluktan] nasip alacak olanlardır. Ve Allah hesabı çok çabuk görendir.[1]

Görülüyor ki; hayatın tümünde kazanmak için dünyâda da âhirette de güzellik istemek gerekmekte, sadece dünyada güzellik isteyenlerin sonsuzluktan nasibinin olmayacağı söylenmektedir. Bu nedenle Kur’ân, insândan sonsuzluk nasibini kaybetmemesi için dünyayı yok saymamasını istemektedir. Bir başka âyette bu gerçeklik şöyle ifâde edilir: “Öyleyse, Allah’ın sana verdiklerinden yararlanarak yalnızca âhiret yurdunda [iyi bir yer tutmanın] yolunu ara; bu arada, pek tabii, bu dünyâdaki nasibini de unutma ve Allah nasıl sana iyilikte bulunduysa, sen de [başkalarına] öyle iyilikte bulun; ve sakın yeryüzünde bozgunculuk, karışıklık çıkarmaya çalışma: çünkü, şüphesiz, Allah bozguncuları sevmez!” dedikleri zaman.[2] Bu perspektiften konuya bakıldığı zaman denilebilir ki, âhiret mihverinde dönen hiçbir iş seküler kalmaz, uhrevileşir. Ahirete endeksli, Kur’ân’ın çizdiği rotayı takip eden, Allah’ın rızası yörüngesinde boy gösteren bütün işler, bir nevi ibadettir. Seküler olma özelliklerini kaybederler ve âhiret hesabına çalışmaya başlarlar.

Aslında “Seküler, sekülerleşme ve sekülarizm”, birbiriyle bağlantılı fakat aynı zamanda birbirinden farklı vurguya sahip kavramlardır ve zaman içerisinde hem Hristiyan teolojisinde ve hem de Yahudi geleneğinde farklı anlamlar yüklenmişlerdir. Modern dönemlerde ise  “sekülerleşme” genellikle, moderniteyle birlikte ortaya çıkan sanayileşme ve şehirleşme gibi sosyo-ekonomik değişimler, kapitalizm ve milliyetçilik gibi akımlar veya bu gelişmelere paralel olarak dinî inanış ve davranışlar ile dinî etki ve kontrol alanlarının azalması şeklinde tarif edilmektedir. Aynı zamanda 18. yüzyıl aydınlanma düşüncesiyle ilişkilendirilen “sekülarizm”, ferdî ahlâkın ve sosyal –aynı zamanda siyasi, ekonomik ve kültürel– yapılanmanın temeli olarak dünyevî alanla sınırlı ilkeleri benimsemek suretiyle her çeşit tabiatüstü kavram ve vasıtaları reddeden, daha dar mânâsıyla din ve devletin ayrılığını öngören bir ideoloji ya da doktrin şeklinde tanımlanmaktadır.

Anlaşılıyor ki; seküler kavramı modern dönem öncesinde, din tarafından oluşturulmuş bir kategori olarak dinî otoritenin, yâni kilisenin doğrudan alanına girmeyen veya henüz girmemiş olan “kutsal olmayan/profan alan”ı veya “kurtarılmayı bekleyen dünya”yı ifâde edecek biçimde dinle bağlantılı bir kavrama karşılık gelirken modern dönemle birlikte Allah fikrinden tamamen soyutlanmış bir dünya tasavvuru karşılığında din karşıtı veya dini reddedici bir mânâ kazanmıştır.

Üzücüdür ki; maddiyatı öne alıp mâneviyattan uzaklaşma, ölüm ve ölüm ötesini önceleyen inancı bir tarafa bırakıp dünyâ hayatına odaklanma ve dünyâyı hedefe koyma şeklinde tanımlanan seküler yaklaşım Müslümanlar arasında da her geçen gün yaygınlık kazanmakta ve İslâmî hassasiyetlerin zayıflamasına neden olmaktadır. Dünyevileşme; sosyal, siyâsî, ekonomik, mânevî ve ahlâkî, kısaca bütün alanlarda emeğin, gücün ve imkânların dünyevî unsurlara yoğunlaştırılması, İslâmî değerlerin göz ardı edilmesi, yani her şeyde önceliğin dünyaya verilmesidir. İnsânın kendisini dünyânın çekiciliğine kaptırması, onun esiri konumuna düşmesi ve İslâm’a kayıtsız kalmasıdır. Aynı zamanda dünyevileşme insânı dini değerlerden koparmakta, arzu ve isteklerinin esiri haline getirmektedir. Böylece dünyâya odaklanan ve saadeti dünyâ hayatında aramaya başlayan insânların akideleri sarsılmakta, inanç ve kültürlerinde ciddi bozulmalar meydana gelmektedir.

Müslümanların zihin dünyâsında bir kırılma olarak beliren dünyevileşme, çok boyutlu alanlarda tezahür etse de temelde üç ana eksende kendisini göstermektedir. Bunlardan ilki makam/mevki tutkusu, ikincisi mal/mülk ve servet tutkusu, üçüncüsü karşı cinsle ilişkilerde sınırları aşma tutkusudur. Bu yozlaşmaya dayalı değişim süreçlerini yaşayan Müslümanlar, dünyevîleşmenin bir sonucu olarak zihin ve gönüllerinin dağınıklığını toparlayamaz olmuşlar ve böylece iyi örnek modellerle dolu bir toplum oluşturamamışlardır. Ne var ki, Müslümanların bu çöküşü/sapması; yokluktan değil; varlıktan, refahtan, israftan, taklitten kaynaklanmış, tüketime yönelik kâr, marka ve moda gibi kavramlar, dinin ticarileştirilmesini de beraberinde getirmiştir. Dünyevileşmenin hızlandırıcısı tahribat ve bu sosyal değişim, sonunda inandığı gibi yaşayan değil, yaşadığı gibi inanan bir Müslüman tipini ortaya çıkarmış, Kur’ân’ın temel kavramları arasında yer alan tevhid, rızık, tekbir, ihlâs, cihad, adalet, özgürlük gibi ilkelerin içleri boşaltılarak aşındırılmıştır. Bu noktada asıl daha büyük tehlike ise bu dünyevileşmeye Müslümanların zaman geçtikçe alışması, bunu doğal ve normal kabul etmeleri ve dahası bundan bir huzursuzluk/pişmanlık duymamalarıdır.

Çözüm, Müslümanların dünyevileşme musibetine karşı uyanık olmaları ve İslâmî sınırları hassasiyetle muhafaza etmeleridir. Ölmeyecekmiş gibi dünyâya dalanların ve şeytanın tuzaklarına düşenlerin –varlık ve zevk içinde yüzseler bile– bu dünyadaki cezaları büyük bir yalnızlık ve güvensizlik, âhirette ise azap olduğu unutulmamalıdır. Dünyevileşme, her insâna bulaşabilecek bir mikrop mesabesindedir. Bu hastalığa karşı korunmanın en etkili yolu ise kalben ve ameli olarak Allah’ın dinine sarılmak, dünyaya ve içindekilerine Allah ve Resulünün belirlemiş olduğu ölçüler doğrultusunda değer vermektir. Kısaca; “İki dünyâyı kazanmak zorunda olan insânların hayatı, insânlara bırakılamayacak kadar değerlidir.

Son söz Yahya Bin Muaz’dan[3]: “Ey İnsânlar! Görüyorum ki; evleriniz Rum Kayseri’nin evlerine, lükse hayranlığınız Kisra’nın tutumuna, servet peşinde koşmanız Karun’un anlayışına, saltanatınız Firavun saltanatına, nefsleriniz Ebu Cehil nefsine, gururunuz Ebrehe’nin gururuna, yaşayışınız sefihlerin yaşayışına benziyor. Allah için söyleyin bana, Ümmet-i Muhammed’den olanlar nerede?

NECMETTİN ŞAHİNLER

MİRATHABER.COM -YOUTUBE- 

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

[1] Bakara/200-202“…fe minen nâsi men yekûlu rabbenâ âtinâ fîd dunyâ ve mâ lehu fîl ahirati min halâk(halâkın). Ve minhum men yekûlu rabbenâ âtinâ fîd dunyâ haseneten ve fîl âhirati haseneten ve kınâ azâben nâr(nâri). Ulâike lehum nasîbun mimmâ kesebû vallâhu serîul hısâb(hısâbi).”

[2] Kasas/77  “Vebtegı fîmâ âtâkellâhud dârel âhırete ve lâ tense nasîbekemined dunyâ ve ahsin kemâ ahsenallâhu ileyke ve lâ tebgıl fesâde fîl ard(ardı), innallâhe lâ yuhıbbul mufsidîn(mufsidîne).

[3]170 (786) yılı civarında Rey’de doğdu. Hayatının çoğunu Nîşâbur’da geçirdi. Bağdat, Şîraz ve Belh gibi ilim ve kültür merkezlerine çeşitli seyahatler gerçekleştirdi. Kendisinden nakledilen sözler iyi bir eğitim aldığına işaret etmektedir. Hocaları ve şeyhleri arasında Ahmed b. Harb ve Fudayl b. İyâz gibi isimler bulunmaktadır.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.