Kemalizmi bu millete din olarak dayatan ve pazarlayan, her seferinde de duvara toslayan zihniyetin geldiği noktaya baktığımızda, bazen kendilerini tebrik edesim geliyor. Neden mi? Çünkü batıl davalarında bu kadar ısrarcı olmaları ve vazgeçmemelerinde ki azim ve karar, keşke bizim mahallenin çocuklarında da tebaruz etseydi diye düşünüyorum…
Jakoben laik sistemi savunan ve Kemalizmi bir din olarak bu millete dayatanların, geçmişe ve özellikle de Osmanlı’ya olan kin ve düşmanlıkları hiç bitmez. Bunlar, Mustafa Kemal’in de bir Osmanlı subayı olduğunu hiç hatırlamak ve bilmek istemezler.
Mesela II. Abdülhamit Han’a Kızıl Sultan, son padişah Vahideddin’e de vatan haini yaftasını yapıştırmayı pek severler. Çünkü, Abdülhamit han’ın 33 yıl iktidarda kalarak Osmanlı Devletinin parçalanmasını geciktirdiğini, Sultan Vahideddinîn de vatanı kurtarmak için Mustafa Kemal’i Samsun’a göndererek kurtuluş mücadelesini başlattığını kabul etseler, dayattıkları Kemalizmin çökeceğine inanırlar.
Belki de gerçekten de öyle…
II.Abdülhamit Han’ın 104. Ölüm yılı münasebetiyle, sosyal medyada lehte ve aleyte birçok paylaşım yapıldı. Keşke, ölüm yıldönümünde Cennet mekan Abdülhamit han için konferanslar, sempozyumlar ve kültürel faaliyetler yapılsaydı da Z kuşağı dediğimiz gençlerimize gerçekleri anlatma imkanı bulabilabilseydik.
Bizim Kemalistlerin, II. Abdülhamit ve Vahideddin hakkında ileri sürdükleri en büyük argüman, bu iki padişahın İngiliz hayranı olduklarını söylemeleridir. O zamanın siyasi ve sosyal konjonktürünü göz ardı ederek yapılan bu değerlendirmeler, işin gerçek zeminde tartışılmasının önünde en büyük engeldir. Aslında bunu yapanlar, günümüz şartlarını da göz önünde bulundurduğumuzda, cehalet denizinin içinde debelendiklerinin farkında mıdırlar acaba?
Tarih içinde gelişen olayların, o dönemin şartları içinde değerlendirilmesi gerkirken, birkaç afili cümle ve retorik bir dil ile Osmanlı’yı kötülemek, sadece ve sadece cehaletin eseri değilse, Osmanlı’yı kötüleyerak nemalanma madrabazlığıdır.
Bu madrabazlara cevap olur mu bilmiyorum ama Mustafa Kemal’in 17 Kasım 1918 tarihinde MİNBER gazetesinde yayınlanan beyanatını buraya alalım. Bakınız dönemin genç subayı Mustafa Kemal, İngilizler hakkında ne diyor?
“Bu harpte İngilizler’le Arıburnu, Anafarta ve Filistin cephelerinde karşı karşıya birçok muharebeler verdim. Ben bu muharebelerde ve genellikle bu saydığım cephelerden başka cephelerde, başka mıntıkalarda, diğer milletlere karşı verdiğim muharebelerde daima vatanın müdafasından ibaret olan asli bir vazifeyi ifa ve bunun için askerlik hizmetini tahattur etmiyorum. Binanaleyh kalbimde nefret ve düşmanlık duyguları yer bulmamıştır. İngilizler’in Osmanlı milletinin hürriyetine ve devletimizin istiklaline riayette gösterdikleri hürmet ve insanlık karşısında yalnız benim değil bütün Osmanlı milletinin İngilizler’den daha iyilik sever bir dost olamayacağı kanaatiyle duygulanmaları pek tabidir”[1]
Bu beyanatın değerlendirmesini siz değerli okuyucularıma bırakıyorum.
***
Tabii konu İngilizler olunca, İBB Başkanı İmamoğlu’nun İngiliz Büyükelçisiyle yediği balık aklıma geliverdi. İnsanların, kar yağışı ve yolların kapanması sebebiyle 18-20 saat yollarda kaldığı saatlerde Sayın İmamoğlu’nun İngiliz Büyükelçisi ile yaptığı görüşmenin, hala içeriğini bilmiyoruz. Halbu ki yapılan bu görüşmenin detayını İngiliz hükümeti biliyor. Zira Büyükelçilerin yaptığı görüşmeleri devletine bildirmek gibi bir görevleri var.
Sahi, İmamoğlu İngiliz Büyükelçisi ile ne görüştü?
Selam, saygı ve muhabbetlerimle….
NOT DEFTERİ: Vahidettin kandırıldığından söz eder, istanbul’u birkaç aylığına terketmeye ikna edildiğini söyler; Mustafa Kemal’in zamanı gelince “ Padişahla anlaşmıştık. Vahidettin memleketin kurtarılması için ikili oynadı” demesinden sonra istanbul’a yeniden dönebileceğine inandırıldığını anlatır. (Şahbaba syf.101)
Şaban DOĞAN
*Mustafa Kemal *İngilizller * İmamoğlu *Vahideddin *II. Abdülhamit
[1] Şahbaba Murat Bardakçı syf:99