İspanyol merkezli giyim markası Zara’nın Almanya’da reklamlarında ekmeği ayakkabı ve sandalet ile kullanması, sosyal medyada gündem oldu. Twitter’da #zarahaddinibil etiketi ile tepkilerini dile getiren kullanıcılar, ekmeğin toplum için kutsal olduğunu hatırlatan paylaşımlar yaptı.
Aşağıdaki yazı bu konuyu açıklayan ve toplumun kutsal kabul ettiği ekmek için güzel bir makale yazı olmuş. Okumanızı tavsiye ederiz..
İnsanlık tarihi kadar derinliklere uzanan ekmek yapımı, bütün milletlerin ortak besin maddesi olarak, her zaman değerini korumuş, öpülüp baş üstüne konmuştur.
Sağlıklı hazırlanan ekmek, beslenmemizde en başta yer alır. Ekmek olmadan doymamız zorlaşır. İnsanlar ekmeğin değerini bilip, nân-ı aziz diyerek kıymet verince, sağlık, ekonomi ve hayat seviyeleri, huzurlu cemiyet derecesine ulaşır. Bize ekmeğin değerini en güzel ve manalı şekilde talim eden Peygamber Efendimiz (asm) “Ey Aişe! Kerim -kıymetli olana ikram- hürmet et! Zira şu ekmek, bir kavme nefret edip kaçmışsa, bir daha dönmemiştir” buyurdular. Yine un ve ekmek meselesini Asr-ı Saadette, Sünnet-i Seniyye ışığında tetkik ettiğimizde, başka bir hadis-i şerifte, hayret edilecek derecede, dikkat çekici bir hayat tablosuyla karşılaşmaktayız. Ümmü Eymen (ra) anlatıyor: “Kendisi unu eleyip, ondan Aleyhissalâtu vesselâm için ekmek yapmıştır. Rasûlullah (asm): ‘Bu nedir?’ diye sormuş, Ümmü Eymen ise ‘Bu bizim diyarda yaptığımız bir yiyecektir. Ben, ondan sizin için bir ekmek yapmak arzu ettim’ deyince, Peygamberimiz de (asm), “Şu eleyip ayırdığın kepeği, una geri kat, sonra yoğur ve ekmek yap” buyurmuşlardır.1 Görüldüğü üzere Sünnet-i Seniyyede, unun elenmesi (kepeğin ayrılması ve has un haline getirilmesi) işlemi kavlen, fiilen ve tavren nehyedilmiştir. Ekmeğin azizliğini güzel bir beyitle dile getiren, Kanunî Sultan Süleyman devri âlim ve şairlerinden, Sürurî’nin ibretli kelâmını anmadan da geçmeyelim:
“Tende kudret nerde olsun ni’met-i cân şükrüne,
Bin dilim olsa yetişmez, bir dilim nân şükrüne.”
Yokluğunda kıtlıklar çekilen, uğrunda ter dökülen ve savaşlar yapılan ekmeğin azizliğine, ahirzamanın ahirlerinde yeni nesiller aldırış etmese bile, ekmek denemeyecek kadar mahiyeti tahrip edilerek hor görülmesiyle, insanlarında maddî manevî bozulma ve hastalıklarla karşı karşıya kalacağı gözlerden kaçırılmaya çalışılmaktadır. Artık bir sanayi ürünü haline getirilen ekmeğin, açlığımızı yalancı bir toklukla giderdiğini, ancak birçok hastalığın ortaya çıkmasına da sebep olduğu unutulmamalıdır. Önem sırasına göre özetleyecek olursak “Tohumun HİBRİT (ebter-genetiği tahrip edilerek, farklı bir tohum elde edilmesi) olması, tahılın yetiştirilmesinde, tarım kimyasallarının kullanımı, un yapımındaki hileler ve kimyevî katkı maddesi eklemeleri, unun rüşeym ve kepeğinden ayrıştırılması (pudra haline getirilen rafine un), ekmek yapımında kullanılan maya ve sayısı 20’yi bulan sun’î katkı maddeler”2 ile daha birçok üretim ve tüketim hatalarının mevcudiyetini görebiliriz. “Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) ‘Sadece beyaz ekmek tüketen Türk’ler, gizli açlık çekiyor, ekmekte sağlık ve kalite sorununun çözülmesi durumunda, çok sayıda hastalık önlenebilir.’ şeklindeki tesbitleri gösteriyor ki; Türkiye’de yaşanan en büyük problemlerden biri ekmekle ilgili durumdur. Sağlıksız ekmek üretimi, açık bir insan hakları ihlâlidir.3
Ekonomik hayat şartlarını zorlayarak değiştirdiği sosyal denge, hanımları ev dışında çok yorduğundan, beslenme ihtiyacı, çoğunlukla geçiştirme sisteminde karşılandığı için, ekmek yapma faaliyeti unutulup, ihtiyaç dışarının sanayi ürünü olarak hazırlanan ekmeğimsi mamullerle karşılanmakta ve bu durumdan da herkesin memnun olduğu görülmektedir. Oysa ki hayatın ileri dönemlerinde, insan vücudunun kimyevî atıklar ve genleriyle oynanmış tahıllar dolayısıyla, sağlığı ile ödeyeceği fatura çok ağır olacaktır. Sefih eski Roma hayatının fırıncıları, zengin aristokratlar için yaptıkları elenmiş beyaz undan ekmekler, Roma halkının, az bilinen yok oluş sebeplerindendir. Kepeksiz beyaz ekmek doyurmadığından, büyük ihtimalle obezite ve şeker hastalığı, doymayan eski Roma zenginlerini çökertmiştir.
Gelişen diyet ve beslenme biliminin, zararlarını izah ettiği, Sünnet-i Seniyye’nin de nehyettiği un eleme işlemi, Tıbb-ı Nebevî’nin günümüze nasıl nurlu pusula olduğu bilindiği halde, bilgilendiren değil, kandırma aracı haline getirilen reklâmlar aracılığıyla insanlar, sağlıklarını koruma yolunda pusulayı şaşırmışlardır. Beyaz ekmek ile ilgili yapılmış bir deneyle, kendi tesbitimiz olan bir vak’ayı konumuza ışık tutacağı kanaatiyle aşağıda belirteceğiz.
“Fransız psikolog Francois Magedie, 1826’da köpekler üzerinde bir deney yapar. Deneyde bir grup köpeği sadece beyaz ekmek ve su ile diğer grubu ise kara değirmenlerde çekilmiş tam undan yapılmış ekmek ve su ile besler. 50 gün sonra, beyaz ekmekle beslenen köpeklerin öldüğünü, ancak tam buğday unu ile beslenen köpeklerin hayatlarını sağlıklı bir şekilde sürdürdüğünü görür. (Mehlika Mısıroğlu, Yeşil, Çevre ve İslâm, s. 140 naklen). Daha sonra sıklıkla başka hayvanlarda da tekrarlanan bu deney, bize beyaz un ve tam un arasındaki farkı ve ekmeğin hayattaki önemini açıkça ortaya koyuyor. Türkiye’de 23 yıl boyunca 136 bin kişi üzerinde inceleme yapan Harvard Üniversitesi, Türkiye’deki kanser vak’alarının önemli bir kısmının BEYAZ EKMEKTEN KAYNAKLANDIĞINI ve beyaz ekmek kaynaklı kanserlerin başında ise, MESANE KANSERİ’nin geldiğini tesbit ediyor.”4 Bu müşahedelerden anlaşılacağı üzere, beyaz (RAFİNE EDİLMİŞ) undan yapılan gıda maddelerinin zamana yayılmış şekilde, başta kanser olmak üzere daha başka hastalıklara da dâvetiye olduğunun hiç unutulmaması gerekir.
Kendim soruşturarak öğrendiğim bir gerçeği de ibretle kaydediyorum. Evimizin yakınında bulunan bir parka gidip, oradaki kuşlara yem vermek istemiştim. (stresi dağıtıp, huzur veriyor). Oradaki bakım görevlisine, kuşlara yem bırakmak istediğimi söyleyince, havuzda yüzen kuğular için yasak olduğunu, biraz uzaktaki yabanî güvercinlere bırakabileceğimi söyledi. Sebebini öğrenmek istediğimde, herkesin ekmek artıkları getirdiğini, bunları yiyen güvercinlerin de, tüylerinin döküldüğü veya kör olduğu görüldüğünden, bu tedbiri alıyoruz, dediğinde hayretler içinde kalmıştım. Çocuklar ve gençlerde gittikçe artan göz hastalıkları (gözlük ihtiyacı) ve alerjik cilt hastalıkları size anlamlı gelmiyor mu?
KAYNAK: YENİ ASYA / FEYZULLAH ERGÜN