Yanılmıyorsam 1974 yılıydı. Diyanet İşleri Başkanlığının Türkiye Merkez Cami İmam-Hatipleri için Bolu Eğitim Merkezi’nde düzenlemiş olduğu hizmet içi eğitim kursuna katılmıştım.
Takriben 20 gün süren bu kursta yaş ortalamaları kırkın üstünde olan İmam-Hatiplilerimizle tanışıp kaynaştım. Bu muhterem şahsiyetler içinde unutulmaz hatıralarla bağlandığım zevatı hala hayırla anıyorum.
Naylon imamı bu kursta tanıdım. Daha önce dostluklar tesis ettiği belirli arkadaşlar gurubu ile olmayı tercih ettiği için olacak; aramızda tanışmanın ötesinde çok yakın bir dostluk oluşmadı. Ancak naylon imam cazib fiziği, şık giysileri ve özellikle kolalı gömleği ve modayı izleyen kravatı ile diğer kursiyerler için olduğu kadar benim için de ilginç ve de ma’ruf bir sîmaydı.
Naylon imam Samsun’da Mülhak Vakıf bir camide imam-hatip idi. Aynı zamanda ünlü bir cenaze imamı ve meşhur bir mevlithandı. Dinlediklerim ve müşahedelerime göre de cami içi Müslümanlarından çok cami dışı Müslümanlarının ilgisine mazhardı. Naylon imamlığı da -Allah bilir- özetlenen husûsiyetlerinden geliyordu.
Hafızamı zorlamama rağmen adı ve soyadını tam olarak iyice hatırlayamadığım (Halil olabilir) naylon imamın Ankara üzerinde meydana gelen bir uçak kazasında ebedî aleme irtihal ettiğini, çok sonraları dostumuz İsmail Coşar beyden öğrendim. Allah rahmet eylesin.
Bolu günlerinden bir yıl kadar sonra bir dizi konferans için Çankırı, Çorum ve Amasya’ya gittim. Oradan da Samsun’a uzandım. Otele yerleştim. Sabah namazı için naylon imamın vazifeli bulunduğu camiye gitmek üzere karar verip yattım.
Biraz da geç kalkmış olacağım ki camiye vardığımda namaz kılınmış tesbihata başlanmıştı. Naylon imam mihraptaydı. Duadan sonra imamımız Haşr sûresinin son üç ayetini güzel sesi ile okudu.
Sabah namazı cemaatine katılan her mü’min gibi huşu içinde dinlediğim mezkur ayetlerin hitamında Fatiha çekilmesini bekliyordum ki naylon imam Yüce Rabbimizin 99 Esma-i Hüsna’sını Kur’an-ı Kerim kıraat eder gibi okumaya başladı.
Esma-i Hüsna’nın camide cemaate karşı tilavet-i Kur’an üslubuyla cehrî olarak okunduğuna ilk defa şahit oluyordum. Pek çok hislendim. Yüce Peygamberimizin“Allah’ın 99 ismi vardır. Onları (inanarak ve sevabını umarak)okuyan kişi Cennet’e girer.” (*) hadisi ile okuyanını Cennetle müjdelediği Esma-i Hüsna’yı ümit etmediğim bir camide ve hele hele naylon imamdan dinlemek beni hem mesrur etti ve hem de gıpta ile dolu bir hayrete düşürdü.
Namazdan sonra yaptığımız çay sohbetinde memnuniyetimi dile getirdim. Müjdeleyici hadisi hatırlatarak tebriklerimi sundum. Sonra da gıpta ile merakımı birleştirerek sordum:
Benim fazîletini bildiğim halde ezberleyip düzenli bir şekilde okuyamadığım Esma-i Hüsna’yı mukaddes bilinen gecelerimizin sabahlarında mı yoksa haftanın belirli günlerinin sabah namazlarından sonra mı okuyorsunuz?
Naylon imam bu sualimi şöyle cevapladı:
Hocam merhum falanca, bu camide otuz küsür sene kadar imam-hatiplik yaptı. Her sabah namazından sonra aksatmaksızın Esma-i Hüsna’yı okurdu. Onun irtihalinden sonra imam-hatiplik vazifesini devralan ben de 20 yıldan beri her sabah namazından sonra aynı şekilde Esma-i Hüsna’yı okumaya devam ediyorum.
Naylon imamdan aldığım bu cevap benim için çok daha şaşırtıcı ve etkileyici oldu.
Naylonluk ve benzeri vasıflarla tavsif edildikleri için önemsemeyerek geçiştirdiğimiz insanların ne güzel özellikleri, ilahî rahmete güzergah olacak ne mübarek amelleri vardı.
Elli yıldanberi her sabahEsma-i Hüsna’nın okunduğu tarihî camide o sabahki tahassüslerimi gönül müzeme yerleştirerek Samsun’dan ayrılıp İstanbul’a döndüm.
Ne var ki gönül müzemde bir hatıra olarak mekânlaştırdığım duygular hatıra olarak kalmak istemiyor, fiilî bir tebliğin kalıcı netîcesi olarak hayatıma girmek istiyordu. Nitekim girdi de.
Naylon imamın hocasının izinde sürdürdüğü yirmi yıllık tatbikatı benim için hayra yöneltici tam bir fiilî tebliğ olmuştu.
Oturdum, Esma-i Hüsna’yı ezberledim. Ama ihlaslı ama ihlassız, o gün bugündür okur giderim.
Esma-i Hüsna’yı okudukça naylon imamı hatırlar ve tebliğin fiilî olması gerektiğini daha bir derinden kavrarım.
O, bana sözle bir tebliğ yapmadı. Kıraatının ve açıklamalarının benim hayatımda müessir olabilecek fiilî bir tebliğ olabileceğini tasavvur bile edemezdi. Ama o yirmi yıllık tatbikat yok mu? İşte sır oradaydı…
Evet, Hakkı tebliğ ve batıllardan sakındırma yalnızca yazarak ve konuşarak değil, yaşanarak yapılırsa tesirli olur, sonuçları görülür.
Bizim bir iki gün hazırlanarak yazdığımız yazılar, iki-üç gün çalışarak hazırladığımız hutbeler, vaazlar, sohbetler ve seminerler hiç mi tesir etmiyor? Elbette ediyor. Ama bizim hayatımızda müessir olduğu kadar, belirli bir süre. O da çoğu kez kültürel bir etkinlik olarak.
Alim ve ârif büyüklerimizin hayatımızı yönlendiren eserleri ve sohbetlerinin daha ilmî ve edebî oldukları için değil, amel ve ihlasla yoğrularak söz ve hal bütünlüğü içerisinde bize sunuldukları için müessir olduklarından şüphe edilebilir mi?
Hudeybiye antlaşması ile Mekke’nin Fethi arasında geçen takribî iki yıllık süre içinde Müslümanların sayısının katlanarak artmasını alimlerimiz oluşan sulh ortamında İslam Dini’nin diriltici ve yüceltici güzelliklerinin sahabilerin hayatında doğrudan görülebilmiş olmasına bağlıyorlar.
Ne doğru tespit.
Yaşanılan laik düzende ve İslam karşıtı seküler ortamlarda İslamî güzellikleri yansıtacak fiilî tebliğlere muhtacız. Naylon imamın hayatında bir örneği görülen yılların tatbikatına dayalı fiilî tebliğlere… Evet, onlara muhtacız.
*Feyzül-Kâdîr 2/483.
Kur’an-ı Kerim’de ve Hadis-i şeriflerde sık sık geçen ve bize Rabbimizi tanıtan Esmâ-i Hüsna (güzel isimler) doksan dokuzla sınırlı değildir. Hadisimiz, isimleri sınırlamak için değil, çokluğunu açıklamak için varid olmuştur. Varlıklar üzerinde binbir çeşit tecellileri görülen ve her an görülmekte olan bu mübarek isimleri öğrenmek farziyet ölçüsünde vazifemizdir.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi