Neden doğrularla beraber olmalıyız?

Prof. Dr. Ali Seyyar

Muhterem Okuyucularım;

“Dört şey vardır ki, görünüşleri fazilettir; fakat maneviyatları farizadır.” Bu hikmetli söz, Hz. Osman’a aittir. Hz. Osman, bu sözle samimî Müslümanlara şu dört tavsiyede bulunmaktadır:

  1. Kur’ân-ı Kerim okumak fazilettir; fakat onun emriyle amel farzdır.
  2. Halka ikramda bulunmak fazilettir; fakat akrabayı razı etmek farz üstüne farzdır.
  3. Hastaları ziyaret etmek fazilettir; fakat onların vasiyetlerini kabul etmek farzdır.
  4. Salihlerle ve sıddıklarla oturmak ve konuşmak fazilettir; fakat onların yaşadıkları gibi yaşamak farzdır.

Aslında her bir tespit, ayrı bir sohbet konusudur. Biz bugün sadece dördüncü tespit üzerinde biraz duralım ve şöyle bir soru soralım: Hz. Osman, doğru ve dürüst insanlara beraber olmanın ötesinde onların yolundan gitmek gerektiğini neden önemsiyor ve bunu neye bağlıyor? Hz. Osman, iyi, doğru ve güzel olan, yararlı işler yapan, her türlü bozukluk ve yanlışlıktan arınmış, barışçı, uyumlu ve âdil insanların ahlâkını benimseyip, onlar gibi yaşamamanın önemini Kur’ân-ı Kerim’deki şu âyete dayandırmaktadır:

 “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve sıddıklarla (doğrularla) beraber olun.” (Tevbe: 119).

O halde temiz yürekli doğru insanların vasıflarını iyi bilmek gerekmektedir. Doğru insanlar, gâfil ve sahtekâr olmadıkları için, inançlarında samimî olmalarının bir yansıması olarak her daim güvenilir şahsiyetlerdir. Namaz gibi farz ibadetlerini cemaatle birlikte ifa ettikleri gibi riya olmasın diye hiç ara vermedikleri nafile ibadetlerini de gizlice yaparlar. Kur’ân-ı Kerim, Allah’a sadakatle bağlı olan müminlere hem bazı özel tavsiyelerde bulunmakta, hem de onları genel vasıflarıyla şu şekilde tanıtmaktadır:

“Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, alçak sesle sabah akşam Rabbini zikret, gafillerden olma! Rabbinin katında bulunanlar, O’na kulluk etmek hususunda kibre kapılmazlar, O’nu tesbih ederler ve yalnız O’na secde ederler.” (A’râf: 205-206).

Halbuki doğru yoldan ayrılan gâfil insanların çoğu, fâni olan imtihan dünyasında ticarete, zanaata, zevk ve safaya dalarak, doğru insanlardan uzaklaştıkları gibi Allah’ı da unutur, namazları vaktinde kılmazlar, mala düşkünlükleri sebebiyle zekâtı ya hiç vermezler yahut da eksik verirler. Bunlar imtihan için verilmiş, âdeta imtihan sorusuna benzeyen dünya malına ve menfaatine aldanarak, servet ve nimet imtihanını kaybeden gafillerdir. Allah’ın örnek gösterdiği, övdüğü, yaptıklarının karşılığını fazlasıyla vereceği, ayrıca karşılığı olmayan hesapsız lütuflarda bulunacağı sâdık kulları ise dünya-ahiret dengesini doğru kuranlar, değerliyi değersize değişmeyenlerdir.

“Allah’ın yapılmasına ve içinde isminin anılmasına izin verdiği evlerde, akşam sabah Allah’ı tenzih ederek anarlar. Ticaretin de satımın da kendilerini Allah’ı anmaktan, namazı hakkıyla kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoyamadığı, gözlerin ve gönüllerin dehşetle sarsılacağı bir günden korkan kişiler. Anarlar ki, Allah kendilerini, yaptıklarından daha güzeli ile ödüllendirsin, daha fazlasını da lütfundan versin. Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır.” (Nur: 36-38).

Sâdık kulların en önemli özelliği, gaflete karşı hep tedbirli olmalarıdır. Tedbir ise ancak Allah’ı kalben anmakla mümkündür. Allah’ı kalben zikreden kalp, şeytanî vesveselerden uzak kalır ve bilinçli olarak imanını yaşayabilir. Bu hakikati C. Hak, şu şekilde beyân etmektedir:

“Kim Rahmân’ı zikretmekten gafil olursa, ona yanından ayrılmayan bir şeytanı musallat ederiz.” (Zuhruf: 36).

Şüphesiz ki şeytan, Allah’tan ve Allah’ı anmaktan gafil olan her tedbirsiz insanı, doğru yoldan ayırır. Gafiller de birbirlerini doğru yoldan ayırır. Sonra onlar, gaflet içinde bilinçsiz tavırlarıyla gidişlerinin ve tuttukları yolun en doğru yol olduğunu sanırlar. Sapık ideolojilerin peşinden koşan ve bunların avukatlığına soyunan insanlar, aslında hem gâfil, hem de cahil insanlardır. Ne kendilerine, ne de başkalarına bir faydaları vardır. Halbuki doğru yol, İslâm’ın dünya görüşüdür. Doğrusu Kur’ân ve Sünnet, insanlığa bir nur, doğruyu gösteren bir ışıktır. İslâm’ın ışığından kopup ayrılanlar, manen karanlıktadır ve en nihayetinde hüsrana sürükleneceklerdir.

İslâm’ın işaretiyle doğruyu bulmak, doğrularla beraber olmak, doğruların yolundan gitmek ne kadar güzeldir. Kur’ân ve Sünnetin öğütleriyle amel etmek, yerine göre farz, yerine göre sünnettir. İhmal ettiğimiz zaman sorumlu oluruz. Müslümana düşen vazife, Hz. Allah’a ve onun Habibine hüsn-ü itikat etmek, sırat-ı müstakimde daim olmaktır.

C. Hak, İslâm ışığını kendine rehber edinenleri ve dolayısıyla rızasına erenleri cennetiyle ve cemaliyle şereflendirecektir. Elbette ki Hakk’a ve hakikate davet eden İslâm âlimlerinin ve maneviyat büyüklerinin arzusu da insanların huzura kavuşmasını temin etmektir. İslâm’ın bayraktarlığını ve şahlanışını ilmî ve manevî yönden temsil eden hak erleri, gökten inen yağmur gibidir. Yağmurun tabiatı yeşerttiği gibi onlar da insanların manevî dünyalarını ıslah ve ihya eder. Onlarsız hayatımız, manen ve maddeten tehlikeye girer. Onların bilgilerinden ve tavsiyelerinden yararlanmaz isek, yolumuzu kaybedebilir ve yasaklar bize hakmış gibi görünebilir.

Hak yolcuları sayesinde eğri-doğru öğrenilir, hakikatle amel edilir. O halde Müslümana, Allah’a tam anlamıyla kulluk görevlerini yerine getirebilmeleri için, Kur’ân ve Sünneti rehber edinmiş evliyâullahın ve ulemanın yolundan gitmek düşer. Maneviyat büyüklerimiz, Resûlullah (sav)’ın yolunda nasıl davrandılarsa bizler de öylece yaşamalıyız ve kopmak bilmeyen bir itikatla Kur’ân ve Sünneti çağlara taşımalıyız.

Günümüzde birçok konuda olduğu gibi itikat (iman), ibadet (fıkıh), muamelat (idare) ve ahlâk (tasavvuf) konularında da nakıs yorumlara, yanlış anlamalara ve yersiz itirazlara şahit olmaktayız. Bir ibadetin yapılış şekliyle, zamanıyla veya durumuyla ilgili farklı görüşlerin lüzumsuz tartışması uzayıp gitmektedir. Doğruyu bulmak, ancak Resûl-i Ekrem (sav) efendimizin ilgili hususta neler yaptığını ya da konuyu nasıl tebliğ buyurduğunu bilmekle mümkündür. Makbul amellerle razı olunmuş bir ömür için, onun Sünnetine sarılmak, onun hayatını örnek almak, günümüzde de onun yolundan hakkıyla giden salih ve güvenilir âlimlerle beraber olmak, elbette müminin şiarı olmalıdır. O halde doğru insanları sevelim ve onların yolundan gidelim ki, ahirette (inşallah cennette) onlarla birlikte olalım.

Cenabı Hak; bizleri doğrularla beraber olma lütfuna nail eylesin, onların nurlu yolunda ilerlemeye nasip eylesin, hakikati, doğruyu hakkıyla idraki, gereği gibi amel ve kulluk etmeyi, bunda da daim olmayı nasip eylesin ve bizleri rızasından mahrum bırakmasın.

Recent Posts

  • Gündem

Uluslararası Ceza Mahkemesi, Netanyahu ve Gallant İçin Yakalama Kararı Çıkardı!

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…

7 saat ago
  • Gündem

KUR’ÂN ARAŞTIRICISIYDI BEL’AM MI OLDU!

Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…

8 saat ago
  • Gündem

YALNIZCA VE SADECE MİLLETİMİZİN ASKERLERİNE MUHTACIZ

Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…

11 saat ago
  • Gündem

İBB Meclisi’nde İstanbul’da Suya Her Ay Zam Yapılacak

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…

12 saat ago
  • Gündem

Marmara’da Lodos: Deniz Ulaşımı Olumsuz Etkilendi

İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…

13 saat ago
  • Makale

Evrensel Bir Kişilik Profili: Ebu Leheb ve Karısı (1)

Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…

14 saat ago