islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,5077
EURO
36,4331
ALTIN
2.962,75
BIST
9.144,47
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Az Bulutlu
9°C
Pazar Az Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

NEDEN “GÜVEN BUNALIMI” YAŞIYORUZ?   

NEDEN “GÜVEN BUNALIMI” YAŞIYORUZ?   
6 Temmuz 2024 10:00
A+
A-

Güven, İnsanlar arası ilişkilerde olması gereken  en temel ilkelerden biridir.  Daha açık bir  ifade ile insanlar arasında esas olan, insanların birbirlerine güvenmeleri, ihanet etmemeleri,  verdikleri sözde durmaları ve asla  yalan konuşmamalarıdır. Teoride  doğru olan bu ilkenin, maalesef insanların çıkarları söz konusu olduğunda uygulanmadığı; bu nedenle de güvenin yerini güvensizliğe  bıraktığı, özellikle de Müslümanlar arasında  gittikçe azaldığı görülmektedir.  Nitekim  “Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV)” nın yaptığı  bir araştırmada [1]Türkiye,  düşük düzeyde  güvenenler arasında yer almakta ve birbirlerine güvenenlerin oranı  yüzde 8 olarak   açıklanmaktadır. Bu kategoride  Gana  ve Peru yüzde yedi, Malezya ve Kolombiya yüzde dokuzla 29 ülke arasında en sonlarda  yer alıyor.   Rusya, Hindistan yüzde yirmi alt  oranı ile orta düzeyde;   Yeni  Zelanda yüzde elli iki, Çin yüzde elli beş ve İsveç  ise yüzde altmış üç  oranıyla yüksek düzeyde  güvenenler arasında   bulunuyor.

Neden Müslüman Türk insanı  birbirine  güvenmez, ya da güvenmek istemez?    Hiç şüphesiz bunun bir değil, bir çok  sebebinin olduğu, bilinen bir  husustur. Bilinmesine rağmen  mesele edinilmemesi ve çözüm yollarının aranmaması  ise en temel sorunlarımızdan biridir.   Bu da   hem günümüz,  hem de  geleceğimiz için  düşündürücü bir durumdur.  Hiç şüphesiz her dönemde, birbirine güvenmeyen insanlar  olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Ancak  günümüzdeki kadar güvenin, güvensizliğe dönüştüğü bir ortamın olmadığını,  yarım asır  öncesindeki   hayata bakarak  mukayese  edebiliriz.  O yıllarda özellikle esnaflar için “söz”  namustu ve bir itibar göstergesiydi. Alacak- verecekler  bir deftere  kaydedilir, senet ve çek gibi  uygulamalara ise  fazla  iltifat edilmezdi. Esnaf,  verdiği sözde durur, yalancı duruma düşmemek  için var gücüyle çalışır, çabalar;  ne  eder eder, borcunu gününde  ödemeye çalışırdı. Bir esnaf dayanışması vardı. Karz-ı hasen etkin bir biçimde kullanılırdı. Dolayısıyla Ahî geleneği,  etkisini  henüz  yitirmemişti.  İş ahlakı ve ticarî ahlak, bir itibar  göstergesiydi. Herkes bu ahlaka mümkün mertebe uymaya çalışır, uymayanlar ise kınanırdı.

Ne olduysa oldu, köprünün altından çok sular aktı ve  zamanla bu durum değişti. Şimdi ise  bu ülkenin  yüzde doksan ikisi  birbirine güvenmiyor. Söz konusu raporda dikkat çekici  bir soru da  yer alıyor. O da ankete katılan insanlara “Din günlük hayatınızda önemli bir yer tutar mı?” sorusuna “evet”   diyenlerin oranın yüzde 89 gibi yüksek bir rakam oluşudur.  Bu rakamla Türkiye’nin 29 ülke içinde en dindar yedinci ülke  olduğu  görülüyor. Nasıl oluyor da yüzde 89’u dinin kendi  hayatında önemli bir yer tuttuğunu  söyleyen bir toplumun,  yüzde 92’si  birbirine güvenmiyor, ya da güvenemiyor. Rapordaki değerlendirmeden raportörlerin de bu çelişkiyi açıklamada bir hayli zorlandıkları  da müşahede ediliyor.

Bir Toplumumun  yüzde seksen dokuzu,  bir taraftan kendi hayatlarında dinin önemli bir yer tuttuğunu söylerken, diğer taraftan  yüzde doksan ikisinin birbirlerine güvenmediğini  söylemesi, yaman bir çelişki oluyor.  Bu çelişki nasıl  açıklanabilir?  Ankete katılan insanlar, ya “güven” i dine  dahil etmiyor, ya da “Din günlük hayatınızda önemli bir yer tutar mı?”  sorusuna verilen cevapların  doğruluğunda bir sorun  bulunuyor. Dolayısıyla geçmişte insanlar arasında  var olan güvenin,  neden günümüzde güvensizliğe  dönüştüğü  konusunda  ciddî araştırmalar yapılmadıkça da  bu konuda  kesin bir şey söylemek mümkün  gözükmüyor.

Ancak yüzeysel olarak bakıldığında dahi görünen manzara şudur: Kur’an, “Ey insanlar! yapmayacağınız şeyleri  niçin söylüyorsunuz. Bilin ki, yapmayacağınız şeyleri söylemek, Allah katında büyük günahtır[2] dediği halde, -dindar olsun veya olmasın, fark etmiyor- genelde insanlar, rahatlıkla yapmayacakları/yapamayacakları şeyleri söyleyebilmekte, fakat yapmamaktadırlar. Söz verdiği halde sözünde durmayan, kendisine telefon eden kişiye, “sana döneceğim” dediği halde dönmeyen, kalitesiz malını, kaliteli diye satan, “aldatmayı, kandırmayı” beceriklilik sayan, tartıda hile yapan, ödünç diye  aldıklarını vermeyen, adaletli davranmayan, çıkarı için çeşitli maskeler takan  vs. gibi daha onlarca  sayabileceğimiz olumsuz davranışların yaşandığı  bir toplumda “güven” in varlığından söz edilebilir mi?   Bir asrı aşkın bir süre önce Almanya’ya  giden Mehmet Akif’in yurda döndüğünde, “Dinleri var, işimiz gibi; işleri var dinimiz gibi” deyişi, hala geçerliliğini korumuyor mu?

İslâm’ın ilk ve temel esası olan iman ile güven arasında sıkı bir irtibatın bulunduğu bilinmektedir. İman, sözlükte “güven içinde bulunmak” anlamındaki emn kökünden türemiştir ve “güven duygusu içinde tasdik etmek” demektir. Aynı kökten  türetilen  diğer kavramlar ise  şunlardır: “Güven, güvence, güvenlik” manasına gelen eman;  “Kendisine güvenilen” anlamına gelen emîn; “Güven, güvenme, güvenlik” anlamına gelen emniyet ve  “güvenen ve güven veren” anlamına gelen  mü’min, aynı kökten türetilmiş kelimelerdir.[3]  Nitekim “Onları korkudan güvene kavuşturdu[4] âyetinde bu anlam mevcuttur.   Mü’min,  Kur’an’da hem insan, hem de Allah için kullanılan bir  kavramdır ve    Allah için kullanıldığında   “el-Mü’min” şeklinde geçer[5] ;  “huzur, esenlik ve güven veren, kendisine güven duyulan, emniyet ihsan eden” demektir.  İnsanlar için kullanıldığında ise mü’min,  “Allah’a ve O’nun indirdiklerine inanan”[6]  anlamına  gelmektedir.

Emîn ise “kendisine güvenilen, hıyanet etmeyen, sözünde duran, vefalı” demektir. Nitekim bu Hz. Muhammed’in en önemli  vasfı, “Muhammedü’l-emîn” oluşudur.  Bu nedenledir ki, ona inanmayanlar ve onun peygamberliğini  kabul etmeyenler  dahi ona güvenmişler ve kıymetli  eşyalarını emanet etmişlerdir.  O da kendisine güvenen bu insanların  güvenini boşa çıkartmamış; hicret esnasında kendisine emanet edilen eşyayı, Hz. Ali’ye  teslim ederek, yola koyulmuştur.  Bu sebeple emin bir kişi olabilmek için insanın önce “dürüst” olması gerekiyor. Nitekim  bu gerçeği Allah Teâlâ, “ Emrolunduğun gibi dosdoğru ol”[7] sözü ile ifade ediyor.

Mü’min, iman eden kimse olarak tanımlansa da, o aynı zamanda kendisine güvenilen ve itimat edilen de bir kimsedir. Çünkü güven,  mü’min olmanın, güvensizlik ise  münafıklığın alamet-i fârikası olarak zikredilmektedir.“Mü’minler, kendilerine verilen emanetlere ve  verdikleri sözlere riayet ederler[8]  ayeti, bunu ifade eder ve mü’min  kişiliği  simgeler.  Ayrıca Hz. Peygamber de  sözünde durmayan  ve emanete ihanet eden, bu sebeple de kendisine güvenilmeyen kişiyi, “münafık” olarak isimlendirmiş ve onun vasıflarını ise şöyle  açıklamıştır:

“Dört huy vardır ki bunlar kimde bulunursa o kişi tam münâfık olur. Kimde de bu huylardan biri bulunursa, onu terk edinceye kadar o kişide münâfıklıktan bir sıfat bulunmuş olur: Kendisine bir şey emânet edildiği zaman ona ihanet eder; konuştuğunda yalan söyler; söz verince sözünden döner ve düşmanlıkta haddi aşar, haksızlık yapar.” [9] 

İnansın veya inanmasın insanlar, Hz. Peygamber’e  güvenirken, Müslümanlar   neden birbirlerine güvenmezler? Bu sorunun  cevabını, önce kendimizde  aramak  ve  “ Ben güvenilir biri miyim?” sorusuna doğru cevap vermek zorundayız. Herkes, kendi evinin önümü  temizlerse cadde ; cadde temiz olursa  mahalle; mahalle temiz olursa şehir  temiz olur.   Bu gerçeği  unutmamak gerekiyor.

Prof. Dr. Celal Kırca

MİRATHABER.COM -YOUTUBE- 

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

 

[1] www.tepav.org.tr 

[2]Saff,61/2-3

[3] Cevheri, es-Sıhah, Beyrut 1979, V/2071.

[4] Kureyş, 106/4.

[5] Haşr,59/23

[6] Bakara, 2/286.

[7] Hûd, 11/112.

[8] Mü’minûn,23/8.

[9] Buhârî, İmân, 24.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar
  1. Muhammed Bahaeddin Yüksel dedi ki:

    Hocam yüreğinize sağlık. Yine toplumsal bir hastalığımıza neşter vurmuşsunuz. % 89 gibi yüksek bir rakamla dinin günlük yaşamdaki önemli yerine işaret eden inananların, nasıl olur da % 92’lik gibi son derece yüksek bir oranda birbirine güvenmediklerini söyleyebilir? İşin tuhafı bu güvensizliğin de makalede işaret edildiği gibi haklı gerekçeleri var. Maalesef Müslümanlar, güvenilir olmaktan uzaklaşmış durumdalar. Yeniden özüne, misyonuna dönüş gerekiyor. Allah bizleri müstakim yolunda bir eylesin. Kaleminize sağlık hocam.