”Yine de ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis, rabbimin acıyıp koruması dışında, daima kötülüğü emreder; şüphesiz rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” Yusuf/53
Biz nefsimize zulmetmekte profesyonel bir hal ile devam ederken ömür hızla geçip gidiyor. En güzel surette (ahseni takvim olarak) yaratılan insan, kötüye yöneldiğinde, şahit olduğumuz korkunç manzaralar bizi ciddi bir iç muhasebeye sürüklüyor ve benim sonum yani akıbetim ne olacak diyerek içimizi bir kaygı bürüyor. İnsanı hayvanlardan da aşağı derecelere düşüren bu nefsi ve şeytani tuzaklar hepimizi her an, iz üstü takip ediyor. Ve insan işte orada öz kimliğindeki kargaşaya sevk eden gerçeği arıyor.
Şems suresinde bu gerçek çok veciz ifadeler ile izah ediliyor :
”Yemin olsun, güneşe ve kuşluğuna ….NEFSE ve ona düzen verene; Ona KÖTÜ ve İYİ olma YETENEKLERİNİ yerleştirene ki; NEFSİNİ ARINDIRAN elbette KURTULUŞA ermiştir. Onu KÖTÜLÜKLERE BOĞAN da ZİYAN etmiştir”. Şems 1-10
Gerçek o ki ; iyilik ve kötülük içimizde mücadele-kavga edip duruyor. Yaşlı Kızılderili reisin torunu ile hikâyesi buna çok güzel bir örnektir.
”Yaşlı Kızılderili reisi kulübesinin önünde torunu ile oturmuş, az ötede birbiri ile boğuşan iki köpeği izliyorlardı. Yaşlı reisin sürekli göz önünde tuttuğu köpeklerden biri beyaz, diğeri ise siyahtı.
Çocuk, köpeklerin kulübeyi korumak için var olduğunu düşünmüştü. Oysa bir köpeğin bu iş için yeterli olacağını, öyleyse diğerine neden gerek olduğunu düşündü bir an. Hem neden köpeklerin renklerinin illa siyah ve beyaz olduğu sorusu da kafasına takılıyordu. Merakını gidermek için aklındaki soruları dedesine bir bir sordu.
Yaşlı reis: ”Onlar benim için iki simgedir evlat. Birisi iyiliğin, diğeri ise kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük de içimizde sürekli mücadele edip durur” diye cevapladı torununu.
Çocuk dedesinin bu açıklaması üzerine merakla bir soru daha sordu: “Peki sence hangisi kazanır bu mücadeleyi ?”
Bilge reis derin bir gülümsemeyle baktı torununa. “Hangisi mi evlat ? Ben hangisini daha iyi beslersem, o kazanır” dedi.”
Haydi şimdi o güzel fakat asla yüzleşmekten hoşlanmadığımız soruyu cesurca benliğimize soralım ;
Biz içimizde hangi duyguyu besleyip güçlendiriyoruz ?
İyilik mi ?
Kötülük mü ?
Birebir yaşam alanlarına ortak olarak dev ekranda hayatlarına şahit olduğumuz ve ”Bu kişinin insanlığı fevkalade ve asla değişmez” dediğimiz kimselerin, kötülüğe dair geçirdiği başkalaşım ne kadar hayret vericidir. Her an nefsimiz ve şeytanın vesveseleri iyiliğimizin iç sesine saldırıp durur iken, daima teyakkuz halinde iyiliğin sesini ve cana can katan o salih işleri korumayı bilmeliyiz.
Enaniyet duygularına karşı kendimizi esir etmeden, basiret ve ferasetle yaşamayı ilke edinen erdemli hayatı yaşamaya azmetmeliyiz.
Bazen şeytan ve vesveselerinin ittifak kurduğu saldırılar eşliğinde ruhumuz-nefsimiz yorulur, yıpranır, kalplerimiz basiretle görme yeteneğine dair puslanmaya maruz kalır. Fakat ”la havla ve la kuvvete ille billeh” diyebilmek ve tekrar Rahman’dan yardım ve basiret dilemek ne güzel.
Allah Resûlü’nün ifadesi ile ”Günah, insanın içini tırmalayan ve başkalarının haberdar olmasını istemediği şey” dir. Bu yüzden tövbesi yapılmayan günahlar sürekli olarak kendi kusurunu ört bas etme çabasına kişiyi sevk eder. Bu durum kişiyi saldırgan, samimiyetsiz ve güvensiz yapar.
Bu denli kötülüğe davetkâr bir hayatın içinde ömür devam eder iken masum olduğunu düşünerek vakit kaybetmek ne büyük hüsran…
Üstad Abdürrahim Karakoç bu gerçeği çok güzel bir biçimde ifade eder :
Ruh tuzağa düşer mi ?
Düşer dikkat etmezsen.
Can bedenden taşar mı ?
Taşar dikkat etmezsen.
Gidip uzak yerlerde can düşmanı arama.
Düşman sende yaşar mı ?
Yaşar dikkat etmezsen.
İnsandan istenen Allah ve Resûlü’nün emir ve yasakları hususunda kendini ameli ve fikri düzlemde mükemmel olduğunu hissederek nefsini Kaf dağında görmemesidir.
Daimi süreçte, bilir bilmez tüm hata ve kusurlarının insanın ruhuna, aklına, kalbine bıraktığı kötü, karanlık duygudan kurtulmak için yine yeniden tövbe istiğfar ederek iyiye yönelmesi gerçek kurtuluştur.
Rahmet peygamberi Hz.Muhammed as buyurur ki ;
“Kim istiğfara yapışırsa (bırakmaksızın devam ederse) Allah onun için her zorluktan bir çıkış, her endişeye karşı bir rahatlık verir ve onu ummadığı yerden rızıklandırır.” (Ebu Davud, Vitir,26)
Allah ile bozulan ilişkileri onarmanın yoludur tövbe.
Belki kullar çevresindeki herkesi haklı olduklarına dair emsalsiz direnç ve gayretleri ile kusurlu olmadıklarına inandırabilir !
Ancak her şeyden haberdar olduğuna inandıkları Rablerini nasıl kandıracak ?
Hesap günü O” nun karşısına bu günahlarla nasıl çıkacak ?
İşte tüm bunları düşünüp pişmanlık duymak nasibine ermek ne büyük bir nimet….
Annenden doğmuş olmak kadar temiz ve pak olmanın müjdesi olan tövbenin sırrına ermek ne büyük saadet…
Yüceler yücesi olan Allah, insanın özgür iradesi ile hatasından dönüp kendisinden bağışlanma dilemesinden memnun olmaktadır.
Zaten insanı Allah katında değerli kılan da O’na niyazımızın varlığı, O’ndan yardım ve bağışlanma istememizin tatlılığı değil midir ? (Fatiha Süresi)
Yeter ki, içten ve samimi olsun tövbemiz.
O samimi tövbenin emsalini görmek için sevgili Peygamberimizin ifadelerine bakmak gerekir.
İşte O’nun dilinden ”seyyidü’l-istiğfar” yani tövbe-istiğfarın en güzeli :
”Allah”ım, benim Rabbim sensin, senden başka ilâh yok.
Beni sen yarattın ve ben senin kulunum.
Ben gücüm yettiğince sana verdiğim söz üzereyim ve senin vaadine de güveniyorum.
Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım.
Bana olan nimetini itiraf ediyorum.
Günahlarımı da itiraf ediyorum.
Günahlarımı bağışla, çünkü günahları senden başka bağışlayacak hiç kimse yoktur.” Tirmizî,
UNUTMAYALIM !
“Toprağın altında ALLAH’a tövbe etmek isteyen milyonlarca insan varken, sen seçilmiş ve kendisine hala fırsat verilen insanlardan birisin. Bu fırsatı ölüm kapıyı çalmadan en güzel şekilde vaktinde değerlendir…”
Ve
Ölmek istemeyeceğin yerde bulunma(M.Zahit Kotku)ması gereken sensin.
Selam ve dua ile kalınız.
Hatice Şebnem Diktürk
Allah Resûlü’nün ifadesi ile ”Günah, insanın içini tırmalayan ve başkalarının haberdar olmasını istemediği şey” dir. Bu yüzden tövbesi yapılmayan günahlar sürekli olarak kendi kusurunu ört bas etme çabasına kişiyi sevk eder. Bu durum kişiyi saldırgan, samimiyetsiz ve güvensiz yapar.
”Allah”ım, benim Rabbim sensin, senden başka ilâh yok.
Beni sen yarattın ve ben senin kulunum.
Ben gücüm yettiğince sana verdiğim söz üzereyim ve senin vaadine de güveniyorum.
Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım.
Bana olan nimetini itiraf ediyorum.
Günahlarımı da itiraf ediyorum.
Günahlarımı bağışla, çünkü günahları senden başka bağışlayacak hiç kimse yoktur.” Tirmizî,
Çok sevgili ve kıymetli kardeşim Rabbim razı olsun senden. inşaAllah bu yazıyı okuyan herkese tekrar tövbe vesilesi olursun. Allah sonsuz lütfu ile her yerden rızıklandirsın inşaAllah. Rabbim cümlemize günahlarımızı farkedip tövbe etmeyi ve tövbesi kabul edilenlerden olmayı nasip etsin
Allah razı olsun hocam inşallah içimizi tırmalayan günahlardan tez zamanda tövbe edip kurtuluruz
Kaleminize sağlık hocam .Bu yazınızda da diğer yazılarınızda olduğu gibi bizleri düşünmeye teşvik ediyorsunuz. Allah sizlerden razı olsun 🌸