Fırat Kalkanından Haber Yok!
Her an haber gelip çıkacağım umudu ile ikinci gün de akşam oldu. Bir polis demir parmaklıkların arkasından seslenerek hastaneye götürüleceğimi söyledi. Ekip otosuna binip hastaneye giderken polislere o günlerde Suriye’ye yapılan Fırat Kalkanı Operasyonun ne durumda olduğunu sordum ve cevap karşısında hayıflandım. Polisler, ülkenin terörle mücadele amacına dönük planlanan sınırlarımız dışındaki önemli bir operasyondan haberdar dahi değillerdi.
Sözlerinden hiç haber dinlemedikleri anlaşılıyordu. Hâlbuki bu neslin dedeleri yurtta ve dünyada neler olup bittiğini öğrenmek için 1930’lu yıllardan beri radyo başında ajans dedikleri haberleri beklerlerdi. Onların torunları polislik gibi önemli bir görev ifa ederken bile çevrelerinde neler olup bitiyor merak bile etmiyorlardı. Kendi âlemlerinde yaşıyorlar ve galiba bu 15 Temmuz sürecinde operasyonla yatıp operasyonla kalkıyorlardı.
Doktor Sordu
Hastanede Doktor “Darp var mı?” diye sordu. Ben, yok dedikten sonra muayene dahi etmeden rapor tanzim etmesi üzerine tekrar ekip otosuna binip nezarethane yolunu tuttuk. Sekiz gün boyunca da bu durum aynen böyle devam etti.
Doktor görevini yapmaktan kaçınmıştı. Sormak ve olumlu cevap alarak buna göre rapor tanzim etmek asla doğru olamazdı. Bu hatalı bir rapor verme şekliydi! Zira tutuklu yanında bulunan polis ve jandarmalardan korktuğu veya korkutulduğu için darp yok diyebilir. Görünmeyen yerlerinde işkence izleri olup olmadığına bakmak bu muayenenin bir parçası olmalıdır.
Nitekim daha sonraki aylarda götürüldüğüm Bandırma Devlet Hastanesinde, polis ve jandarmalar isteksiz davransalar dahi onlara ellerimdeki kelepçeyi açtırıp nezaketle dışarı çıkardıktan sonra bana detaylı muayene yapan özgüveni yüksek doktorlar da gördüm.
Hukuk devleti olmak biraz da görev ve yetkilerinin gereğini yerine getirmekte ihmalkâr davranmayan ve iradesini cesurca kullanmaktan çekinmeyen kamu görevlileriyle mümkün.
Hastaneden dönerken nezarethane süreci hakkında polislerden bilgi aldım. Önce KOM’da sorguya alacaklarmış, arkasından dosya soruşturma savcılığına gidecekmiş, savcılık ya serbest bırakacak veya Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edecekmiş. Hâkimlik de ya serbest bırakıyormuş ya da tutuklama kararı veriyormuş. Polis sorgusuna ne zaman alınacağımı sorduğumda ise “Yakında olur.” dediler.
Bir Teröristin Üç Yönden Fotoğrafı
Yine o günlerde Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldüm. Bir terör zanlısı olarak ön, sağ ve sol profillerimden fotoğrafımın çekilmesi oldukça ağırıma gitti. Herkesin bilip tanıdığı ve genel olarak saygı duyduğu bir görevdeyken birden bire terörist muamelesi gören birisi olup çıkmıştım.
Daha önce Emniyet Müdürünün beni kapı dışında karşıladığı bir mekânda, böyle muamele görmek oldukça aşağılayıcıydı. Bana yakın dost görünüp, şehirdeki şebekeyle birlikte bu sonucu hazırlayan İl Emniyet Müdürü ortalıkta görünmüyordu. Görünecek yüzü yoktu ve bunu çok iyi biliyordu. Kendi dışında geçekleşen bir olay olsaydı, oturup kalktığı bir adama geçmiş olsun hocam deme nezaketini gösterirdi. Öyle değil mi?
Yaşamayan Bilemez
Devletiyle ve milletiyle top yekûn hedef alınmış bir ihanet şebekesi ile kasıtlı olarak ilişkilendirilmek ve buna karşı kendini kamuoyuna ifade edememek benim üzerimde çok ağır bir yük… Bu yük taşınabilir değil. Kaburgalarım kırılıp un ufak oluyor adeta. İçin için yanıp kavruluyorum. Yaşamayan bilmez.
İspanyol şair ve besteci Garcia Lorca: ”İçiniz kor gibi yanarken susmak acıların en beteridir.” Tespiti ne kadar da isabetli… Tarifsiz bir acı, izahında kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir azap.
Böyle duygu ve düşünceler insan sağlığı için büyük bir tehdit. Süreç uzadıkça bu acı ve elemin başta kanser olmak üzere pek çok bedensel ve ruhsal hastalığa yol açma potansiyeli var.
İnişli çıkışlı özel hayatı, politik görüşleri ve ağır ruhsal sıkıntıları ile iz bırakmış Meksikalı ünlü ressam Frida Kahlo (Ö:1954) “İnsanın ifade edemediği şeyin gücü patlayıcı, hasar verici, kendi kendini yıkıcı bir güçtür. İfade etmek, kurtulmanın başlangıcıdır.”sözleri ile bu hakikati ne güzel ifade etmiş.
İçimde sayısız volkanlar patlıyor. Buna karşılık bu ahlaksız tertibe sessiz kalma mecburiyeti oldukça kahredici. İçimden, Bu Uşak’ı yağmalayan bir şebekenin operasyonu, bu alçak bir kumpas diye haykırmak, önüme her çıkana anlatmak geliyor. Ancak ne mümkün…
Neden Allah’ım neden? Ya Sabır, Ya Allah, Ya Selam, Ya Allah…
Kuşkucu Biri Olup Çıkmıştım
Emniyet Müdürlüğünde bir polis diğer polise, ev eşyası alacağını tanıdık bir mobilyacı olup olmadığını soruyor, diğer polis de bir mobilyacı ismi vererek beraber gideriz gerekeni yapar diyordu. Polislerin vücut dili bana, FETÖ ile mücadele sürecinde esnafların da işinin bir hayli zor olduğunu düşündürdü. Başıma böyle bir hal gelince kuşkucu biri olup çıkmıştım.
Hesaplarım Tutmadı
Operasyonun amacının kamuoyunda ismimin yıpratılması ve şaibeli hale getirilmesiydi. Daha ne olacaktı ki? Bu yüzden aynı gün serbest kalarak mesaime devam edeceğimi öngörmüştüm. Bugün yarın çıkarım derken nezarethanede tam sekiz gün geçti. Birbirinin aynı sekiz kara gün! Sanki gerçek değil, bir kâbus! Nasıl olur diyor inanamıyorum.
Olayları en başından beri yanlış analiz etmiş olmamım ve öngörülerimin de tutmamış olması beni çok derinden vuruyor, özgüvenimi sarsıyor ve şaşkınlığımı artırıyor. Ancak bunda da bir hayır vardır diyerek umudumu her dakika, her daim yeniden yeşertmem gerektiğinin de farkındayım. Değil mi ki Rabbimiz “Olur ki, hoşunuza gitmeyen bir şeyde sizin için hayır, yine olur ki hoşunuza giden bir şeyde de sizin için şer vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara 216) buyuruyor.
Mesela Rabbim, Sait kulum senin hayatından çaldıkları bu 8 gün karşılığı sana hayırlı ve bereketi 8 güzel yıl fazladan verdim dese, kim ne diyebilir, değil mi? Yeter ki sen Âlemlerin Rabbini vekil olarak kabul et. O ne güzel Mevla, ne güzel yardımcıdır (Enfal 40).
Yaşanması gerekiyor yaşıyorsun. Şebekenin, FETÖ’cü terörist ilan ederek el âleme rezil etme girişimine ve haysiyet cellâtlığına karşı “Kim kalıcı şeref ve itibar arıyorsa, iyi bilsin ki bütün şeref ve itibarın kaynağı Allah’tır.” (Fatır 10) buyuran Malikül Mülk varken ne gam ne keder diyerek teselli buluyorum.
Kaderin Garip Bir Cilvesi
Niye gözaltı süresi sekiz gün sürdü, şimdi daha iyi anlıyorum dostlar. Bu süre terör suçlularında mümkün olduğu kadar uzatılıp zanlının maneviyatının çökertilerek sorguya alınması bir stratejisiymiş. Böylelikle manen çökmüş teröristi konuşturmak ve çelişkili ifadeler vermesi sağlanarak gerçeğe ulaşmak mümkün olurmuş!
Birinci sebep bu gibi gözükse de terörist olmadığım için bu durum benim için geçerli değil. Ama bir kere büyük bir işe cüret etmişlerdi. Bu nedenle FETÖ’cü yapılmalıydım! Bu da ikinci sebebi doğuruyordu. Bir şekilde FETÖ ile ilişkilendirebilir miyiz? Bunun için olağanüstü gayret göstermişler, cep telefonumun ve bilgisayarlarımın bütün silinmiş-silinmemiş kayıtlarını çıkarmışlar. Bir şey bulamamışlar ancak skandallar serisi denilebilecek şekilde suç uydurmak zorunda kalmışlardı. İleride anlatacağım.
Ege Bölgesindeki illerde bilgisayar ve cep telefonu gibi dijital veriler İzmir’e gönderilip orada sıraya giriyor ve en erken altı ayda sonuçlandığı söyleniyordu.
Kaderin garip bir cilvesi olsa gerek ki Uşak Üniversitesi Rektörü olarak Uşak İl Emniyet Müdürü ile protokol imzalamış ve bu kuruma siber suçlarla mücadele için eğitim vermiş ve alt yapı kurmalarına yardımcı olmuştuk. Bu destek sayesinde şahsıma ait bütün dijital hafızayı 8 gün gibi kısa sürede dökmüşlerdi… Böylece hesap verme günüm için ektra hazırlıklar yapılmıştı.
Benden Söylemesi
Rabbimiz Kehf 49’da “Amel defteri ortaya konunca, suçluların, onda yazılı olanlardan korktuklarını görürsün, -Vah bize, eyvah bize! Bu defter nasıl olmuş da küçük büyük bir şey bırakmadan hepsini saymış!- derler.” buyurduğu gibi hesap günü Huzuru İlahide hiçbir şey gizli kalmayacak şekilde her şey ayan beyan ortaya dökülecek. İşte bazen bunun küçük bir misali bu dünya hayatında da mümkün olabiliyor. Şahsen ben bu süreçte Din Günü’nün küçük bir provasını aynel yakin yaşamış oldum. Art niyetli bir şebekenin tezgâhına geldiğim için FETÖ ile ilgili hesap vermenin dışında tüm icraatlarımdan ve yaşama biçimimden de hesap vereceğimin farkındaydım. Çete bir açığımı bulup rezil rüsva etmek istiyordu. Şöyle bir misalle ne demek istediğimi daha iyi izah edeceğimi umuyorum.
Benden önceki rektör zamanında yerleşkedeki cami yaptırma derneğinin başkanı yapılan firari FETÖ mensubu Ö.Y.’nin ev ve işyerlerinde yapılan aramada dijital materyalleri arasında pornografik malzemeler çıkmış olduğu söylendi. Maalesef bu söylenti ile şahsım ilişkilendirilerek “Ev ve iş yerlerinde porno görüntüler çıkan Ö.Y ile yakınlığı bilinen rektör Sait ÇELİK” şeklinde aleyhimde yayınlar yapıldı, basın toplantıları düzenlendi.
Ö. Y. ile aramda yakınlık olmadığı gibi, benim 2011 rektör atanma sürecinde bu adam, dönemin rektörü Adnan ŞİŞMAN ile şehrin müftüsü Fuat ALTINTAŞ’ı da yanına alarak, Çankaya Köşküne gitmişlerdi. Burada Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL’ün Başdanışmanı Bahaettin CEBECİ ile yemek yemişler ve biz Sait ÇELİK’i istemiyoruz, Adnan ŞİŞMAN’ı istiyoruz diye kulis yapmışlardı. Özellikle isimleri açıkça veriyorum ki tanıklıklarına başvurulabilsin.
İşte böyle bir münasebetten bile tam tersi yalan haber çıkarabilen şebeke, Maazallah yanlışlıkla bile olsa bir pornografi sitesine girmiş dahi olsaydım (veya zaman zaman telefonumu ve bilgisayarımı kullanan korumam veya özel kalemim girmiş olsaydı) bunu gözden kaçırmayacaktı.
Hiç kuşkum yok ki Uşak Çetesi, bu adamın masum yavruları, eşi dostu var demeyecek ve beni bütün dünyaya sapık diye ilan edecekti. İleride anlatacağım gibi para ile yazdırdıkları nice asparagas haberleri gördüğüm için söylüyorum: “FETÖ’cü rektörün cep telefonunda ve bilgisayarında pornografik görüntüler ele geçti. Sapık rektör bu görüntüleri şantaj amaçlı kullandığı ileri sürüldü.” benzeri haberleri manşetlere çekerek sükse yapacaklardı. Ne kadar korkunç ve utanç verici olurdu değil mi sevgili okurlar?
Ama geleceği kaçınılmaz olan Hesap Gününde çirkin işler yapanların “O gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar.” (Abese 34-36) gaibi bilgisi dünyada yaşayacağımızdan daha büyük bir utancın ahret gününde yaşanacağını göstermektedir.
Rabbim, o gün göğsümüzü gere gere “Alın, işte kitabımı (amel defterimi) okuyun!” (Hakka 19) diyebilmek için bu dünyada gayret edenlerden eylesin. Yoksa yeniden diriliş olmasaydı da ölümle her şey bitmiş olsaydı dedirtecek derin pişmanlığını yaşamak zorunda kalacağız(Hakka 27).
Önce kendi nefsime sonra kardeşlerime söylüyorum. Benden söylemesi.
Haftaya mahşerin mikro provasını çağrıştıran Polis Sorgusu l başlığı ile devam edeceğim inşallah.