İslâm dini, ihtiyacından fazla bir mala/gelire sahip olan Müslümanları zengin kabul etmekte ve dolayısıyla bu nisap miktarının üzerinde bir mala/gelire sahip olanları zekâta tâbi tutmaktadır. Çağımızda ihtiyacından fazla bir mal/gelir yani hem yoksulluğun, hem de aynı zamanda zenginliğin bir ölçütü olan nisap nasıl tespit edilmeli? Kimler buna göre zengin veya yoksul sayılmalı? Yoksulları nasıl ve günümüzde geçerli olan hangi sosyo-ekonomik ölçütlere göre tespit etmeliyiz? Yoksulluk kriteri için kişi endeksli fakirlik sınırı mı temel alınmalı yoksa açlık sınırı mı? Veya refah seviyesi yüksek olan toplumlarda uygulandığı gibi asgari hayat standardının altında olanlar mı yardıma muhtaç sosyal kesimler olarak kabul edilmeli? Yeni bir zekât modelinin oluşturulabilmesi için bütün bu sorulara cevap bulmak zorundayız. O halde ilk önce geçmişteki nisap uygulamalarına bir göz atalım.
Bir Nisap Ölçütü Olarak Altın ve Gümüş
İslâm’ın yayıldığı ilk dönemlerde altın ve gümüşün nisapları, dinar ve dirhem üzerinden tespit edilmekteydi. Bugün altın ve gümüş, para olarak tedavülden kalkmıştır. Tartılarak, para ile alınıp satılan meta olmaları hasebiyle altın ve gümüş bugün de maddî bir değer teşkil etmeye devam etmektedir. Ancak değerleri, enflasyon, faiz, borsa, sosyo-ekonomik konjonktürel durumlar gibi iktisadî hayatın gidişatını şekillendiren unsurların etkisi altında sürekli olarak değişmektedir. Dolayısıyla günümüzün Müslümanları, zekât mükellefi olup olmadıklarını altın ve gümüş miktarı üzerinden mi yoksa para karşılığındaki değer üzerinden mi tespit edecekleri sorusu ile karşı karşıyadır.
Asr-ı saadete bir dinar, 4.25 gram ağırlığında bir altın para idi. 7 dinar, 10 dirhem gümüşle eşit sayıldığı için, 1 dirhem gümüş de 2,975 gram idi. Bu dönemlerde 561 ile 595 gram (200 dirhem) arasında gümüşe ve(ya) 80 ile 85 gram (20 miskal) arasında altına sahip olanlar, zengin sayılırdı ve zekât vermekle yükümlüydü. Asr-ı saadette 5-20 dirhem gümüşle 1 koyun alınabilmekteydi. Dolayısıyla aradan bir yıl geçtikten sonra tasarruf olarak yani ihtiyaç fazlası olarak elinde 600 grama yakın gümüş para bulunduran bir Müslümanın zengin sayılması makul olarak görülebilir. Çünkü o dönemin Müslümanı, sahip olduğu gümüş serveti ile 30 ile 120 koyun satın alabiliyordu.
Bugün ise bu ağırlıkta olan gümüşle belki 1 veya 2 koyun ancak alınabilir. Yaklaşık olarak 600 gram gümüşe sahip olan bir kişinin günümüzün şartlarına göre zengin olarak görülmesi mümkün değildir. Bugün klâsik dönemde olduğu gibi gümüş miktarı veya değeri üzerinden zenginlik nisabının belirlenmesi durumunda birçok Müslümana haksızlık yapılmış olunur. Çünkü gümüş, altına göre çok değer kaybetmiştir. Ne var ki aynı derecede olmasa da altın için de aynı sorun söz konusudur.
Klâsik Nisap Ölçütü Günümüz Sosyo-Ekonomik Şartlarına Uygun Değildir
Dün bir para birimi olarak gümüş ve altın, nasıl ki alım gücünü yansıtması hasebiyle zenginlik ölçütü olarak nisap için elverişli bir parametre idi ise bugün de her ülkenin kendi resmî parası, kişilerin asgari yıllık geçim indeksi (alım gücü) üzerinden nisap olarak belirlenebilir. Dolayısıyla günümüzde de zenginlerle yoksullar arasında bir sosyal köprü vazifesi görebilecek konumda olan klâsik zekât uygulamalarının ve buna bağlı olarak nisap ölçütlerinin yeniden gözden geçirilmesi gerekecektir.
Bir toplumda zenginlerin ve yardıma muhtaç kişilerin belirlenmesinde İslâmî bir kriter olarak ortaya çıkan nisab (zenginlik veya muhtaçlık ölçütü), bugünün sosyo-ekonomik gelişmelerini de dikkate alarak, objektif, bilimsel, âdil ve hakkaniyet esaslarına uygun olarak yeniden belirlenebilir.
Ziraat sektörünün yaygın olduğu geçmiş asırlarda daha çok aynî ekonomi hâkimdi. Hayvancılık ve ziraî üretim yapan zengin çiftçilerden ve rençperlerden alınan vergi veya zekât (öşür) da haliyle üretilen malın aynı cinsinden olmaktaydı. Misal olarak bir çiftçi, belli bir seviyenin (nisabın) üzerinde elde ettiği mahsulünden zekât (öşür) vermek mecburiyetinde idi. Modern toplumlarda ziraat ile uğraşanların oranları gittikçe azalmaktadır. Diğer taraftan teknolojinin ve hizmet sektörünün hızla geliştiği bilişim toplumlarında klâsik nisap ölçütleri uygulandığında çarpık bir tablo ortaya çıkabilir.
Altın ve gümüş üzerinden bir örnek vermek gerekirse. 2016 yılına göre Türkiye’de yaşayan bir Müslümanın klâsik verilere göre yıllık nisabı, ortalama olarak (80.18 gr x 120 TL) 9.850 TL’dir. Zekât miktarı da buna göre (yüzde % 2,5 üzerinden hesap edersek) ortalama olarak 245 TL’dir. 2016 yılına göre gümüşü esas aldığımızda ise yıllık nisap, ortalama olarak 925 TL ve bunun zekâtı da sadece 23 TL olmaktadır.
Altın ve özellikle gümüş üzerinden belirlenen nisab, reel ekonomik veriler ve geçim şartları açısından bakıldığında asgari hayat standardının çok altında kalmaktadır. Dolayısıyla klâsik yöntemlerle belirlenen nisap, günümüzün şartlarına göre zenginlik ölçütü olarak kabul edilmesi hayli güç görünmektedir. Buna binaen nisabın günümüz sosyo-ekonomik şartlarına uygun bir biçimde nasıl belirleneceği sorusuna cevap bulmak artık kaçınılmaz olmaktadır. Yoksulluk, zaman ve mekâna göre değişebileceğine göre, nisap da bu doğrultuda ülkelerin sosyo-ekonomik durumlarına göre esnek bir şekilde düzenlenmelidir.
Hayrettin Karamanhocamız, günümüzün şartlarına uygun olarak nisabın hadislerde ve fıkıh kitaplarında belli mallar (deve, koyun, sığır, altın, gümüş vb) için verilen miktarları (nisapları) bugünkü geçerli para ile karşılıklarını bulup, bunların ortalamasını baz alarak tespit edilebileceğine yönelik bir çözüm önerisinde bulunmaktadır. Bu farklı yaklaşım dahî, zekât sisteminin fonksiyonel etkinliğini ve âdil dağıtımını sağlamak adına nisab değerinin/ölçütünün esnek bir şekilde günümüz şartlarına uygun yeni yöntemlerle belirlenmesi gerektiğini göstermektedir.
Çağdaş millî zekât kurumu, eksiksiz bir organizasyonla ve devlet desteği/denetimi ile oluşturulmadığı sürece, sosyal adaletten beklenen neticelerin elde edilmesi mümkün değildir. İslâm’ın örnek çağlarında zekât kurumu, kamusal sosyal politikaların vazgeçilmez bir unsuru olarak görülmüş ve buna binaen İslâmî devletler, zekâtı, zenginlerden alıp muhtaç olanlara düzenli bir şekilde dağıtmıştır. Zekât, sosyal devletin bir finans kaynağı ve sosyal politika aracı olarak uygulanmadığı sürece sosyal adaletin tesisi de mümkün olmayacaktır. Zekât, milli geliri yeniden dağıtma gücüne sahip bir enstrümandır. O halde zekât ile ilgili uygulamalar, mutlaka devlet eliyle yürütülmelidir. Madem ortada bir devlet var, madem o devlet de kendini bir sosyal devlet olarak tanımlıyor, bu durumda o devletin, geliri yeniden dağıtan güç olarak zekât kurumunu işlevsel hâle getirmesi gerekir.
Bu açıklamalardan sonra gelecek yazım için, dinamik sosyal hayata uygun esnek nisap ölçütleriyle belirlenmiş devlet eliyle yürütülen yeni bir zekât modelinin ipuçlarını da şimdiden vermiş oldum. İnşallah gelecek yazımı da merakla okursunuz…
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi