Gündem

NOBEL ÖDÜLLÜ ABDÜSSELAM, CUMA HUTBEM VE ALINACAK DERSLER

Kur’ân’ımızın sunumuna göre İslâm Dini bütün peygamberlerin ve tebliğ ettikleri İlahi Kitablar’ın bütünüdür. (A.İmran 3/19) Tarihi süreçte, Peygamberlere iman eden insanların ilim ve sanat alanındaki icadları ve eserleri İslâm Medeniyetinin malıdır.

İslâm Dîni’nin, Rabbimizin son ve evrensel kıldığı elçisi Muhammed’e indirdiği Kur’ân ile başlayan nihai merhalesinde de bu dinin bağlıları pek çok ilim ve sanat adamları yetiştirmişler, ilim dalları oluşturmuşlar, insanlığa ilim/bilim eserleri bırakmışlardır.

İlim Dalları Oluşturduk Bilginler Yetiştirdik

Sekizinci asırda kurulan Endülüs Emevî Devletinden Osmanlı Devletinin duraklama dönemine kadar on asra yaklaşan bir süre İslâm medeniyeti insanlığa öncülük ve eserleriyle rehberlik etmiştir. Gerçekten Matematik, Trigonometri, Cebir, Analitik Geometri, Fizik, Kimya, Astronomi ve Tıp’ta ilmî disiplinler oluşturulmuş, büyük mü büyük keşifler yapılmıştır.

Bu ilim dallarında el-Harizmî, el-Cabirî, el-Birunî, Nasruddin Tusî, İbn-i Haysem, İbn-i Sina, İbn’ür-Rüşd, el Ferganî, el-Battanî, el-Zerkalî, el- Zahravi, Ali Kuşcu ve Uluğ Bey gibi dünya ölçeğinde ilim adamları yetiştirilmiştir. Batı üniversitelerinde asırlarca okutulan ilmî ve teknik eserler yazılmıştır.

İlim Dünyasından Koptuk

Özetlediklerimiz hakikat ama birkaç asırdır ilim dünyasından kopar gibi olduğumuz ve eserler vermediğimiz de daha acı bir hakikat.

İslâm Dünyası olarak kültürel sınırlarımızı koruyamadığımız gibi fiziksel sınırlarımızı korumak, iletişim ve ulaşımımızı sağlamak ve hatta hac ibadetimizi yapabilmek için muhtaç olduğumuz araçlar ve gereçleri de karşıtımız ve bir kısmı da düşmanımız olan seküler/laik ülkelerden dilenmeye/ almaya mecbur kaldık.

Yaşadığımız 2019’ lu yıllarda da durumumuz ana hatlarıyla aynı. Bir de, daha da geri olduğumuz 40 yıl önceki durumumuzu düşünelim. Uzun dönemlerden beri kendimize güvenimizi yitirmiş olup ümitlerimizi yeşertecek atılımları bekleşirken, yabancı basından yerli basına gelen müjdeli bir haber hepimizi mutlu etti.

Profosör Abdüsselam’ın Fizik’te Nobel Ödülü Alması

Pakistan asıllı Profesör Abdüsselam 1979’da Fizik’te ilim dünyasınca ünlü Nobel ödülünü almıştı.[1] Haber dalga dalga İslâm Dünyasına yayıldı. Fizik ödülünü alırken Mülk sûresinin 3. ve 4. âyetlerini  [2] okuyacak kadar Kur’ân’a imanlı ve bağlı olan Abdüsselam ile ilgili diğer bir müspet gelişme de onun Türkiye’ye geleceği haberiydi.

Bu sırada İstanbul Müftülüğü kanalıyla mı yoksa doğrudan Abdüsselam’ın gelişini organize eden İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi kanalıyla mı bilemiyorum, Süleymaniye Camiine bir haber  ulaştı. Fizik alimimiz Abdüsselam 11 Eylül 1981 günü, Cuma namazını camiimizde kılacaktı.

Bu haber, tarafımızdan özel bir Cuma hutbesi hazırlanıp sunulması mânasını içermiyordu. Çünkü bu işler emir-komuta silsilesi içinde yapılacak işlerden değildi. Bunlar dertli ve amaçlı adamların işidir.

Gündemi takib eden ve ihtiyaca göre hutbe hazırlayıp sunmayı ilke edinen Ali Rıza Demircan olarak kolları sıvadım. Daha önce “İlim İslâm’ın Hayatı,  Müminin Sevgilisidir” ve “İlme Mani Olmak, Faydalısını Öğretmemek ve Zararlısını Öğretmek Haramdır” başlık iki hutbe hazırlayıp sunmuştum. Yaklaşık bir sene önce de Mehmet Zait Kotku  hazretlerinin irtihali sebebiyle “İslâm Alimlerinin Yüceliği ve Onlara Olan İhtiyaç” başlıklı bir hutbe hazırlamış ve hayatımın hutbesi olarak sunmuştum.

İslâm ve Müspet İlimler’ Başlıklı Hutbemi Yazmam

Prof. Abdüsselam’ın camimize geleceği haberi yanılmıyorsam 9 Eylül Çarşamba günü gelmişti. Yoğun bir çalışma ile ‘İslâm ve Müsbet İlimler’ başlıklı hutbemi hazırladım. Minbere çıkmadan ilim kahramanı olarak algıladığımız alimimizin geldiğini haber alınca hutbemi heyecanla sunmam için şartlar oluşmuş oldu. Diğer hutbelerim gibi bu hutbem de İslâm Nizamı’nın birinci cildinde yayınlanmıştır.

İslâm’ın müspet ilimlere bakışını özetleyip, tarihimizde yapılan başarılı çalışmalara değindikten sonra hutbemizin orta kısımlarında şu bölüm yer alıyordu:

“Muhterem Mü’minler!

  1. Arapçadan yapılan tercümeler,
  2. Müslüman üniversitelerinde okuyan batılılar,
  3. İspanya, Portekiz ve Sicilya’da, batılıların Müslümanlarla temasları,
  4. Ticarî münasebetler ve
  5. Haçlı seferleri yoluyla, İslâm medeniyetinin Avrupa’ya geçişinden sonradır ki, Avrupa’da Rönesans olmuştur. Rönesans’tan sonra da Avrupa, Müslüman müelliflerin eserlerini değişmez kaynak olarak kullanmakta devam etmiştir.

Avrupa ülkeleri tarih boyunca İslâm ülkelerine karşı haçlı ruhu ile hareket ettikleri için, Avrupalı ilim adamları, bilgi ve ilham aldıkları eserleri açıklamamışlardır. Böylece, Müslümanların asırlar önce yaptıkları pek çok keşif ve icatları kendilerine mal etmişlerdir.

Ne acıdır ki, Milli Eğitimimiz İslâm Dini’ne, İslâm tarihine ve millî tarihimize karşı alâkasız tutumunda berdevam olduğu ve medeniyet tarihi araştırmacıları yetiştiremediği için, bu gerçekleri nesillerimize öğretmemekte, öğretememektedir.

Bunun içindir ki nesillerimiz, bir Toriçelli’yi bir Paskal’ı, bir Newton’u bir Pastör’ü, bir Kant’ı ve Auguste Comte’i tanır. Fakat bir İmam-ı Azam’ı, bir Cabir bin Hayyam’ı, bir İbn-i Haysem’i, bir Ebubekir Razi’yi, hatta bir

Ali Kuşçu ve Uluğ Bey’i, bir Sinan’ı ve Ebussuûd’u bilmez.”

Takdir ve Teşekkür de Görevimizdir

Nasıl çalışacağınızı bilir, kaynaklara da ulaşabilirseniz faydalı bir hutbe hazırlayabilirsiniz ama hutbenizin iyi hazırlanması sunumunun da iyi olacağı anlamına gelmez. Sunumun etkili olabilmesi ruh halinize ve ihlasınıza/ samimiyetinize bağlıdır. Kafa ve gönül birlikteliği kurabildiğinizde hutbeler hem içerik hem de sunum olarak mükemmel olabilir. Umumî beğeniyi kazanabilir. Hatırladığıma göre bu hutbemiz de beni tatmin eden ve halk katında kabul gören hutbelerimden olmuştu.

Prof.Dr. Ahmet Yüksel Özemre ve Teşekkür Asaleti

Beğenenler arasında Fen Fakültesi Dekanımız yani Abdüsselam’ın gelişini organize eden Ahmet Yüksel Özemre Hocamız da vardı.

Hz.Ademin iki oğlu arasında başlayan ve cinayetle sonuçlanan olay bir hased ürünüdür. Allah’ın kulluk denemesi gereği kişiye verdiği nimeti kabul edememek ve zail olmasını dilemek olan hased kişiyi şeriatimizin ve bozulmamış insan fıtratının onay veremeyeceği şerlere de sürükleyebilir. Bunun için olsa gerek, Rabbimiz Felak sûresinde, hasede düştüğünde hasedçinin şerrinden kendisine sığınmamızı emir buyurmaktadır. İnsanoğlunun doğasına kodlanan ama korunabileceği hasedin tezahürlerinden biri de başarıları/güzellikleri takdir edemeyiştir.

Nimetlerin büyük ölçüde ilahi kaderin tevzii ile geldiği irfanına sahip olan insanlar, çalışma ürünü görünseler de nimetleri Mevlamızdan bilir ve nimet sahiplerini tebrik eder, başarıların devamı için dua ederler. Böylesi tebrik ve duaları alamadığımız için olacak Ahmet Yüksel Hocamızın teşekkür yazısı unutamayacağımız anılarımızdan birini oluşturmuştur.

Hutbemizi beğenenlerden birinin de Ahmet Yüksel Özemre hocamız olduğuna değinmiştik. O beğenisini söylemekle yetinmedi, yazıya dökerek de bizi hamdetmemizi gerektirecek şekilde onurlandırdı. Şimdi sizlere kendisinin rahmetle anılmasına vesile olması duasıyla gönderdiği resmi yazıyı sunuyorum:

Fizik Alimimizi Bağrımıza Bastık

Prof. Abdüsselam Türkçe bilmediği için hutbemizi tam olarak anlayamayacağı açık, fakat hutbede geçen ilim dalları ve ilim adamlarının isimlerinden konuyu kavrayacağı da zahirdir. Bizim hutbemizi vecd halinde sunarken duyduğumuz heyecanı hissetmemesi de mümkün değildi. Hutbemizin sonunda, kendisinin aramızda olduğunu beyanla hoş geldiniz derken adını anmamız da onun için bir mutluluk vesilesi olsa gerektir. Başarıya susamış cemaatimizle birlikte Fizikçimizi bağrımıza bastık. Kim çekti bilmiyorum ama kendisiyle kucaklaşırken çekilmiş bir fotoğraf var elimizde.

Prof. Abdüsselam müslüman aydınlar arasında kabul gördü. Kendisinin konuşturulduğu toplantılar düzenlendi.

Prof. Abdüsselam’ın Dikkat Çeken Açıklaması

Üstadımızın benim de katıldığım bu toplantıların birindeki açıklamaları calib-i dikkatti. Öneminden ötürü ve değişik vesilelerle anlattığım için hafızamda yer etmiştir. Bir acı kahve kırk yıl sonra hatırlanır da bir tatlı anı hatırlanmaz mı?

Üstadın anlatımı şöyleydi:

Ödül merasiminden sonra, Norveç televizyonunda kendisinin de katıldığı bir program düzelendi. Bu programa Nobel almış bir yahudi de katıldı. Moderatör pek çok yahûdinin Nobel aldığını,[1] Nobel alan yahudilerin yüzde doksanının da muhacir olan yahudilerden olduğunu dile getirdikten sonra sordu; Bunun bir sebebi var mıdır? Katılımcı Nobel ödüllü yahudi şöyle cevap verdi:

– Bize hahamlarımız ve ana babamız şöylece telkinlerde bulunurdu:

Biz Yahudiler bulunduğumuz ülkelerde hep azınlıktayız. Varlığımızı koruyabilmemiz ve etkili konuma gelebilmemiz için dünya ölçeğinde ilim adamları yetiştirmemiz gerekir. Siz en büyük matematikçi, fizikçi, kimyacı… olmalısınız Buna mecbursunuz.

Biz bu telkinler altında yetiştirildik. Başarılarımızın temelinde bu telkinler vardır.

Alınacak Dersler

Zerreciklerden galaksilere, tek hücrelilerden fillere ve balinalara kadar her bir varlık türü ve tür içindeki canlılar, Yaratılan âyetlerdir. Rabbimiz tarafından insan için yaratılan ve ilme konu olan bu âyetleri Yaratan’a imanla inceleyip faydalanmak ibadettir, hayatı kolaylaştırmaktır ve geliştirmektir. Allah’a inanmasa da Yaratılan âyetler üzerinde çalışanlar bundan faydalanırlar. Güç sahibi olurlar. Seküler/laik dünya çalıştı, ilmi ve ilmin ürünü olan teknolojiyi edinme ve kullanmada öne geçti. İlim ve teknoloji adalet, barış, merhamet yardımlaşma ve ebedî hayata îman gibi gerekli insanlık değerlerini üretemediği için ilim/bilim ve teknoloji sahipleri elinde zulme dönüşüyor, sömürü için çatışmalara, işgale ve savaşa aracı kılınıyor. İki milyara yaklaşan İslâm Ümmeti zulme uğruyor ve de sömürülüyor.

Biz Müslümanlar yaklaşık son üç asırdır Yaratılan âyetler yanısıra İndirilen adalet ve merhamet yüklü Kur’ân ayetlerini de gereğince inceleyip hayatımıza yön veremediğimiz için maddî ve mânevî olarak geri kaldık.

Doğru doğrudur, kaynağının farklı olması onu erdem olmaktan çıkarmaz. Bu sebeple hocalar ve ana babalar olarak bizler de çocuklarımızı şöyle diyerek eğitmeliyiz:

– Sizler İslâm Ümmetinin ve milletimizin çocuklarısınız. İki milyara yakın nüfusumuz var, ama İslâmî ve yerel değerlerle donanımlı sosyal bilimcilerimiz ve dünya ölçeğinde matematikçilerimiz, fizikçilerimiz, kimyacılarımız … ve de Kur’ân alimlerimiz yok. Ümmetimizin/milletimizin hali ve geleceği için hem de Cennetleri kazanabilmemiz için sizlerin dünyanın en ileri ilim ve teknik adamları olmalısınız. Buna mecbursunuz. Çünkü ümmetimiz /milletimiz yetişkin insanlara muhtaçtır.

1926’da doğan ve 70 yaşında iken 1996 da ölen Fizik alimimizi, Rabbimizin Firdevs Cennet’i ile mükâfatlandırmasını dilerim.

[1] Dünya nüfusunun yüzde 0,2’sini teşkil eden Yahudiler bilim Nobellerinin yüzde 20’sini aldılar. Bu başarı üstün zekâlı oldukları için değil şu veya bu sebeple eğitime /bilime önem vermeleri ve sabır göstermeleri sebebiyledir.

(DEVAM EDECEK)

MİRATHABER.COM

Recent Posts

  • Makale

COP 29, G20’DERKEN..

Rio’da uzlaşma için görüş birliği sağlanamadı. Toplantı sonrası Rio’da başarısız bir darbe girişimi oldu. Dünyayı…

2 saat ago
  • Gündem

Uluslararası Ceza Mahkemesi, Netanyahu ve Gallant İçin Yakalama Kararı Çıkardı!

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…

9 saat ago
  • Gündem

KUR’ÂN ARAŞTIRICISIYDI BEL’AM MI OLDU!

Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…

10 saat ago
  • Gündem

YALNIZCA VE SADECE MİLLETİMİZİN ASKERLERİNE MUHTACIZ

Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…

14 saat ago
  • Gündem

İBB Meclisi’nde İstanbul’da Suya Her Ay Zam Yapılacak

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…

14 saat ago
  • Gündem

Marmara’da Lodos: Deniz Ulaşımı Olumsuz Etkilendi

İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…

16 saat ago