Onlar Yıldızlar Gibi Midirler?
Değerli okuyucu, bir önceki yazımızda, kaynaklarda kaydedilen ;“Ashabım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz,” hadisi üzerinde durmuş ve bu hadisin hadis literatüründe “münker”, yani oldukça zayıf olarak nitelendirildiğini, hatta mevzu yani uydurma olduğunu kaydedenler in de olduğunu yazmıştık.
Sahabe kavramıyla, Allah Rasûlü’nün rahleyi tedrisinde yetişen veya hayatında bir veya birkaç defa o mübarek gül yüzü gören şanslı insanların kast edildiğini, onların da bizim gibi birer insan olduğunun unutulmaması gerektiğini vurgulamıştık. Onların da hataları ve sevapları olabileceğini ama hata ve sevaplarında da bizlere ışık tutan mesajlar bulunabileceğine işaret etmiş, bu konuda iki sahabeyi örnek olarak sunmuştuk..
Bu yazımızda da iki sahabenin hayatını daha sizlerle paylaşmak istiyorum..
Sahabe Olan Bir Ebu Yezid Vardı
O, Milâdî 580 yılında Mekke’de doğmuştu ve Hz. Ali’ (K.V.)’den yirmi yaş büyüktü. Câhiliye devrinde de Kureyş kabilesinin hatırı sayılır kişilerindendi ve bir takım anlaşmazlıklarda âkil adam olarak hakemliğine başvurulan dört kişiden biriydi. Düzgün ve mantıklı konuşması, hazır cevaplı oluşuyla da toplumda temayüz etmişti. Bedir Savaşında kerhen/ isteksiz olarak Mekkeli müşrikler safında yer almıştı ve tabii olarak savaşın sonunda Müslümanlara esir düşmüştü. O dehşetli anda Allah Rasûlü (s.a.v) ona: “ Ebu Yezid! (Ey, Yazid’in babası!), Ebû Cehil öldürüldü,” dedi. O da Allah Rasûlüne (s.a.s) şu cevabı vermişti: “ Şayet siz, onları (Kureyş ordusunu) bitkin hale getirdiyseniz sizin için vadi temizlendi demektir, artık sizinle Tihâme’de (Mekke’de, hicaz bölgesinde) mücadele edemezler. Aksi takdirde onların omuzlarına binin…”
O, bedir esirlerinin hürriyetlerine kavuşmaları için ödemek zorunda oldukları parayı ödemek mecburiyetindeydi ama fakirdi, metelik serveti yoktu.. Bu durumda imdadına amcası Abbas yetişti ve 4000 dirhem fidye ödeyerek yeğenini esaretten kurtardı. Bundan sonra o da hür ve mağlup bir savaşçı olarak Mekke’ye döndü.
Ve Yıllar Sonra
Aradan yıllar geçti. O, Hicretin 8. Yılında muhacir olup Medine’nin yolunu tuttu ve Allah Resûlü’nün huzuruna çıkıp kelimeyi şahadet getirerek Müslüman oldu.
Allah Rasûlü ona her sene verilmek kaydıyla 140 vesk (deve yükü) hurma tahsis etti. Zira Hz. Peygamber’in kurduğu Medine site devleti, sosyal bir devletti..
O, korkusuz ve cengâver bir insandı. Rahatsızlığı sebebiyle bütün savaşlara katılamamıştı ama kardeşi Ca‘fer ile Mûte Seferi’nde omuz omuzaydı. Bu savaştan sonra, üzerinde bir takım figürler bulunan değerli bir yüzük buldu ve onu Hz. Peygambere takdim etti. Ama Peygamber, yüzüğü ona hediye etti.
Bir savaş sonrasında ganimetler arasında güzel bir iğne gördü ve o, bu iğneyi aldı hanımına; “bununla elbiselerini dikersin,” diyerek hediye etti. Lakin Allah Resulünün ikazı üzerine bu iğneyi aldığı yere bıraktı. Huneyn Gazvesi’nde de Müslümanlar kısmi bir bozguna uğradığı sırada o, Hz. Peygamber’in yanında muhafız olarak bir kartal gibi beklemişti.
Seni Seviyorum Ebu Yezid!
Allah Rasûlü, bir gün ona: “ Ebû Yezid! Seni iki sebepten dolayı seviyorum,” demiş ve şöyle devam etmişti sözlerine: “ Çünkü sen, bana yakınsın ve biliyorum ki amcam da seni çok severdi.”
O, Allah Rasûlü’nden bir hadis rivayet ederken şöyle demişti: “Rasûlullah’ın: “İnsanlara, bulundukları kültür seviyelerine ve içerisinde bulundukları şartlara göre muamele edin.” buyurduğunu işittim.”
Onun, kayıtlara girmiş ilginç sözleri de vardır. “Kulun imanı, ancak elindekinden daha çok Allah’ın (c.c) nimet ve kudretine güvenmesi halinde gerçek iman olur.”
Üzerinde derin derin düşünülmesi gereken şu iki cümle de onun sözüdür: “ Kardeşim Ali’nin arkasında cemaat olarak kıldığım namazdan aldığım hazzı hiçbir namazda almıyorum. Muaviye’nin sofrasında yediklerimin zevkini de hiçbir sofrada bulamıyorum.”
Kimdi O??
Hz. Ömer devrinde divanın düzenlenmesinde görevlendirilen, ne gariptir ki Hz. Ali ve Hz. Muaviye mücadelesinde Muaviye’nin yanında yer alan bir sahabe idi o. Bir başka deyişle, Hz. Ali’nin öz kardeşi ve Ebu Talip’in de öz oğlu Âkil’di o.
Ve bu sahabe de, Hz. Muâviye döneminde veya Yezîd’in halifeliğinin ilk günlerinde bir beşer olarak, hatasıyla sevabıyla dar-ı bekaya göç eyledi. Allah, ona Rahmetiyle muamele eylesin.
Son Rasûl’e salat ve selam olsun. O’nun alinden ve ashabından da Allah razı olsun.
Bu da Bir Başka Zaafı Olan Sahabeydi
Evet, bazı kaynaklarda onun adı, Nuaymân, bazılarında da Abdullah el Himar olarak geçmektedir. O da Hz. Peygamber (s.a s.)’in sahabelerinden biriydi. Ne yazık ki o, Müslüman olmadan önceki yıllarda alkol bağımlısı olmuştu. Sarhoş olunca da çevresini söz ve davranışlarıyla rahatsız ediyordu. Bunun için sık sık Hz. Paygamber (s.a)’in huzuruna getiriliyordu. Günlerden bir gün bu Abdullah, yine Allah Rasûlü’nün huzuruna getirildi. O anda orada bulunanlardan bir şahıs, ona lânet okudu ve şöyle dedi: “Bu adam da içki yüzünden ne kadar da fazla huzura getiriliyor.”
Bir sahabenin, diğer bir sahabeye bağımlılığından ve günahından dolayı lanet okuması, Hz. Peygamber (s.a) rahatsız etti ve çevresindekileri o anda şöyle uyardı:
“Ona lanet etmeyiniz! Vallahi çok iyi biliyorum ki bu adam, Allah’ı ve Rasûlü’nü kesinlikle sevmektedir.”
Oysa bu uyarıyı yapan Rasûlullah, bizzat kendileri içkiye, içki içene, satıcısına, imal edene, imal etmek isteyene, taşıyana ve kendisi adına taşınana (taşıttıranına) lanet etmişlerdir. (183)
Borcunuzu Ödeyin Ya Rasûlallah!
Evet, işte bu Abdullah da bir sahabeydi. Çevresindekiler ona Hımar (eşek)lakabı takmışlardı. Kendisi, çok şakacı, hoşsohbet bir insandı. Zaman zaman Rasûlullah’ın huzuruna çıkar, onu güldürürdü. Medine’ye yeni gelen herhangi bir meyveyi satın alır ve Resûl-i Ekrem’e hediye ederdi. Bu konuda kaynaklarda şöyle bir olay anlatılır: Bir gün Abdullah (r.a.), veresiye olarak bir tulum yağ, bir tulum da bal satın aldı ve onları götürüp, Rasûlullah (s.a.s.)’a hediye etti. Ödeme günü gelince, alacaklı olan kişi, Abdullah’ın kapısını çaldı, yağ ve balın parasını istedi. Abdullah da, adamı aldı, Rasûlullah’a götürdü: “Ya Rasûlullah, size hediye ettiğim bal ve yağın parasını bu adama ödeyiniz” dedi. Hz. Peygamber (s.a.s.) de bir adama baktı bir de Abdullah’a, güldü ve adamın parasını verdi..
Bu Benim Kölemdir Amma…
Hz. Ebû Bekir, Busrâ’ya bir ticaret seferi düzenlemiş ve Nuaymân (Abdullah) ile Bedir gazisi Süveybıt (Selît) b. Harmele’yi de kafileye almıştı. Süveybıt, bu yolculukta yemek işlerinden sorumluydu. Abdullah, Süveybıt’tan yiyecek bir şeyler istedi, o da Ebû Bekir gelmeden yemek veremeyeceğini söyledi. Ve kafile bir yerde konaklayınca Abdullah, oradan geçen deve tüccarlarıyla karşılaştı. Ve onlara satılık bir kölesi olduğunu ama bu kölesinin kendisini hür zannettiğini, bundan başka herhangi bir kusurunun bulunmadığını söyledi. Ne yazık ki Süveybıt’ı on deve karşılığında sattı.
Süveybıt’ı satın alanlar, onun; “ Yahu ben köle değilim, hür bir vatandaşım, nereye götürüyorsunuz ..” şeklindeki itirazlarına aldırmadan alıp götürdüler onu. Daha sonra durumu öğrenen Hz. Ebû Bekir tâcirlere paralarını iade ederek Süveybıt’ı kurtardı .
Velhasıl
Bu sahabeler ve benzerleri, bizleri şaşırtmasın, çünkü onlar da bizim gibi birer insandı. Hatalarıyla, sevaplarıyla baki âleme göçüp gittiler. Onlar, Yüce Peygamber (s.a.s.)’in rahleyi tedrisinden geçtiler, onun için biz onları saygıyla anıyoruz. Hatalarıyla da bizlere birer örnek olup ders verdiler. Allah Rasûlü, “Lailâhe illallah Muhammed Rasûlullah” dedikleri ve bu ikisine candan bağlı oldukları için sevdi onları ve onlara lanet edilmesini de yasakladı..
Salât ve selâm olsun güller gülü Allah Rasûlü’ne. Selâm olsun onun aline ve bütün ashabına..