Günümüzde bazı kişilerin, özellikle de hedonizmin etkisinde kalan ve bu nedenle de kurallara ve özellikle de dinî kurallara karşı antipati duyan, hatta karşı çıkan gençlerin “Öğüt verme, örnek ol” dedikleri görülüyor. Analiz edildiğinde bu sözün, gerçeğin sadece yarısını ifade ettiği, ancak diğer yarısının ise boşlukta kaldığı anlaşılıyor, zira bu sözün “örnek ol” kısmın doğru, “öğüt verme” kısmının ise yanlış olduğu görülüyor. Çok iyi biliniyor ki öğüt veren kişide örnek olma vasfının bulunması, “olmazsa olmaz” şartlardan biridir ve bu nedenle de “Ele verir talkını, kendi yutar salkımı” sözüne muhatap olan veya olacak olan bir kişinin vereceği her hangi bir öğüdün önemi ve değeri yoktur. Bu nedenle Kur’an’da peygamberlerin, özellikle de Hz. İbrahim ve Hz. Peygamber’in hayat tarzı, Müslümanlara örnek olarak gösterilmiştir. Ancak örnek kişiliğe sahip olan bu peygamberlerin, örnek kişilikleri ile yetinmedikleri; uygun mekan, zaman ve şartlarda, uygun bir dil ile öğüt verdikleri de bilinmekte; dolayısıyla böyle bir vasfa ve kişiliğe sahip olan insanların da benzer şartlarda ve durumlarda öğüt vermeleri icap etmektedir. Zira her insan, çoğu zaman duygularını, acılarını ve sevinçlerini paylaşacak ve kendine yol gösterecek bir dost sesine ve öğüde ihtiyaç duymakta; daha da önemlisi, yaşanılan olumsuzlukların tekrar edilmemesi ve yeniden yaşanmaması için edinilen tecrübelerin ve öğrenilen bilgilerin başkalarına aktarılmasında yarardan da öte bir gereklilik bulunmaktadır. Bu nedenledir ki tarihî süreç içinde başta bütün peygamberler, bilim insanları ve düşünürler, ihtiyaç hasıl olduğunda insanlara öğüt vermişler, ufuk açıcı sözleri ve samimi davranışlarıyla onlara yol göstermişlerdir. Özellikle de söz ve davranış uygunluğuna ve birlikteliğine de azamî ölçüde özen göstermişlerdir. Diğer bir ifade ile “ Oldukları gibi görünmüşler, göründükleri gibi de olmuşlardır.”
Bilindiği gibi öğüt, diğer adıyla nasihat, “Bir kimseye yapması veya yapmaması gereken şeyler için söylenen söz” demektir. Amacı da insanlara kısa ve özlü cümlelerle ve hikayelerle hayat tecrübelerini aktararak, onların doğru bir çizgide gitmelerini sağlamaktır. Eğitimin temel amacı da bu değil midir? Bu nedenle öğüde ihtiyaç duymamak, geçici ve arizî bir durumdur ve süreklilik ifade etmemektedir. Zira insanoğlu, pek çok şeyi yaşadıkça öğrenmekte, tecrübe ve bilgi sahibi olmaktadır. Nitekim bu olguyu Cahit Sıtkı Tarancı, “Otuz Beş Yaş” isimli şiirinde şöyle dile getirir:
“Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.”
Maalesef çoğu insan, belli bir yaşa gelmedikçe bu gerçeğin farkında olmuyor/ olamıyor. Özellikle gençlik ve delikanlılık çağında bu durum, daha da belirgin bir görünüm arz ediyor. Bu nedenle her insan, istese de istemezse de az veya çok başkalarının yaşadıklarından ve bilgilerinden yararlanma ihtiyacı hissediyor. Mesela, hasta bir kişiye doktor tavsiyesi, bunun en bariz örneğini teşkil ediyor. Ne var ki insanoğlu, sadece sağlık ile ilgili tavsiyelere değil, aynı zamanda hayatının her alanı ile ilgili bilgilere, tavsiyelere ve öğütlere de ihtiyaç duyuyor. Bu ihtiyacını da imkânı ölçüsünde çeşitli kaynaklardan elde etmeye çalışıyor.
Bir Müslüman için bu kaynaklardan en önemlisi Kur’an’dır ve Hz. Peygamberin tavsiyeleridir. Bu nedenledir ki Kur’an, kendini hidayet/ yol gösterici[1] ve zikir/ öğüt olarak tanımlamakta; Allah Teâlâ da “Biz bu Kur’an’ı sana sıkıntı versin, mutsuz olasın diye indirmedik. Onu sadece bir öğüt , bir hatırlatma olarak indirdik, fakat bunu anlayacak olanlar Allah’a karşı gelmekten korkan kimselerdir”[2] diyerek herkesin değil, ancak ona ihtiyaç duyan ve yönelen kişilerin öğüt alacağını/alabileceğini ifade etmektedir. Bununla da yetinmeyen Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’e “Öğüt ver, çünkü öğüt, müminlere fayda verir”[3] ve “Onlara yaptıklarının çok kötü bir şey olduğunu anlat”[4] talimatlarını da vererek Hz. Peygamber’i insanlara öğüt veren bir “hâdî” ve “örnek” bir şahsiyet olarak tanıtır.
Bu nedenle her Müslüman, Kur’an’da yer alan bilgileri, ilkeleri ve öğütleri öğrenmek ve yaşamak sorumluluğu ile karşı karşıyadır. Şu ayetlerde bunu açıkça görmek mümkündür:
“Sizden önce bu dünyada neler oldu neler, kimler geldi kimler geçti! Hele yeryüzünde şöyle bir gezip dolaşın, bakın, araştırın; peygamberleri yalanlayanların sonu ne olmuş bir görün! İşte tarihte cereyan eden bütün bu olaylar[5] insanlar için bir uyarı, bir hidâyet rehberi ve bir öğüttür. Fakat bunu anlayacak olanlar, Allah’ın emir ve yasakları konusunda dikkatli, duyarlı, bilinçli kimselerdir”[6]
“Allah’a ortak koşma, yalnızca O’na ibadet et. Ana-babaya iyilik et. Yakına, yoksula ve yolda kalmışa yardım et, hakkını ver. İsraf etme! Büsbütün de saçıp-savurma! (Ne cimri, ne de müsrif ol, İkisinin arasında orta bir yol tut, iktisatlı ol)! Çocuklarını açlık korkusuyla öldürme. Zinaya yaklaşma! Haksız yere kimseyi öldürme. Yetim malını -arttırmak gayesi dışında- yemek için asla yaklaşma. Verdiğin sözü yerine getir. Ölçü ve tartıyı tam yap. Bilmediğiniz şeyin ardına düşme. Yeryüzünde mağrur ve kibirli dolaşma”.[7]
“Biz Lokman’a hikmet verdik ve ona dedik ki ‘Allah’a şükret. Kim verilen nimetlere şükrederse, yalnızca kendileri için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse bilsin ki, Allah Ganî’dir; kimsenin şükrüne muhtaç değildir, Hamîd’ dir; her türlü övgüye ve şükre lâyık yegâne varlıktır’
Bir zamanlar Lokman da oğluna öğüt verirken şöyle demişti: ‘ Yavrucuğum sakın Allah’a ortak koşma. Çünkü şirk gerecekten büyük bir zulümdür.’
Biz insanoğlun, ana-babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu nice zorluk ve sıkıntılara katlanarak karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi ise iki yıl sürmüştür. O halde ey insanoğlu! Bana ve ana-babana şükret. Bil ki sonunda hesap vermek üzere huzuruma geleceksin.
Şayet ana-baban, tanrı olduğuna dair hakkında hiçbir bilgin olmadığı bir şeyi Bana ortak koşman için seni zorlayacak olurlarsa, sakın onlara itaat etme. Yine de dünya hayatında onlara iyi davran, kol kanat ger. Daima Bana gönülden yönelenlerin yokunu tut. Sonunda Bana döneceksiniz. Ben size yapıp-ettiklerinizi bir bir haber vereceğim.
‘Yavrucuğum! İyi bil ki, hardal tanesi ağırlığında bile olsa yaptığın bir iş, bir kayanın içerisinde yada göklerde veya yerin derinliklerinde gizlenmiş bile olsa Allah onu kıyamet günü karşısında çıkaracaktır. Hiç şüphe yok ki, Allah Latîf’ tir; O’nun ilmi her şeye ulaşır, Habîr’dir; açık ve gizli yapıp-ettiğiniz her şeyden haberdardır.
‘Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülüğe engel ol, başına gelen sıkıntı ve zorluklara sabret. Çünkü bütün bunlar, azim ve kararlılık gerektiren işlerdir’.
‘İnsanları küçümseyerek onlara karşı sakın gururlanıp kibirlenme. Yeryüzünde böbürlenip çalım satarak yürüme. Çünkü Allah kendini beğenen ve övünüp duran kimseyi sevmez.’
‘Yürüyüşünde mütevazı, davranışlarında ölçülü ol; sesini alçaltarak konuş. Çünkü seslerin en çirkini eşeğin sesidir.”[8]
Kur’an ve hadislerin haricinde öğütle ilgili pek çok eserin yazıldığı da görülüyor. Nasihatnameler, hikayeler, atasözleri ve vecizeler buna örnek teşkil ediyor ve bu vadide zengin bir nasihat kültürünün oluşturulduğu da biliniyor. Bu konuda İskender Pala’nın şu görüşleri oldukça dikkat çekici bir nitelik arz ediyor:
“Dürüst ve ahlâklı fertlerin oluşturduğu duyarlı bir toplum meydana getirebilmek için öğüt verici türde eserlere her kültürde rastlanır. Genellikle semavî dinlerin ve ahlâk felsefecilerinin bu konuda ortaya koyduğu ilkeler bu tür eserlerin yazılmasına zemin hazırlamıştır. Bu hususta Arap ve İran geleneğinde de pek çok eserin kaleme alındığı bilinmektedir. Türkler’in nasihat kitapları yazmaları ise Müslüman olduktan sonraki dönemlere rastlar. Şair ve müellifleri bu konuya yönlendiren başlıca etken İslâm dininin nasihat dini olduğunu vurgulayan âyet ve hadislerdir. Nasihatnâmeler (pendnâmeler) genelde ahlâkî-didaktik eserlerdir. İslâm toplumları teorik ahlâktan ziyade ahlâkın uygulamasına önem vermişler, dinin emir ve yasakları ile gelenek ve töre ahlâkı içinde yapılması veya yapılmaması gereken davranışları konu alan nasihatnâme türü kitapların telifi doğrultusunda gayret sarfetmişlerdir. Yazarların kendi gözlemleri, bilimsel çalışmaları ve kültürel birikimlerinin yer aldığı bu eserlerde öğüt verilirken âyet ve hadislerden, atasözleri ve vecizelerden yararlanılır, ayrıca muhtelif hikâyeler anlatılıp kıssadan hisse alınması öğütlenir.” [9]
Bizim neslin genellikle okuduğu bazı öğüt kitapları vardı. Bunlar arasında Sa‘dî-i Şîrâzî’nin “ Gülistan” ve “Bostan”ı; Beydabâ’nın “Kelîle ve Dimne” si, Ömer Seyfettin’in hikayeleri ve Ali Fuad Başgil’in “ Gençlerle Başbaşa” sı en dikkat çekenleriydi. Yeni neslin öğüt almak için başta Kur’an olmak üzere bu tür kitapları okuyup okumadıklarını bilmiyorum. Bildiğim Türk insanının kitap okuma düzeyinin çok düşük olduğudur. Nitekim şu bilgi bunu doğrulamaktadır: “Türkiye’de insanlar, 6 saat televizyon izleyip 3 saat internete girerken sadece 1 dakikasını kitap okumaya ayırıyor. Kitap okumak Türk insanının ihtiyaç listesinde 235. sırada yer alıyor. En fazla kitap okuyan ülkelerin başında yüzde 21 oranıyla İngiltere ve Fransa var. Bun Japonya yüzde 14, Amerika yüzde 12 ve İspanya yüzde 9 ile izliyor. Türkiye, yüzde 0.1 (Binde bir) okuma oranıyla son sıralarda yer alıyor.” [10] Bu durumda yeni nesil de dahil Türk insanı, kitap okumuş oluyor mu, olmuyor mu? Takdir okuyucularımın!
Prof. Dr. Celal Kırca
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ
[1] Bakara,2/ 185.
[2] Tâhâ,20/2-3Bkz. Müddessir,75/54; Abese,80/11.
[3] Zâriyât,51/55.
[4] Nisa,4/63.
[5] Âyetteki “Hâzâ” ifadesini müfessirlerin bir kısmı Kur’an olarak yorumlamışlardır. Fakat Zemahşerî ve Elmalılı gibi bazı müfessirler, bunu tarihte yaşanmış olaylar olarak açıklamışlardır. Konunun akışı bu anlama daha uygun gözükmektedir. (Abdülkadir Şener ve diğerleri Yüce Kur’an ve Açıklamalı-Yorumu Meâli, İzmir 2009)
[6] Al-i İmran,3/137-138.
[7] İsra,17/22-37.
[8] Lokman,31/12-19.
[9] İskender Pala, Nasihatnâme, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2006, 32/409.
[10] Güngör Uras, Kitap Okumaya Vaktiniz Yoksa, Milliyet Gazetesi, 4 Mart 2018.
Din nasihattir hadisi öğüt ün önemine yeter artar bile
Celal Kırca hocamız yine tadı kıvamında güzel bir yazı kaleme almış. Okunası bir yazı, öğüt alınası tespitler… Yüreğinize sağlık muhterem hocam.