islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,7367
EURO
36,5541
ALTIN
2.951,51
BIST
9.827,23
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
11°C
İstanbul
11°C
Hafif Yağmurlu
Çarşamba Hafif Yağmurlu
12°C
Perşembe Çok Bulutlu
14°C
Cuma Az Bulutlu
14°C
Cumartesi Az Bulutlu
16°C

ÖĞÜDE İHTİYAÇ DUYMAK YA DA DUYMAMAK

ÖĞÜDE İHTİYAÇ DUYMAK YA DA DUYMAMAK
4 Mayıs 2024 09:00
A+
A-

Günümüzde bazı  kişilerin,  özellikle de  hedonizmin etkisinde kalan  ve bu nedenle de    kurallara ve özellikle de dinî kurallara karşı antipati duyan, hatta karşı çıkan  gençlerin “Öğüt verme, örnek ol” dedikleri  görülüyor.  Analiz edildiğinde bu sözün,  gerçeğin  sadece yarısını ifade ettiği,  ancak diğer yarısının ise boşlukta  kaldığı  anlaşılıyor, zira  bu  sözün  “örnek ol” kısmın  doğru, “öğüt verme” kısmının  ise yanlış olduğu görülüyor. Çok iyi biliniyor ki  öğüt veren kişide örnek olma vasfının bulunması, “olmazsa olmaz” şartlardan biridir ve bu  nedenle de “Ele verir talkını, kendi yutar salkımı” sözüne muhatap olan veya  olacak olan  bir kişinin  vereceği her hangi  bir  öğüdün önemi ve değeri yoktur.   Bu nedenle Kur’an’da peygamberlerin, özellikle de Hz. İbrahim ve   Hz. Peygamber’in  hayat tarzı, Müslümanlara örnek olarak gösterilmiştir.   Ancak örnek kişiliğe sahip olan  bu  peygamberlerin, örnek kişilikleri ile  yetinmedikleri; uygun mekan, zaman ve şartlarda,  uygun bir dil ile  öğüt verdikleri de bilinmekte;   dolayısıyla böyle bir vasfa ve kişiliğe sahip olan insanların da  benzer şartlarda  ve durumlarda  öğüt vermeleri  icap etmektedir. Zira  her insan, çoğu zaman  duygularını, acılarını ve sevinçlerini paylaşacak ve kendine  yol gösterecek  bir dost sesine ve öğüde ihtiyaç duymakta;  daha da önemlisi, yaşanılan olumsuzlukların tekrar edilmemesi ve yeniden yaşanmaması için edinilen tecrübelerin ve  öğrenilen bilgilerin başkalarına  aktarılmasında yarardan da öte   bir gereklilik  bulunmaktadır. Bu nedenledir ki tarihî süreç içinde  başta bütün peygamberler,  bilim insanları ve düşünürler, ihtiyaç hasıl olduğunda   insanlara öğüt vermişler, ufuk açıcı sözleri ve   samimi davranışlarıyla  onlara yol göstermişlerdir. Özellikle de söz ve davranış uygunluğuna ve birlikteliğine de  azamî ölçüde özen göstermişlerdir. Diğer bir ifade ile “ Oldukları gibi görünmüşler, göründükleri gibi de olmuşlardır.”

Bilindiği gibi öğüt, diğer adıyla nasihat, “Bir kimseye yapması veya yapmaması gereken şeyler için söylenen söz” demektir. Amacı da insanlara kısa ve özlü cümlelerle ve  hikayelerle  hayat tecrübelerini  aktararak, onların doğru  bir çizgide gitmelerini sağlamaktır. Eğitimin temel amacı da bu değil midir?  Bu nedenle öğüde ihtiyaç duymamak, geçici ve arizî bir durumdur ve süreklilik ifade etmemektedir.  Zira  insanoğlu, pek çok şeyi yaşadıkça öğrenmekte, tecrübe  ve bilgi sahibi olmaktadır.  Nitekim bu olguyu  Cahit Sıtkı Tarancı,  “Otuz Beş Yaş” isimli şiirinde şöyle dile getirir:

“Gökyüzünün başka rengi de varmış!

Geç fark ettim taşın sert olduğunu.

Su insanı boğar, ateş yakarmış!

Her doğan günün bir dert olduğunu,

İnsan bu yaşa gelince anlarmış.”

Maalesef çoğu insan,  belli bir yaşa gelmedikçe  bu gerçeğin  farkında olmuyor/ olamıyor. Özellikle  gençlik ve  delikanlılık çağında  bu durum,  daha da belirgin bir görünüm arz ediyor. Bu nedenle  her insan,  istese de istemezse de az veya çok başkalarının yaşadıklarından ve bilgilerinden yararlanma ihtiyacı hissediyor. Mesela, hasta bir kişiye  doktor tavsiyesi,  bunun en bariz örneğini teşkil ediyor.  Ne var ki  insanoğlu, sadece sağlık ile ilgili tavsiyelere değil,  aynı zamanda hayatının her alanı ile  ilgili bilgilere, tavsiyelere ve öğütlere de  ihtiyaç duyuyor. Bu ihtiyacını da  imkânı ölçüsünde çeşitli kaynaklardan elde etmeye  çalışıyor.

Bir Müslüman için bu kaynaklardan en önemlisi Kur’an’dır ve Hz. Peygamberin tavsiyeleridir. Bu nedenledir ki Kur’an,  kendini hidayet/ yol gösterici[1] ve  zikir/ öğüt olarak tanımlamakta; Allah Teâlâ da “Biz bu Kur’an’ı  sana sıkıntı versin, mutsuz olasın diye  indirmedik. Onu sadece bir öğüt , bir hatırlatma olarak indirdik, fakat  bunu anlayacak olanlar Allah’a karşı gelmekten korkan kimselerdir”[2]  diyerek herkesin değil, ancak ona  ihtiyaç duyan ve yönelen kişilerin  öğüt alacağını/alabileceğini ifade etmektedir. Bununla da yetinmeyen Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’e  “Öğüt ver,  çünkü  öğüt, müminlere fayda verir”[3] ve  “Onlara yaptıklarının çok kötü bir şey olduğunu anlat”[4] talimatlarını da vererek Hz. Peygamber’i insanlara öğüt veren bir “hâdî” ve “örnek” bir şahsiyet olarak  tanıtır.

Bu nedenle her Müslüman,  Kur’an’da yer alan bilgileri, ilkeleri ve  öğütleri  öğrenmek ve  yaşamak sorumluluğu ile karşı karşıyadır. Şu ayetlerde  bunu  açıkça  görmek mümkündür:

Sizden önce bu dünyada neler oldu neler, kimler geldi kimler geçti! Hele yeryüzünde şöyle bir gezip dolaşın, bakın, araştırın; peygamberleri yalanlayanların sonu ne olmuş bir görün! İşte tarihte cereyan eden bütün bu olaylar[5] insanlar için bir uyarı, bir hidâyet rehberi ve bir öğüttür. Fakat bunu anlayacak olanlar, Allah’ın emir ve yasakları konusunda dikkatli, duyarlı, bilinçli kimselerdir”[6]

“Allah’a ortak koşma, yalnızca O’na ibadet et. Ana-babaya iyilik et. Yakına, yoksula ve yolda kalmışa yardım et, hakkını ver. İsraf etme! Büsbütün de saçıp-savurma! (Ne cimri, ne de müsrif ol, İkisinin arasında orta bir yol tut, iktisatlı ol)! Çocuklarını açlık korkusuyla öldürme. Zinaya yaklaşma! Haksız yere kimseyi öldürme. Yetim malını -arttırmak gayesi dışında- yemek için asla yaklaşma. Verdiğin  sözü yerine getir. Ölçü ve tartıyı tam yap. Bilmediğiniz şeyin ardına düşme. Yeryüzünde mağrur ve kibirli dolaşma”.[7]

“Biz Lokman’a hikmet verdik ve ona dedik ki ‘Allah’a şükret. Kim verilen nimetlere şükrederse, yalnızca kendileri için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse bilsin ki,  Allah Ganî’dir; kimsenin şükrüne muhtaç değildir, Hamîd’ dir; her türlü övgüye  ve şükre  lâyık  yegâne  varlıktır’

Bir zamanlar  Lokman da  oğluna öğüt verirken  şöyle demişti: ‘ Yavrucuğum sakın Allah’a ortak koşma. Çünkü şirk gerecekten büyük  bir zulümdür.’

Biz insanoğlun, ana-babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi  onu  nice zorluk ve sıkıntılara katlanarak karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi ise iki yıl sürmüştür. O halde ey insanoğlu! Bana ve ana-babana şükret. Bil ki sonunda hesap vermek üzere  huzuruma geleceksin.

Şayet ana-baban, tanrı olduğuna dair  hakkında hiçbir bilgin olmadığı  bir şeyi  Bana  ortak koşman için seni zorlayacak  olurlarsa, sakın onlara itaat etme. Yine de dünya hayatında onlara iyi davran, kol kanat ger. Daima  Bana  gönülden  yönelenlerin  yokunu tut.  Sonunda Bana döneceksiniz. Ben size  yapıp-ettiklerinizi  bir bir haber vereceğim.

‘Yavrucuğum! İyi bil ki, hardal tanesi  ağırlığında bile olsa yaptığın bir iş, bir kayanın  içerisinde yada göklerde  veya yerin derinliklerinde gizlenmiş bile olsa Allah onu kıyamet günü karşısında çıkaracaktır. Hiç şüphe yok ki, Allah Latîf’ tir; O’nun ilmi her şeye ulaşır, Habîr’dir; açık ve gizli yapıp-ettiğiniz her şeyden haberdardır.

‘Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülüğe engel ol, başına gelen  sıkıntı ve zorluklara sabret. Çünkü bütün bunlar, azim ve kararlılık gerektiren  işlerdir’.

‘İnsanları küçümseyerek onlara karşı sakın gururlanıp kibirlenme. Yeryüzünde  böbürlenip  çalım satarak yürüme. Çünkü Allah  kendini beğenen ve övünüp duran kimseyi sevmez.’

‘Yürüyüşünde mütevazı,  davranışlarında  ölçülü ol; sesini alçaltarak konuş. Çünkü seslerin  en çirkini  eşeğin sesidir.”[8]

Kur’an ve hadislerin haricinde  öğütle ilgili pek çok eserin yazıldığı da görülüyor. Nasihatnameler, hikayeler, atasözleri ve vecizeler  buna örnek teşkil ediyor ve bu vadide  zengin bir  nasihat kültürünün  oluşturulduğu da   biliniyor. Bu konuda İskender Pala’nın şu görüşleri oldukça  dikkat çekici bir  nitelik arz ediyor:

“Dürüst ve ahlâklı fertlerin oluşturduğu duyarlı bir toplum meydana getirebilmek için öğüt verici türde eserlere her kültürde rastlanır. Genellikle semavî dinlerin ve ahlâk felsefecilerinin bu konuda ortaya koyduğu ilkeler bu tür eserlerin yazılmasına zemin hazırlamıştır. Bu hususta Arap ve İran geleneğinde de pek çok eserin kaleme alındığı bilinmektedir. Türkler’in nasihat kitapları yazmaları ise Müslüman olduktan sonraki dönemlere rastlar. Şair ve müellifleri bu konuya yönlendiren başlıca etken İslâm dininin nasihat dini olduğunu vurgulayan âyet ve hadislerdir. Nasihatnâmeler (pendnâmeler) genelde ahlâkî-didaktik eserlerdir. İslâm toplumları teorik ahlâktan ziyade ahlâkın uygulamasına önem vermişler, dinin emir ve yasakları ile gelenek ve töre ahlâkı içinde yapılması veya yapılmaması gereken davranışları konu alan nasihatnâme türü kitapların telifi doğrultusunda gayret sarfetmişlerdir. Yazarların kendi gözlemleri, bilimsel çalışmaları ve kültürel birikimlerinin yer aldığı bu eserlerde öğüt verilirken âyet ve hadislerden, atasözleri ve vecizelerden yararlanılır, ayrıca muhtelif hikâyeler anlatılıp kıssadan hisse alınması öğütlenir.” [9]

Bizim neslin genellikle okuduğu  bazı öğüt kitapları vardı.  Bunlar  arasında  Sa‘dî-i Şîrâzî’nin “ Gülistan” ve “Bostan”ı;  Beydabâ’nın “Kelîle ve Dimne” si, Ömer   Seyfettin’in hikayeleri ve Ali Fuad Başgil’in “ Gençlerle Başbaşa” sı en dikkat çekenleriydi. Yeni neslin  öğüt almak için başta Kur’an olmak üzere bu tür kitapları   okuyup okumadıklarını bilmiyorum. Bildiğim Türk insanının kitap okuma düzeyinin çok düşük olduğudur.  Nitekim şu bilgi bunu doğrulamaktadır:  “Türkiye’de insanlar, 6 saat televizyon izleyip 3 saat internete girerken sadece 1 dakikasını kitap okumaya ayırıyor. Kitap okumak Türk insanının ihtiyaç listesinde 235. sırada yer alıyor. En fazla kitap okuyan ülkelerin başında yüzde 21 oranıyla İngiltere ve Fransa var. Bun Japonya yüzde 14, Amerika yüzde 12 ve İspanya yüzde 9 ile izliyor. Türkiye, yüzde 0.1 (Binde bir) okuma oranıyla son sıralarda yer alıyor.” [10] Bu durumda yeni nesil de dahil Türk insanı, kitap okumuş oluyor mu, olmuyor mu?   Takdir okuyucularımın!

Prof. Dr. Celal Kırca

MİRATHABER.COM -YOUTUBE- 

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

[1] Bakara,2/ 185.

[2] Tâhâ,20/2-3Bkz. Müddessir,75/54; Abese,80/11.

[3] Zâriyât,51/55.

[4] Nisa,4/63.

[5] Âyetteki “Hâzâ” ifadesini müfessirlerin bir kısmı Kur’an olarak yorumlamışlardır. Fakat Zemahşerî ve Elmalılı gibi bazı müfessirler, bunu tarihte yaşanmış olaylar olarak açıklamışlardır. Konunun akışı bu anlama daha uygun gözükmektedir. (Abdülkadir Şener ve diğerleri Yüce Kur’an ve Açıklamalı-Yorumu  Meâli,  İzmir 2009)

[6] Al-i İmran,3/137-138.

[7] İsra,17/22-37.

[8] Lokman,31/12-19.

[9] İskender Pala, Nasihatnâme, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2006, 32/409.

[10] Güngör Uras, Kitap Okumaya Vaktiniz Yoksa, Milliyet Gazetesi,  4 Mart 2018.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar
  1. Recep Uzun dedi ki:

    Din nasihattir hadisi öğüt ün önemine yeter artar bile

  2. Muhammed Bahaeddin Yüksel dedi ki:

    Celal Kırca hocamız yine tadı kıvamında güzel bir yazı kaleme almış. Okunası bir yazı, öğüt alınası tespitler… Yüreğinize sağlık muhterem hocam.