Yazar Abdullah Yıldız’ın kaleme aldığı “Okullarda İmam Hatip Müfredatı” yazısını siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz…
“Türkiye’de İslâm’ın ihya ve inşasında önemli fonksiyonlar icra eden İmam Hatip okullarının varlığı ilk açıldığı günlerden itibaren “resmî ideoloji” muhafızlarını sürekli rahatsız etti.”
“Din ve fen ilimlerini bir arada tahsil eden ve sadece Türkiye’nin değil, bütün bir ümmetin ve hatta insanlığın geleceğine talip imam hatip neslinin, siyasetten bürokrasiye, ilim ve fikir dünyasından ekonomiye kadar hayatın her alanda başarılı bir performans ve erdemli bir duruş sergilemeleri küresel ve yerel şeytani odakları rahatsız ediyor.”
Fotoğraf sanatçısı Tevfik Arıkan birbirinden ilginç fotoğraflar çekmek için diyar diyar, ülke ülke dolaşırken sıra Küba’ya gelir. Dağ, bayır, deniz manzaraları derken turistlerin mutlaka uğradığı bir büyük kilisenin çan kulesinin merdivenlerini tırmanır. O sırada duvara karalanmış ‘dilek yazısı’ türünden yazılar görür ve bunlardan biri dikkatini çeker, zira Türkçe yazılmıştır: “İmam hatip okulları kapatılsın!”
Muhtemelen ideolojik mülahazalarla oralara uzanan Türkiyeli zavallı bir fanatik, ‘emperyalizme kafa tutan’ Castro’nun ülkesinde sömürgeci zalimlerin iş birlikçilerinden yana sergiler seküler yobazlığını…
Son yıllarda “İmam hatipler kapatılsın!” naralarını çok farklı kesimlerden sık sık işitiyor olmamız da oldukça manidar ve düşündürücüdür. “Biz Lût kavminin çocuklarıyız!” diyen LBGT’ci sapkınlardan tutun, kendilerini çok farklı şekillerde isimlendiren yabancı ideoloji mensuplarına ve “sanatçı” payesinin ardına saklanarak her türlü müptezelliği sergileyen edep ve hayâ yoksunlarına kadar pek çok İslâm karşıtı kişi ve grupların müşterek bir noktada birleştiklerine şahitlik ediyoruz. Bunların ya “İmam Hatipler kapatılsın!” pankartları taşımaları veya sosyal medya başta olmak üzere çeşitli mecralarda da bu isteklerini dillendirmeleri üzerinde durulmalıdır.
“İmam hatip düşmanlığı” diye isimlendirebileceğimiz bu talihsiz tavrın altında yatan sebeplerin en başta geleni, bize göre, yüzyılı aşan köklü bir geleneğe yaslanan bu okullarda eğitim gören nesillerin söz konusu yabancı fikir ve ideolojilere geçit vermemeleri ve ülkenin kadim manevi köklerine dönüşünde etkin rol oynamalarıdır. Din ve fen ilimlerini bir arada tahsil eden ve sadece Türkiye’nin değil, bütün bir ümmetin ve hatta insanlığın geleceğine talip olan imam hatip neslinin, siyasetten bürokrasiye, ilim ve fikir dünyasından teknolojiye, ticaretten ekonomiye kadar her alanda başarılı bir performans ve erdemli bir duruş sergilemeleri küresel ve yerel şeytani odakları ciddi manada rahatsız etmiş bulunmaktadır.
Bu rahatsızlıkla ilgili hayli dikkate değer bir belgeyi ve bir görüşmeyi de hatırlamakta fayda var: Yıl 1990. ABD’nin meşhur araştırma kurumu Working Draft Rand, “Türkiye’de İslâmcı Akımlar” başlıklı bir rapor hazırlıyor. Türkiye’de “İslâm’ın şahlanışı”na dikkat çeken rapor; imam hatip okullarının, Kur’an kurslarının, “türban”ın, İslâmî yayınların hızla çoğaldıklarından, İslâmî sermayenin Turgut Özal’dan itibaren giderek güçlendiğinden ve İslâmcıların adım adım “İslâmlaştırma” amaçlarına doğru ilerlediklerinden söz ediyordu.
Görüşmeye gelince; bir yıl kadar önce Vav TV’de haftalık olarak icra ettikleri “Medeniyet ve İnsan” başlıklı programda imam hatip okulları üzerine konuşan Prof. Dr. Hacı Bekir Karlığa Hoca’mız, Turgut Özal ile zamanın ABD Başkanı (Baba) Bush arasında geçen görüşmede, Bush’un Özal’a “İmam hatip okullarının sayısını azaltın!” dediğini aktardı. Muhtemelen raporun yayımlanmasına yakın tarihlerde gerçekleşen bu görüşme bir arada değerlendirilmeli ve analiz edilmelidir. TÜSİAD’ın 1990’lardan itibaren imam hatip okullarının artışından dem vuran, orta kısımlarının kapatılıp, sayılarının azaltılması gerektiğini belirten birbiri peşi sıra gelen raporları da…
Ne kadar ilginç değil mi? Emperyalizmin tepesindeki kişilerden tutun da sözde emperyalizme karşı mücadele ettiğini söyleyen ‘sosyalist’ vatandaşlara ve sermaye sahiplerine kadar hepsi “İmam hatipler kapatılsın!” diyorlar. Peki, ama imam hatip okulları küresel ve yerel şer odaklarını neden bu denli rahatsız ediyor? Şunu hemen belirtebiliriz: Artık Türkiye’de imam hatiplerle ilgili altyapı sorunları ve bürokratik engeller geride kaldı, yeni başarı hikâyeleri yazılıyor.
İmam Hatip Okullarının Başarısı
Gündem yoğunluğu nedeniyle gözlerden kaçan bir güzelliği bu yazı ile gündeme taşımak istiyorum: İmam hatip liseli öğrencilerimizin üniversite giriş sınavlarında elde ettikleri başarılar her yıl artarak devam ediyor. İmam Hatipliler son üç yılda kazandıkları kitlesel akademik başarılarıyla âdeta destan yazdılar.
Son 3 yılda ilk 1000’e giren imam hatip lisesi öğrencilerinin illere göre derece dağılımındaki yükseliş grafiği şöyle: 2020’de 28 ilden 279 derece, 2021’de 38 ilden 387 derece, 2022’de 43 ilden 436 derece imam hatiplerin. Son 3 yılda ilk 100.000’de ise imam hatip liseli öğrenciler; 2020’de 26 bin 169, 2021’de 31 bin 90, 2022’de 37 bin 887 derece elde etmişler. Bu başarı ilk 100’de çok daha belirgin: 2020’de 27, 2021’de 42, 2022’de 57 derece imam hatiplilerin.
Hemen belirtelim ki bu veriler imam hatiplerle ilgili sorunların çözüme kavuşturulacağı kararlılığından ayrı düşünülemeyecek olan “dindar nesil” tartışmaları başta olmak üzere imam hatipler üzerinden yapılan negatif yorumların sıhhati üzerinde de düşünmeyi zorunlu kılan bir göstergedir. Bunları nazarı itibara almadan imam hatiplerle ilgili diğer konuları tartışmak pek makul değildir.
Doğruyu bulmak isteyenlerin işini kolaylaştıran bu veriler Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nden alındı (Bu arada, imam hatip ortaokullarında başarılı olup da Fen Lisesi gibi eğitim kurumlarına girenler ile AİHL son sınıfta üniversite sınavına hazırlanmak için Temel Liselere geçenlerin bu verilere dâhil olmadıklarını da hatırlatalım). Bu başarıya imza atan Bakanlığı, Din Öğretimi Genel Müdürlüğünü, bütün proje ve diğer imam hatip liselerimizin öğrencilerini, öğretmenlerini, idarecilerini ve velilerini tebrik ederken, bir “imam hatipli” olarak bu başarıdan onur duyduğumuzu ifade ve ilan ediyoruz. Bu ifadeleri kullanırken de “imam hatipçilik” yapmadığımızı ve diğer okulları ötekileştirmediğimizi, aksine bütün okullarımızı imam hatipler gibi maddi ve manevi yönden başarılı görmek istediğimizi hatırlatma gereği duyuyoruz. Yıllar yılı önü kesilmeye çalışılan, her askeri darbe döneminde darbe yiyen ve özellikle de üniversitelere girişlerde “alan sınırlaması” ile önleri kesilerek mağdur edilen ve neredeyse kapanmakla yüz yüze gelen imam hatiplilerin bu haklı başarılarını kimse oraya-buraya çekerek gölgelememelidir.
Ancak, tam da bu noktada bu onur tablosu çok iyi anlaşılıp çok iyi değerlendirilmelidir. Öncelikle, imam hatipleri bu başarıya taşıyan faktörler iyi ve doğru tahlil edilmelidir. Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün “Hedef YKS” projesi kapsamında planladığı ortak çalışmaların Anadolu imam hatip liseleri tarafından adım adım hayata geçirilmesinin üniversite giriş sınavında her geçen yıl artan yükselişte en belirleyici etken olduğu biliniyor. Yani imam hatip liseleri, öğrencilerini YKS’ye hazırlamada oldukça başarılı bir performans ortaya koymak suretiyle son üç yılda belirgin bir onur grafiği sergilediler.
İkincisi; Türkiye’de yıllardır yukarıdan aşağı dayatılan “Batıcı” eğitim anlayışının bir gereği olarak uygulanan “karma eğitim” modelinin imam hatip okullarında uygulanmayıp, kız ve erkek imam hatiplerin ayrı ayrı eğitim yapması, bizce derse odaklanmayı ve başarıyı etkileyen ikinci önemli faktördür. Şimdi gelin, imam hatip okullarının serüvenine ta başından günümüze kadar kısaca göz atalım:
İmam Hatip Okullarının Kısa Tarihçesi
İlk olarak Osmanlı Devleti’nin son yıllarında 1913’te kurulan Medresetü’l-Eimmetü ve’l-Hutebâ (İmamlar ve Hatipler Medresesi), daha önce 1912’de açılmış bulunan Medresetü’l-Vâizîn’le birleştirilerek 1919’da Medresetü’l-İrşad adını almıştı. Nisan 1920’de toplanan Büyük Millet Meclisi’nin ilk günlerinde din eğitimi de müzakere edilmiş, “çocuklarımızın dinî terbiye almasının bir hak olduğu” kabul edilmişti. Mayıs 1921’de çıkarılan Medâris-i İlmiye Nizamnamesi de din ilimleri ile fen ilimlerini bir arada vererek dini ve milli eğitim almış nesiller yetiştirmeyi amaçlamıştı. Ancak 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabulü ile bu okullar medreselerle birlikte kapatıldı. Oysa kanun “din adamı yetiştirmek üzere imam hatip mekteplerinin küşad edilmesini (açılmasını)” öngörüyordu. Nitekim 29 yerde 4 yıllık İmam Hatip mektepleri açıldıysa da bu okulların sayısı her sene azaltılarak 1932’de tamamen kapatıldı ve din dersleri de bütün okulların programlarından çıkarıldı. Böylece din eğitiminde büyük bir boşluk doğdu…
Halkımızın “din”den tamamen yalıtıldığı 1947’lere gelindiğinde 7. CHP kurultayında konuşan Seyhan milletvekili Sinan Tekelioğlu, “ölüleri gömecek adam kalmadığı”ndan yakındı. Bu tür şikâyetler artınca, Tek Parti iktidarı, Demokrat Parti muhalefetinin elinden dinî taleplere ilişkin kozları almak amacıyla, 1949’da on aylık bir imam hatip kursu açılmasına izin verdi. Ünlü Arapça muallimi Mahmud Celaleddin Ökten (Celal Hoca), imam hatip kursunun açılışını organize etme görevini üzerine aldı ve Küçük Langa’daki ilk kursun müdürlüğünü ve din dersi hocalığını yaptı. 1950’de Demokrat Parti iktidara gelince Celal Hoca’nın projesini hazırlayıp Millî Eğitim Bakanı Tevfik İleri’ye sunması ile bugünkü imam hatip okulları şekillendi. 17 Ekim 1951’de yedi vilayette (İstanbul, Ankara, Konya, Adana, Isparta, Kayseri, Kahramanmaraş) açılan bu okulların eğitim süresi, ilkokuldan sonra dört yıldı. 1954-1955 ders yılından itibaren üç yıllık lise kısmının da açılmasıyla imam hatip okulları yedi yıllık eğitime geçmiş oldu.
Din ve fen ilimlerini ortaokul ve lise düzeyinde tevhid ve tedris eden “çift kanatlı” eğitim anlayışı ile âdeta insanımızın gönlünde taht kuran imam hatip okulları kısa zamanda halkımızın gözbebeği olan bir kurum hâline geldi. Bu güzide kurum her askeri darbe döneminde darbe yese de dini duyarlığa sahip halk çoğunluğunun desteğiyle büyüdükçe büyüdü ve ülkenin, hatta dünyanın geleceğine yön verecek gerekli ilimler ile mücehhez öncü ve lider nesilleri yetiştirmeye devam etti ve devam ediyor da…
İmam Hatiplerin Kurucusu Mahmud Celaleddin Ökten Hoca
Gelin burada, imam hatip okullarının “kurucusu” olan ve vefat ettiği 1961 yılına kadar imam hatiplerde yöneticilik ve hocalık yapan Mahmud Celaleddin Ökten Hoca’mızı hem biraz tanıyalım hem de bu okulların hangi zorlu şartlarda kurulabildiğini birlikte öğrenelim:
Trabzon’da eğitimine başlayıp medrese icazetini de orada alan Mahmud Celaleddin Ökten, İstanbul Yüksek Muallim Mektebi’nden mezun olmuş, sonra İstanbul’da Dârü’l-Fünûn’un Felsefe ve Kelam şubesini bitirmişti. İlim çevrelerinde “Celal Hoca” namıyla ün salmıştı. Arapçanın yasaklanmasından sonra uzun yıllar edebiyat ve felsefe öğretmenliği yapmış ve Vefa Lisesi’nden 1947’de emekli olmuştu. On aylık imam hatip kursunu ilerisi için bir başlangıç olarak değerlendiren Celâl Hoca, uzun süredir böyle bir eğitim kurumunun oluşturulması gerektiğini savunuyor ve bu yönde ciddi hazırlıklar yapıyordu. Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi üzerine, Millî Eğitim Bakanı Tevfik İleri ile defalarca görüşüp bakanlığa lâyihalar sunarak “7 Yıllık İmam Hatip Okulları” projesini hazırladı ve bu okulların programlarının oluşturulmasına öncülük etti. Projenin kabul edilmesi ile de ilk kez 1951’de İstanbul-Fatih/Çarşamba’da açılan 7 yıllık İmam Hatip Okulu’nun kurucusu ve müdürü oldu. Bu büyük hizmetleri nedeniyle Celal Hoca “imam hatip okullarının banisi ve maddi-manevi rehberi” olarak kabul edilir.
Elbette Celal Hoca’nın hizmetleri bundan ibaret değildir. İmam hatip okullarından sonra 1959’da açılan İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde İlm-i Tevhîd ve İlm-i Kelam hocalığı da yapan ve 1961’de rahlesinin başında derse hazırlanırken vefat eden Celal Hoca, o yıllarda yeniden canlanmaya başlayan İslâmî fikir hayatının sağlam ve sahih temeller üzerinde filizlenmesine de büyük katkılarda bulunmuştur.
Tam da burada, Celal Hoca’nın imam hatip okullarını kurmak için verdiği cansiperane mücadeleyi ve bu okulların açılış gerekçesini, merhum Ali Ulvi Kurucu’nun Hatıralar’ının 4’üncü kitabından okuyalım:
“1940’lı yıllarda… bazı köylerde imam olmadığından ölenlerin yıkanıp gömülmesi için yakın köylerden imam gelmesinin beklendiği bilinen bir şeydi. Zaman geçtikçe, bu hâlin daha kötüleşeceği de belli idi…
Asıl tehlike ise bu değildi… Cenazeni bir şekilde yıkarsın… Fakat asıl tehlike şu idi ki; milletin imanını yıkayacak, ruhunu yıkayacak, aklını yıkayacak hoca kalmamıştı, kalmayacaktı… Memleketin imanını yıkayan, koruyan Mustafa Sabri Efendiler, Hamdi Efendiler, Naim Beyler, Akif Beyler, Ferid Beyler, İzmirli İsmail Hakkı Beyler gitmişti… Memleketin imanı gidiyordu. Memleket, sade cehaletin değil, küfrün istilâsına giriyor; küfrün silindiri altında eziliyor, eriyordu…
Ne yapıp edip, küfrün kalesinde bir delik açmak için, bir İmam Hatip Okulu’nun açılmasına arkadaşlarla karar verdik… Elimde baston, rahatsız hâlimle trene bindim; Ankara’ya gittim. O günün Maarif Vekili olan Tevfik İleri merhum, talebelerimdendi. Terbiyeli bir talebeydi. Beni unutmamıştı… Daha önce konuşmuştum; ‘Hocam Ankara’ya gelin. İnşallah bu İmam Hatip kararını çıkarırız’ demişti…”
Evet, Celal Hoca 1950’de Ankara’ya gelir. Tevfik İleri Bey imam hatip okullarının açılması talimatını verir ama onun bu emri bir türlü uygulanmaz. “Masonlar, dönmeler Bakan’ı dahi dinlemezler.” İş bir ay kadar uzar… “Param bitti. Akşamları otel odamda ekmeği çaya batırıp yemek zorunda kaldım…” diye anlatır o zor günleri merhum Celaleddin Ökten. Nihayet Başbakan Adnan Menderes’in devreye girmesi ve Tevfik İleri ile birlikte bizzat Talim Terbiye’ye gelip kararı imzalamaları ile İmam Hatip okulları açılır.
“O gün, muvafakat emrini alıp da Başvekâletten otele gelirken, nasıl çıldırmadım, nasıl aklımı kaybetmedim diye hâlâ şaşarım… Ne evlendiğim gün ne de icazet aldığım zaman böyle sevindim… Bunu bastıran bir sevinci, ancak Beytullah’ı gördüğüm zaman hissettim… Bunları bilmek lazım… Tarih bunun için, ibret almak için lâzımdır” diye bu sevincini tarihe not düşer Celaleddin Ökten Hocamız…
Kanaatimiz odur ki, merhum Menderes’in idam edilmesinin en başta gelen nedenlerinden biri ve merhum Tevfik İleri’nin hapishanede bilerek bakımsız bırakılıp kansere yakalanarak ölümüne sebep olunmasının nedeni de İmam Hatip okullarını açmış olmalarıdır. Allah her ikisinden de razı olsun.
İmam Hatiplerin Başına Gelenler
1969’da kız bölümleri de açılan imam hatip okulları özlenen erdemli, idealist ve çalışkan nesilleri yetiştirmesi sebebiyle halkımızın büyük ilgisine mazhar oldu. Ancak, Türkiye’de İslâm’ın ihya ve inşasında önemli fonksiyonlar icra eden imam hatip okullarının varlığı ilk açıldığı günlerden itibaren “resmî ideoloji” muhafızlarını sürekli rahatsız etti ve bu okullar bazen orta kısmı kapatılarak (12 Mart ve 28 Şubat darbeleri sonrasında), çoğu zaman da üniversite yolu tıkanarak mahkûm edilmek istendi. Mahut 28 Şubat 1997 kararları ile getirilen üniversitelere giriş sınavındaki “alan sınırlaması” sonucu neredeyse kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kalan bu okulların yaklaşık 650 bin olan öğrenci mevcudu 2002’de 65 bine kadar düştü. Aynı yıl Ak Parti’nin iktidara gelmesi ve 2009’da söz konusu alan sınırlamasının kaldırılması ile diğer okullarla eşit yarışma hakkını elde eden ve 2012’de de ortaokul bölümleri tekrar açılmasından sonra bugün ortaokul ve liseler toplamında yaklaşık yüzde 14 orana sahip olan imam hatip okulları, 2020 YKS sınavlarında 214, 2021’de 387, 2022’de ise 436 derece ile ilk 1000’e girerek adeta göz kamaştırdı. Üniversitelere yerleşmedeki imam hatip liselerinin başarısı ise yüzde 25-30 oranında arttı ve her yıl artmaya da devam ediyor. Şüphesiz bunun temelinde eğitimin önündeki tüm antidemokratik uygulamaların kaldırılması ve kaliteli eğitime erişimin artırılması yatıyor.
Ülke olarak en önemli sermayemizin beşeri sermayemiz olduğu göz önüne alındığında, başından beri imam hatiplere madden ve manen sahip çıkan halkımız, bu okulları İslâmî hayatın yeniden inşasında çok elverişli bir imkân olarak görmektedir. Dindar halkımızın olağanüstü desteği ve nice fedakâr ve cefakâr öncülerinin gayreti ile uzun soluklu yürüyüşünü sürdüren imam hatipler her geçen sene artan akademik başarıları ve manevi donanımları ile Mehmet kif’in özlediği “Asım’ın nesli” olmak için çırpınmakta ve “asrın idrakine İslâm’ı haykırma” yolunda emin adımlarla ilerlemektedirler.
Türkiye’nin manevi diriliş hamlesinde “öncülük” rolünü “en kuşatıcı ve en etkin” biçimde sürdürmeye aday olan en başat kurum da -bütün arızalarına ve eksikliklerine rağmen- yine imam hatip okullarıdır.
“İmam Hatip Müfredatı Tüm Okullarda Uygulanmalı”
Türkiye’nin yetiştirdiği en seçkin ilim ve fikir adamlarından merhum Teoman Duralı Haber 7’de yer alan bir röportajında imam hatip okullarının Türkiye’nin geleceği ve bekası açısından neden en hayati kurum olduğunu, imam hatip müfredatının da neden bütün okullarda uygulanması gerektiğini şöyle açıklıyor:
“…Bölünme içten içe büyüyor. Eğitimde birliği sağlamak lazım bunun için… Din ile dünyayı birleştirmek zorundayız. İmam hatiplerin müfredatının genelleştirilip tüm okullara uygulanması gerektiğini savunmuşumdur hep, en başta da askeri okullara. Disiplin, hayatın her alanında gereken bir şey. Askerlik dış disiplinle veriliyor. Din iç disiplini sağlıyor. İç disiplin olmadan dış disiplin bir kabuktur… Şart olan şey yetişenin din bilgisiyle donanmış olmasıdır… Bizim en önemli birleşme noktamız, çimentomuz, harcımız dindi. Müslümanlığı gericilik, kötülük diye damgalarsan sonunda bu noktaya gelinir. Müslümanlığın yerini tutacak hiçbir harç yok…”
El-hak, doğrudur. “Müslümanlıkla yoğrulan” yurdumuzda hem kendimize yabancılaşmayı hem de zihinsel, kültürel ve sosyolojik olarak parçalanmayı önlemek için kendi İslâmî değerlerimizi merkeze alan (D. Mehmet Doğan’ın ifadesiyle) bir maarif reformuna acilen ihtiyaç var. Sadece öğretimi esas alan değil, kökleri İslâm’da olan talim ve terbiyeyi, irfan ve hikmeti eğitim sisteminin temeline oturtan bir maarif inkılabı zaruridir. Zira (Teoman Duralı üstadın da altını çizdiği gibi) millet olarak iç bütünlüğümüzü sağlayacak yegâne harç Müslümanlık, bireyler olarak iç disiplinimizi sağlayacak yegâne değerler sistemi ise İslâm dininin ta kendisidir. Açık ve net olarak söylemek gerekirse; Tanzimat-Meşrutiyet-Cumhuriyet sürecinde tepeden aşağı dayatılan “seküler” eğitimin yeni kuşakları kadim İslâmî değerlerinden koparmasıyla “insan insanın kurdudur” anlayışına sahip “yaban” -materyalist batıl(ı)- nesiller çoğalmaya ve ülkenin geleceğini tehdit etmeye başlamıştı ki, imam hatip okulları imdada yetiştiler. Şimdi ise bir buçuk milyona ulaşan mevcutları ve bir o kadardan fazla mezunlarıyla oldukça farklı meslek dallarında kendilerini çok iyi yetiştiren, varlıklarını, enerjilerini, imkân ve potansiyellerini İslâm davasına, bu millete, ümmete ve tüm insanlığa adayan imam hatipliler çalışkanlıkları, güzel ahlakları, hayırlı işleri, adalet, doğruluk ve dürüstlükleriyle her alanda temayüz ediyorlar. Bilim ve teknolojiden siyaset ve bürokrasiye kadar birçok alanda kazandıkları başarılarıyla umut vadediyorlar. 2021 TEKNOFEST yarışmasında imam hatiplilerin ilk dereceleri kazanarak birçok okulu ve hatta üniversiteyi geride bırakmaları hayli sevindirici bir gelişmedir.
İmam Hatip Müfredatına Kısaca Göz Atalım
Dostları sevindiren, düşmanları ise endişelendiren imam hatipler nasıl bir müfredata sahip ki, üstat Teoman Şaban Duralı böyle konuştu? Gelin, imam hatip müfredatına kısaca bir göz atalım:
İmam Hatip ortaokullarında, normal ortaokullarımızdaki ortak derslere ek olarak Kur’an-ı Kerim, Arapça, Hz. Muhammed’in (s.a) Hayatı ve Temel Dini Bilgiler dersleri okutuluyor.
Anadolu İmam Hatip liselerinde ise hem ders hem de program çeşitliliği oldukça renkli: Türk Dili ve Edebiyatı, Tarih, Coğrafya, Felsefe, Matematik, Fizik, Kimya, Biyoloji, İngilizce, Beden Eğitimi ve Spor (veya Görsel Sanatlar veya Müzik), Sağlık Bilgisi, Rehberlik ve Yönlendirme gibi sosyal bilimler, fen bilimleri ve diğer dallardaki “ortak” derslere ilave olarak Arapça, Kur’an-ı Kerim, Temel Dini Bilgiler, Siyer, Fıkıh, Tefsir, Akaid, Hadis, Dinler Tarihi, Kelam, Osmanlı Türkçesi, Hitabet ve Mesleki Uygulama, İslâm Kültür ve Medeniyeti gibi dini (“mesleki”) dersleri de okutan Anadolu imam hatip liseleri, ayrıca “seçmeli dersler” kategorisinde çok daha geniş seçenekler sunuyor öğrencilere. Mesela, Anadolu İmam Hatip Lisesi öğrencileri beden eğitimi, görsel sanatlar ve müzik derslerinden sadece birini seçebilir. Görsel sanatlar dersinde hüsn-i hat, ebru, tezhip; müzik dersinde dinî musiki programları alabilir. Seçmeli dersler, öğrencinin ilgi ve istekleri, başarıları ve hedefleri doğrultusunda öğrenci, veli ve okul tarafından ortaklaşa belirlenir.
Fen ve Sosyal Bilimler Programı/Projesi uygulayan imam hatiplerde matematik, fizik, kimya, biyoloji derslerinde fen liseleri için hazırlanan ders programları ve kitapları okutulur ve diğer dersler azaltılır.
Ayrıca, İlahiyat Programı/Projesi, Yabancı Dil Programı/Projesi ve Teknoloji Programı/Projesi uygulayan imam hatip liseleri ile hafız yetiştiren hafızlık imam hatip ortaokulları ve hafızlık pekiştiren hafızlık imam hatip liseleri var.
Sanat veya Spor Programı/Projesi uygulayan imam hatip liselerinde ortak ve mesleki dersler azaltılırken; Sanat Anadolu İmam Hatip Lisesinde “çalgı eğitimi” dersinde bağlama, kaval, tar, kemane, ud ve kanun çalgılarından biri seçilir. Spor Anadolu İmam Hatip Lisesinde 10. sınıftan itibaren her sınıf düzeyinde iki branş çeşitli takım sporu veya bireysel spor seçilir.
Tüm bunlar bir konunun altını özellikle çizmekte yarar olduğunu gösteriyor: İmam hatiplere erişim sorunu çözülürken aynı zamanda en azından eğitim sistemi tasarımı bakımından kalite de sürekli iyileştiriliyor.
Bir Var Olma Mücadelesi Olarak Manevi Eğitim
Bosna Hersek’in bilge lideri merhum Aliya İzzetbegoviç, İslâm Deklarasyonu isimli eserinde der ki: “İslâm toplumunun temeli ve dayanağı din olduğuna göre eğitim onun sadece bir görevi değildir, aynı zamanda eğitim onun var olma durumudur. Bu, evvela aile, daha sonrada okulların bütün kademeleri vasıtasıyla gerçekleşecek olan dinî ve ahlâkî eğitimdir.”
Bu bağlamda eğitimsizliğin/terbiyesizliğin bütün şekillerini ortadan kaldırmak için etkili mücadele etmenin özellikli bir görev oluşuna dikkat çeken Aliya’ya göre, bu manevi değişim sürecinde alınacak olan somut tedbirler; halkın alkolik olmasını sağlayan faktörleri, açık ve gizli fuhşu, sözlü ve görüntülü pornografiyi, kumarhaneleri ve İslâmî ahlak anlayışına aykırı bütün kötülükleri imkânsız hâle getirir…
Müslüman dünyanın şu anda içinde bulunduğu aşağı durumdan hızlı bir şekilde kurtulmasında eğitim ve öğretimin vazgeçilmez önemini vurgulayan Aliya İzzetbegoviç köklü bir teklifte bulunur:
“Müslüman ülkeler yeteri kadar sermaye sahibi değildir ve öyleyse var olan sermayelerini her şeyden verimli olan eğitim-öğretime yatırmalıdırlar.
Bilimin kazanımlarını kullanma ve onları ileriye götürme yeteneğimizi geliştirmeden gerçek bağımsızlığımız olamaz. İslâm, ilk ortaya çıkışında, eski medeniyetlerin bütün bilgilerine hiçbir komplekse kapılmadan yaklaştı ve onları değerlendirdi. Bugünkü İslâm’ın (Müslümanların), uzun hat üzerinde temasta bulunduğu Avrupa-Amerika medeniyetinin kazanımlarına karşı farklı davranması için herhangi bir sebebi bilmiyoruz.
Aslında bilim ve teknolojiyi benimseme sorunumuz yoktur -zira ayakta kalmamız için benimsemek zorundayız-; sorun, bunu yaratıcı veya mekanik bir biçimde, şerefle mi yoksa aşağılık duygusu içinde mi yapacağımızdır. Bu kaçınılmaz gelişme içerisinde kaybolup yok mu olacağız yoksa kendi şahsiyetimizi, kültürümüzü ve değerlerimizi koruyabilecek miyiz? Demek ki mesele budur.
Verilere bakarak kesin olarak ifade edebiliriz ki bugün İslâm dünyasında, nicelik ve nitelik bakımından en radikal ve en acil değişim isteyen kurum eğitim-öğretim kurumudur. Nitelik bakımından eğitim ve öğretim yabancılara manevi ve bazı durumlarda da maddi bağımlılıktan kurtarılmalıdır…”
Öyleyse…
İnancımız o ki, imam hatip okulları yaklaşık yüz yıllık birikim ve tecrübeleriyle bu ülkede köklü bir manevi inkılaba önderlik ve örneklik yapacak misyona ve potansiyele sahiptir. İlahiyat ve İslâmî Bilimler Fakülteleri ile Diyanet Teşkilatımız da bu okulların devamı konumundadırlar; ancak hepsi birlikte bu önderliği taşıyacak ruhu, heyecanı, dinamizmi ve sorumluluğu kuşanmada acele etmelidirler.
Öyleyse gelin, başörtüsü yasağı ve katsayı uygulamaları gibi mühendislik projelerinin ardından tekrar atılım göstermeye başlayan imam hatiplerdeki mevcut eğitim müfredatını ve programını bazı pratik düzeltmelerle bütün ilkokul, ortaokul, lise ve üniversitelerimize acilen taşıyalım. Pırıl pırıl genç zihinleri “seküler” sapmaların kirletmesine daha fazla izin vermeyelim; inkâr ve ifsat odaklarının insafına terk etmeyelim.
Gelin, ülke ve millet olarak karşı karşıya bulunduğumuz içerden ve dışardan, karadan ve denizden, maddi ve manevi tüm şeytani şer saldırılar ve İslâm düşmanı kampanyalar karşısında iç direncimizi ve iç bütünlüğümüzü pekiştirmek ve bunu sağlayan köklü İslâmî değerlerimizi tahkim etmek için çok acil bir “manevi diriliş hamlesi” başlatalım. Yetkin ilim, fikir ve hikmet ehlinden oluşan bir heyet kuralım. Millî Eğitim Bakanlığı (özellikle Din Öğretimi Genel Müdürlüğü), Diyanet İşleri Başkanlığı, İlahiyat/İslâmî İlimler Fakülteleri, Gençlik ve Spor Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Aile Bakanlığı, YÖK, TRT vb. ilgili bütün kurumları harekete geçirerek “tek merkezden” kapsamlı bir çalışma yürütelim. Allah, Peygamber, Kur’an, kardeşlik, sevgi, saygı, merhamet, yardımlaşma… gibi ortak manevi değerlerimizi hep birlikte yeniden ve hızla inşa ve ihya edelim. Eğitim sistemimizin her kademesinde İslâm Dini ve Ahlâkı, Kur’an-ı Kerim ve Tefsiri, Hz. Muhammed’in Hayatı ve Sünneti derslerini, içeriğini zenginleştirerek zorunlu kılalım; LGS ve YKS sınavlarında da bu derslerin her birinden belli oranda soru soralım ki, derslere gereken önem verilsin, müşterek kimliğimiz perçinlensin.
Elbette böyle yapıldığında tüm sorunlar çözülmeyecek ancak çok önemli kısmı çözülecek. Dolayısıyla bundan sonra kaliteyi sürekli iyileştirme sürecine odaklanmak mecburiyetindeyiz. Tüm bunlar ise aynı zamanda geçmişten günümüze yapılanlar üzerinde yoğun düşünmeyi, istişareyi ve kurum kültürü teşekkülünü gerektiriyor. Parçalarla bütün arasındaki ilişkileri berraklaştırıp, sistemik düşünmeyi güçlendirdiğimizde imam hatip okullarının daha da gelişeceği söylenebilir. Unutmamak gerekir ki imam hatiplerdeki eğitim sisteminin kalitesini belirleyen unsurlardan biri hatta birincisi de öğretmenlerdir ve onlar için geliştirilecek her türlü dönüşüm ve iyileştirme bu okullarımızı doğrudan olumlu etkileyecektir.
ABDULLAH YILDIZ