Adalet Ağaoğlu: Eşim Öldükten Sonra Tükendim, Artık Yazmayı Bıraktım
Türkiye’nin önde gelen edebiyatçılarından Adalet Ağaoğlu, geçen yıl eşi Halim Ağaoğlu‘nu kaybettikten sonra yazmayı bıraktığını Sabah’tan Tuba Kalçık‘a açıkladı. Ağaoğlu, “Geçtiğimiz yıl eşinizi kaybettiniz. Neler hissediyorsunuz?” sorusuna şu cevabı verdi: “Yarımım… Onu kaybettikten sonra yarım bir insan oldum. Göğsümün üstünde kocaman bir taş var sanki. 64 yıldır evliydik…Bugün 90 yaşındayım. Uzun süredir evden dışarı bile çıkamıyorum. Bu kadar uzun yaşamayı hiç istemedim. Halim gitti, ben hâlâ yaşıyorum. Kendimden sıkıldım…Hayatım boyunca yazmaya hiç ara vermemiştim ama Halim öldükten sonra tükendim, artık yazmayı bıraktım. Hayat şeklim değişti, önceliklerim değişti eşim gittikten sonra. Onsuz yaşamak çok zor. Yanımda bir bakıcım var. Yeğenlerim bana o kadar yakınlık gösteriyor ki, onları üzmek istemiyorum… O gittiğinden beri yakınlarımı çaresiz bırakmamak için ‘güler yüzlü yaşamaya mecburluk’ rolünü oynuyorum. En sahici itirafım bu olsun.”
Ölüm ve Ayrılık Acısı Aktif Sabır İle Hafifler
Mezkur haberin etkisinde kalarak, bugün bir tespit ve öneri olarak en sonunda ifade edeceğimi hemen baştan söyleyeceğim: Sevdiğimiz en yakın dostlarımızı kaybetmenin acı duygusunu ortadan kaldıracak tek manevî reçete, iman coşkusuyla kadere tam rıza göstermek ve kaybettiklerimizle ahirette buluşma anını aktif sabır içinde beklemektir. Allah’a teslimiyet ve tevekkül içinde sığınan yalnızlık hissine kapılmış bir kişi, bu durumda acılarının ve sıkıntılarının hafiflediğini görecektir. Ölüm, Allah’ın emridir ve bu doğrultuda kadere iman, bütün sıkıntıların sonucundan emin olma duygusunu ve güvenini verir insana. İşte o zaman insan, kendini yalnız hissetmez. Çünkü Allah’a manen yakın olmakla beraber bütün kederler zayi olur.
Yalnızlık Hissinden Nasıl Kurtuluruz?
Sevdiklerini kaybetmiş bir insanın ruh hâlindeki yalnızlık duygusunun kaynağı aslında acizliktir. Acizlik sayesinde aslında kişi, ölüme hikmet gözüyle baksa teslimiyet ve tevekkül sayesinde bu kaçınılmaz gerçeği daha kolay kabul edebilecek ve bu ruh hâliyle bütün vesvese, kaygı ve şüphelerinden arınmış olarak imanını yenilemiş ve güçlendirmiş olacaktır. İnsanın iç dünyasındaki manevî tazelenme, iman nurunu artıracağı gibi kişiyi Allah’a daha da yakınlaştıracak ve kişi hayatta kalmanın vereceği yeni sorumluluklarını daha kolay üstlenebilecektir.
Kişi, Rabbine yönelmekle bir taraftan âdeta tap taze bir imanla manevî dünyasını zenginleştirecek, diğer taraftan da acziyetin idrakiyle mütevazılığın yanında sosyal hayata daha çok sarılacaktır. Tevazu içinde gönülden hayata uyumlu bir yaklaşım gösteren bir insan, hem topluma karşı görevlerini içtenlikte ifa edecek, hem de Allah katında manen yücelecektir.
İster farkında olalım veya olmayalım iman etmekle birlikte gerek iman edenin manevî dünyasında, gerekse sosyal çevresinde nurlu, lezzetli, sevimli ve kaynaştırıcı güzellikler meydana gelecektir. Böylece hayat, her şeye rağmen daha anlamlı ve güzel olacaktır. İman ve tevekkül sayesinde kişi, bütün bu güzellikleri iç dünyasında hissedebileceği için, hâlinden şikâyet etmeyi artık aklından geçirmeyecektir. İhtiyarlar Risalesinde ileri yaşlara kavuşmuş erkek ve(ya) kadınlara hitap eden Said Nursi, yalnızlık duygularından kurtuluşun kaynağını imana işaret ederek orijinal ifadesiyle şöyle buyurmaktadır:
“Madem iman gibi hadsiz derecede kıymettar bir nimet bizde vardır; ihtiyarlık da hoştur, hastalık da hoştur, vefat da hoştur. Nahoş bir şey varsa; o da günahtır, sefahattir, badatlardır, dalâlettir. Ey ihtiyar ve ihtiyareler! Madem sizlerde iman var ve madem imanı ışıklandıran ve inkişaf ettiren namaz ve niyaz var; ihtiyarlığınıza ebedî bir gençlik nazarıyla bakabilirsiniz. Çünkü onunla ebedî bir gençlik kazanabilirsiniz. Hakikî soğuk ve sakil ve çirkin ve zulmetli ve elemli olan ihtiyarlık ise; ehl-i dalâletin ihtiyarlıklarıdır, belki de onların gençlikleridir. Onlar ağlamalı, onlar “vâ-esefâ vâ-hasretâ” demeli. Sizler, ey muhterem imanlı ihtiyarlar! “Elhamdülillahi alâküllihal” deyip mesrurane şükretmelisiniz”.
Aynen öyle, imanla manevî zirvelere ulaşabilen yaşlılarımız, lisan, kalp ve lisan-ı hal ile “Elhamdülillah” demelidir. Dünyevî ayrılıkların mahiyetinde gizlenen sevaplar, öbür dünyada kişiye mükâfatlar kazandıracağına göre, meşakkatlere katlanmak da kolaylaşacaktır. Bundan dolayı eşlerini kaybetmiş yaşlılar, “bu da geçer yâ Hû” demeli ve aktif sabır göstererek, çekilen sıkıntıların aslında bir ibadet türü ve bunun da ahiret için manevî bir yatırım olduğunu düşünmelidir. Her şeyin geçici ve gidici olduğu gibi, dünyevî ayrılıkların doğurdu yalnızlık ve acı duygularının da kalıcı olmadığı inancı, insanı sabırlı kılar.
Allah, “Demek ki, zorlukla beraber bir kolaylık, muhakkak güçlükle beraber bir kolaylık vardır” (İnşirah: 3-6) buyururken, ayrılıkların yol açtığı keder ve gamdan sonra rahatlığın ve kolaylığın geleceğini müjdelemektedir. Kişi, aktif sabır gösterir ve hâline olumlu yönde bakmaya başlarsa, içinde bulunduğu durumdan fiilî anlamda belki de tam olarak kurtulamasa da, kendini rahat ve huzurlu hissedecektir.
Hz. Mevlana, böyle durumlarda şöyle tavsiyelerde bulunmaktadır: “Gam düşüncesi, sevinç yolunu keserse, üzülme; Çünkü o gam, senin için sevinç ve neşe hazırlamaktadır.” Demek ki sabretmenin sonunda kişi, ahirette manevî lezzetlerin yeşermesine vesile olan neşe ve mutluluğunu, olumsuz olarak gördüğü ve keder zannettiği bizzat o zahirî durumlardan kazanacaktır.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi