Geçen hafta İslâm’da tedric (hükümlerin ilâhî irade tarafından bir defada ve bütün olarak değil tebliğ ve değişim süreci boyunca beşerî ve sosyal olgular dikkate alınıp peyderpey konulması) yöntemine değinmiş ve buna örnek olarak bir olaya yer vermiştik: “Müslüman olmak için cihada çağrılmamayı, kendilerinden öşür (zekat) alınmamasını, namazla yükümlü tutulmamalarını ve başlarına kendilerinden olmayan birinin yönetici yapılmamasını” isteyen Benî Sakif heyetinin namaz dışındaki isteklerini kabul eden (Müsned, IV, 218) Resûlullah (s.a), onlardan dinin bütün hükümlerine uymalarını istemesi halinde bunu kabul etmeyeceklerini, buna karşılık Müslüman olduktan sonra zaman içinde hem öşür verip hem de cihada katılacaklarını öngörmüş ve uygulamada bir geçiş dönemine müsamaha göstermişti.”
Bugün de kendilerini kimlik olarak “Müslüman” gören ama İslâmî hayat tarzını uygulamada pek çok eksiği ve çelişkisi bulunan insanımızın yeniden İslâmî hayatı kuşanması yönünde çaba gösteren çağdaş davet öncüleri, bu değişim sürecinde muhataplarına oldukça müsamahakâr davranmalıdırlar. Zira değişim bir anda değil ancak çeşitli sosyal ve psikolojik aşamaları olan bir süreçte gerçekleşebilmektedir.
İşte bu noktada, önceki haftalarda Yusuf el-Karadavî’nin “Öncelikler Fıkhı” kitabına atfen dikkat çektiğimiz davetçilerin içine düşebildiği çelişkili durum ve duruşlarının “denge”ye kavuşması önem ve öncelik arz ediyor: ‘Öncelikler terazisi’ bozulduğu için önemli ile önemsizin, öncelikli olanla olmayanın, farz ile nafilenin vb. yerini değiştirerek cüzî ve ihtilaflı konular etrafında enerjilerini tüketen davetçilerin (İslâm’ı tebliğ ve temsil konumunda olanların) acilen önceliklerini belirleyip, bütün güç ve imkanlarını İslâm’ın büyük, önemli ve öncelikli hedeflerini gerçekleştirme yönünde seferber etmeleri gerekiyor.
İmdi biz, Beni Sakif’in Müslüman olmak için ileri sürdüğü şartlar Peygamberimiz (s.a) tarafından kabul edilirken, “namazla yükümlü tutulmamaları” şeklindeki şartlarının yine Efendimiz (s.a) tarafından: “İşte bu olmaz, zira rükûsuz (namazsız) dinde hayır yoktur” cevabı verilerek kesin bir dille reddedilmesi (Ebû Dâvûd, Harac 26) gerçeğinden hareketle İslâmî değişim sürecinde namazın önceliğini vurgulamalıyız:
Rabbimizin bütün peygamberlerine tevhid inancından sonra ilk emrettiği ibadet namaz olmuştur.
Bir adı da Musa Suresi olan Taha Suresinin 9-13. ayetlerinde Musâ’ya (a.s) seslenip onu peygamber seçen Rabbimiz, 14. ayette öncelikle tevhid inancını, hemen ardından da namazı emretmiştir: “Şüphesiz ben Allah’ım; benden başka hiçbir ilah yoktur. O halde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.”
Bebekken konuşan Hz. İsa (a.s), peygamberliğini ilan etmesinin (Meryem, 19/30) ardından der ki:
“(Allah) hayatta kaldığım sürece bana namaz kılmamı ve zekât vermemi emretti.”(Meryem, 19/31)
Yüce Rabbimiz, Peygamberimizin atası Hz. İbrahim’e (a.s) hitaben bütün davetçilere şunu emreder:
“İman eden kullarıma söyle; namazı dosdoğru kılsınlar ve içinde alışverişin ve dostluğun olmadığı gün gelmezden önce kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli-açık infak etsinler.”(İbrahim 14/31)
Hz. Muhammed (s.a) de Kadir gecesinde gelen ilk vahiyle (Alak, 96/1-5) peygamber olmuş, ertesi gün Cebrail aleyhisselam ile birlikte sabah namazını kılmıştır (Tahirü’l-Mevlevi, Müslümanlıkta İbadet Tarihi. Bu çerçevede zekât ve orucun hicrî 2. yılda, haccın da hicrî 9. yılda farz kılındığı hatırlanmalıdır.).
“İslam beş esas üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.” (Buhârî, Îmân 2) diyen Resûlüllah (s.a), İslâm’a giren herkese öncelikle namazı emretmiştir.
Peygamberimizin (s.a) vefatı öncesinde mübarek ağzından dökülen son cümleler namaz olmuştur:
“Namaza dikkat edin! Namaza dikkat edin! Namaza dikkat edin!”
Zira namaz kılmak, müminlerin kurtuluşunun (cennetin) öncelikli vesilesidir (Müminûn, 23/1-2):
“Müminler kesinlikle kurtuluşa ermiştir; ki onlar namazlarında huşû içindedirler.”
Cehenneme girmenin öncelikli gerekçesi ise namaz kılmamaktır (Müddessir, 74/42-45):
“Sizi şu yakıcı ateşe (Cehenneme) sokan nedir?” Onlar şöyle cevap verirler: “Biz namaz kılanlardan değildik; yoksulu doyurmuyorduk; (günaha) dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk.”
Üstad Said Nursi’nin “Kâinatta en büyük hakikat iman, imandan sonra da namazdır” sözü de, işte namazın bu önceliğini vurgular…