ORGANLARIN ŞAHİTLİĞİ(I)
1. Modern bilimin empoze ettiği değerler açısından vahiy ile bize bildirilen bazı haberleri test etmek mümkün değildir. Bu açıdan bilim referans alındığında pozitivizme sapmak mukadder olur, pozitivizmi takip edecek safha ise materyalizmdir. Materyalizm, müşahede alemiyle gayb alemi, mülk alemi ile melekut alemi arasındaki irtibatı koparmaktadır. Oysa iki alem arasında sıkı irtibat vardır ve fakat birinde, mesela mülk aleminde geçerli olup işleyen yasalar, melekut aleminde geçerli oldeğildir, orada iş gören başka yasalar vardır.
Ruhun bedenden çekilmesinden sonra geride kalan organlar birer cisimdirler ve artık mülk aleminde gözlediğimiz üzere cansızdırlar, çer çöptürler, zaman içinde toprağa karışıp giderler. Gel gör ki, Kur’an-ı Kerim, bizim toprağa karışıp gittiğini düşündüğümüz organların Hesap Günü’nde aleyhimizde şahitlikte bulunacaklarını haber verir. Pozitif bilim açısından bakıldığında bunu kabullenmek mümkün olmadığından, gayba iman ettiğini söyleyen bazı insanlar dahi bir tereddüte düşerler.
Bu açıdan öldükten sonra organların kötü eylemi yapan (mücrim) insanın aleyhinde şahitlikte bulunması tipik bir örektir. Bu konu Kur’an-ı Kerim’de beş surede ele alınmıştır: Nûr 24/23-24; Yâsîn 36/63-65; Fussilet 41/19-23; 75/Kıyâmet, 14-15. Konuya bu ayetler ışığında bakmaya çalışalım:
Nur suresinin ilgili ayetlerinde (24/23-25) şöyle buyrulur:
“Namus sahibi, bir şeyden habersiz, mü’min kadınlara (zina suçu) atanlar, dünyada ve âhirette lânetlenmişlerdir. Ve onlar için büyük bir azap vardır. O gün, kendi dilleri elleri ve ayakları aleyhlerinde yaptıklarına dair şahitlikte bulunacaklardır. O gün, Allah hak ettikleri cezayı eksiksiz verecektir ve onlar da Allah’ın hiç şüphesiz hak olduğunu bileceklerdir.”
Surenin anahtar terimlerinden biri olan “fahşa ” kelimesi insanın bozulmamış tabiatına aykırı olan her türlü tutum ve davranış anlamına gelir ki biz buna ‘çirkin ve utanmaz eylemler’ diyebiliriz . “Münker”le bir arada düşünüldüğünde çirkince utanmazlıkların hem temiz fıtrat ve selim akıl, hem din-şeriat tarafından belirlenebileceğini göstermektedir. “Ma’ruf” iyi, güzel, doğru ve faydalı olandır, “münker” tam aksine kötü, çirkin, yanlış ve zararlı fiil ve tutumdur. Bunlar bir hayat tarzı olarak benimsendiğinde insanı çirkinleştirir, hayâyı, iffet ve edebi ortadan kaldırır, bu da fahşa ve fuhşa kapı aralar. Fahşa ve münker, insanın gaflete düşerek şeytanın adımlarına uymasının sonucudur (2/Bakara, 168-169).
Surenin ele aldığı başat konulardan biri Hz. Aişe’nin uğradığı iftira yani İfk hadisesidir.
23. ayet son derece önemli bir hususa işaret etmektedir: İfk olayında Hz. Aişe vahiy ile temize çıkmıştı. Ancak tarihselci bakış açısının dışına çıkıp da olayın kendisine baktığımızda şunu söyleyebiliriz: Söz konusu iftira ve suçlamalar her zaman ve her iffetli kadına yapılabilir. Hiçbir şeyden habersiz bu türden iftiralara maruz kalan her kadın için vahiy gelmez. İftiraya maruz kalan bir kadın kendini temize çıkaramadığı zaman yuvası yıkılır, perperişan olur. Bu durumda ifk olayı ile ilgili hükmü Hz. Aişe’ye tahsis etmeyip bütün iffetli kadınları içine alacak şekilde genişletmek lazım. Ayet-i kerime de bunun yapmaktadır: “Namus sahibi, bir şeyden habersiz, mü’min kadınlara (zina suçu) atanlar, dünyada ve âhirette lânetlenmişlerdir. Ve onlar için büyük bir azap vardır.” Bu da gösteriyor ki, Efendimiz’e hitap eden birtakım hükümler sadece onlarla sınırlı değil, mü’min kadınların tümünü içine almaktadır,
İffetli kadınlara zina iftirası atanlar suçlarını inkâr etmeye kalkışsalar bile, ahirette kendi organları, elleri, dilleri ve ayakları aleyhlerinde şahitlik edeceklerdir. Bir insanın kendi organının dile gelip aleyhinde şahitlik etmesi ne büyük bir dramdır. Böyle kimseler hak ettikleri cezaya çarptırılacaklardır.
Bunun manası ortada somut bir delil yoksa bile, işlenen bir cürüm kıyamete kadar gizli kalabilir ama Hesap Gününde cezasız kalmaz, yargıdan, çevredekilerin gözlerinden, bilgisinden gizli kalmışsa bile, mücrim cürmü hangi organlarıyla işlemişse, o gün o organ mücrimin aleyhinde şahitlik edecek ve böylelikle mutlak adalet tahakkuk edecektir.
2. Benzer konu başka bağlamda da ele alınmaktadır: Somut kanıt veya adil (yalansız) şahitlik olmadan adil yargılama olmayacağı, adil olmayan yargılama sonucu verilen cezaların hukuk dışı olacağına ilişkin hüküm, hukukun temel ilkelerinden biridir. Bu konu organların aleyhteki şahitliği bağlamında Yasin (36) Suresi’nde ele alınır. Surenin 63-65 arası ayetlerde şöyle buyrulur:
“İşte bu, size vadedilmiş cehennemdir. İnkâr etmenize karşılık olmak üzere bugün oraya girin.
Bugün biz onların ağızlarını mühürleriz; (günahtan ve sevaptan yana) kazandıklarını, elleri bize söylemekte, ayakları (aleyhlerinde) şahitlik etmektedir.”
Can yakıcı azabın verileceği yer cehennemdir, bu söz dinlemeyip yoldan çıkanlara vaadedilmişti, peygamberler kötü fiillere karşılık bir ceza olarak inkârcıların, isyancıların ve zulmedenlerin karşısına çıkacağını söylemişlerdi. Her ne vaadedilmişse, ne söylenmişse bugün gerçekleşmektedir.
Kendilerini dilleriyle savunabilirler, ama yalan söyleyecek olsalar dilleri dahi kendi aleyhlerinde şahitlik edecek yani beyinleriyle dillerine diledikleri komutu verip konuşturamayacaklardır. Diyelim ki dilleri döndü, yalanın asla geçerli olmadığı, iş görmediği böyle bir günde ağızları mühürlenir, tek bir cümle kuramazlar. Bu, savunma haklarının ellerinden alınması demek değil, dünyada yaptıkları gibi yalan şahitlik, hilafı hakikat beyanında bulunma güç ve yeteneklerinin artık kalmadığını göstermek içindir, dilleri veya başka organları (elleri, ayakları vs.) faaliyete geçtiği andan itibaren sadece doğruyu söyleyecek, aleyhlerinde şahitlik edeceklerdir.
Onlar zannediyorlardı ki, Allah’ın gücü onlara yetmiyordu, O dileseydi gözlerinin üstünü basar (4/Nisa, 47), silme kör ederdi, birbiriyle didişir dururlardı. Gördükleri halde inanmadılar, gözleri silme kör olsaydı, göremedikleri şeyler üzerinde tefekkür edip hakikate varma konusunda nasıl sorumlu tutulacaklardı. Yüce Allah, dileseydi en güçlü, görkemli oldukları çağda onları başka bir hüviyete, başka bir kalıba sokardı, yerlerinden kımıldayamazlardı. Ama her şey yolunda yürüsün, sınav düzgün yapılsın diye öyle yapmadı, onlara göz, kulak, el, ayak, akıl, zekâ verdi; doğru ve yanlış yolu gösterdi ve onları kendi özgür iradeleri, serbest tercihleriyle başbaşa bıraktı.
İnsana uzun ömür verilmesi dünyaya kazık çakacağının teminatı değildir, eninde sonunda ölecektir. İnsan ömrü çevrimseldir, yaş ilerledikçe başlangıç noktasına döner yani çocuklaşır. Gençliğinde ve yetişkinliğinde sahip olduğu akli ve ruhi yetenekleri zayıflar, güçten kuvvetten düşer. Geçen zaman kişinin lehine değil, aleyhinedir. İnsanın ekin ve hasat mevsimi sınırlıdır, gençliğinde ve yetişkinliğinde güzel şeyler ekerse onları biçer, yaşlılıkta istese de bazı şeyleri yapamaz. (Bkz. 16/Nahl, 70 ve 22/Hac, 5.)
ALİ BULAÇ
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) kabul edilen yeni Siber Güvenlik Kanunu, Türkiye'nin siber uzaydaki milli…
SOKAK İFTARLARINDA Kİ HEYECAN VE ÇOŞKU Ramazan ayını çok seviyorum…Çünkü geçmişe dair en güzel anılarımın…
ABD yönetimi, İsrail’le 1979’da imzaladığı barış antlaşmasından beri Mısır’a her sene yaptığı para yardımının bir…
ERTUĞRUL ÖZKÖK’ÜN ÜZÜLMESİ HAYRA NİŞANDIR Görüşleri ile ilgili yazılar kaleme aldığım için bilirim Ertuğrul Özkök…
KUR'AN'DA ADI GEÇEN BESİNLER "MİSK" خِتَامُهُ مِسْكٌۜ وَف۪ي ذٰلِكَ فَلْيَتَنَافَسِ الْمُتَنَافِسُونَۜ "Bir içecek ki, içimi…