لَا يَنْهٰيكُمُ اللّٰهُ عَنِ الَّذ۪ينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ اَنْ تَبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُٓوا اِلَيْهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ
Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürmeyenlere iyilik yapmanıza, onlara adaletli davranmanıza engel değildir. Çünkü Allah, adaletli olanları sevendir. (Mümtehine 8)
Günümüzde Amerikan siyaset bilimci Joseph Nye’ın terimlendirerek Soft Power adını verdiği, yumuşak güç, ya da daha uygunu, tatlı güç olarak tercüme edilebilecek uluslararası rekabet stratejisi Amerika’nın Vietnam savaşındaki mutlak güç kullanımının giderek yetersizleşmeye başladığının herkesçe anlaşılması üzerine kaleme alınmış, büyük dünya devletlerinin gerçek anlamda hakimiyet kurmasının sadece askeri yöntemlerle olmayacağı bunun iktisadi, mali, kültürel, insani sahada da tezahür etmesindeki lüzumu ortaya koyan bir stratejidir. Amerika’nın tabiri caizse kendini sevdiremeden dünyada etkili olamayacağını anlatan bu strateji Washington’da yavaş yavaş kabul edildi.
1970’lerden itibaren Amerika, kültürde, sanatta, ülkelerin içindeki halkla ilişkiler etkinliklerinde, eğitimde, mali konularda, ticarette, kendi ürünlerinin pazarlanmasında, markalarının franchising çalışmalarında, 1980’lerden itibaren kültürlerin kendisine benzemesi yoluyla pazarlamanın kolaylaşması anlamına gelen Küreselleşme’de, USAID tipi yardım programlarında, reklamlarda, dizilerde, müziklerde, kısaca her alanda sadece askeri ve casusluktan ibaret olmayan olmayan bir güç ortaya kondu. Kuşkusuz bu yeni de değildi. 1975 yılında İzmir Fuarında Sovyet pavyonunu ziyaret edip akşam da Moskova Devlet Sirki’nin propaganda gösterisini izleyen bir çocuk Leninist imparatorluğun, kendisini sevdirme çabalarına birinci elden şahit olabilirdi. Bu alanda daha önce İngilizler ustalaşmış, soykırım uygulayıp adeta mezbahaya çevirdikleri ülkelerden bile çıkarken arkalarında kendilerine hayran elit sınıflar bırakarak ayrılmışlardı. Napoleon döneminde başlayan ‘Fransız Medeniyeti’ hayranlığı da bu yöndeki stratejilerin sonucudur. Kısaca Tatlı Güç, yüzyıllardır kullanılan bir stratejidir.
Osmanlı Nye’den önce?
Ancak Tatlı Güç bir Osmanlı icadıdır. Ondan önceki güçler, örneğin Roma İmparatorluğu güce dayalıydı. Ordusu en etkin özelliğiydi ve ülkeleri fethettikten sonra köleleştirmekteydi. Sömürge imparatorlukları kesinlikle Tatlı Güç değil askeri güce, acımasızlığa dayalıydı. Çin imparatorlukları askeri güçle genişliyor, asker tutacak maliye olmayınca çöküyordu. Pers imparatorlukları da satrapların kudretine dayalıydı. Önceki İslam devletlerinde bir farklılık görebiliriz amaezici askeri güç yine orada da temel merkez oldu.
Osmanlıların yayılması aslında bugün zannedilenin tam tersi şekilde, askeri güçle değil insanların benimsemesiyle gelişmeye başlamıştı. Ticaret kolonileri, Osmanlı yanlısı Hristiyan papazlar, kültür merkezi olarak çalışan Bektaşi tekkeleri, müzik, Türkçe ilahiler, hijyen ve temizlik standartları, ev aletleri ve günlük eşyalar, Hristiyan manastırlara destekler, zor durumdaki ailelere yardımlar, vergi indirimleri, hatta vergi yerine bir çocuğu özel kuvvetlere kaydetmek Osmanlıların gelişiminde pazarlama sahasında “push” denilen, önce tabanı hazırlayıp sonra tabandan daha üst katmanlara baskıyla yürütülen stratejiye benzer bir yöntemdi.
Osmanlı fetih izlencesi
Osmanlı fethetmeden yaklaşık 40 sene önce ilk ticaret temsilciliğini açar, ardından oraya en sağlam en karizmatik Bektaşi dervişini yollardı. Bunların çalışmaları sonucu bölgede Osmanlı’ya ticaret, din ve kültür olarak yakın bir kitle oluşurdu. Halka dayalı bir “Osmanlı gelse vergileri yarı yarıya ödeyeceğiz, çok daha mutlu olacağız, dinimizi daha iyi yaşayacağız, papazlarımız da zaten istiyor” düşüncesi halkta yayılır ardından üst yönetim tarafından dışlanmış asiller hedeflenirdi. Bu asiller kültürel olarak potansiyel Osmanlılardı, bazıları din değiştirme ön adımlarına başlardı. Artık halk da asiller de hükümdarın gitmesi için hazır olunca, bir ordu yollanır ama aslında ordu ayak basmadan ülke ele geçirilmiş olurdu. Bazen hükümdar kendi halkı tarafından Osmanlı’ya teslim edilirdi.
Bosna örneği
Bunun en tipik örneği, aslında savaşlarla alınması çok zor olan Bosna-Hersek’tir. Ayvaz Dede gibi sufiler halk üzerinde uzun süren çalışmalar yaptıktan, Visoko gibi yerlere kadar uzanan ticaret temsilcilikleri açıldıktan, ülkedeki asiller sınıfı tek tek ayrı markaja alındıktan ve toplumun Osmanlı’ya sempatisi yerleştikten sonra artık Bosna’nın Devlet-i Ali’ye katılması gün meselesiydi. Nitekim Bosna asilleri iyice yalnız kalan Kral Stepan Tomaşeviç’i kendi elleriyle Osmanlı’ya teslim etmiş ardından da statülerini korumak kaydıyla Müslümanlığı kabul etmiş, üst asiller Bey, alt asiller de Ağa statüsünde yüzyıllarca kendi konumlarını devam ettirmişlerdi. Bosna’da imar çalışmaları başlamış, ülkede sıfırdan bir şehir olan Bosna Sarayı kurulmuş, toplum güçlendirilmiş, Müslüman Hristiyan ayrımı yapılmamıştı.
Macaristan’da, Eflak’ta, Silistre’de, Girit’te, Kıbrıs’ta, Karadağ’da, Sırbistan’da hep benzer politikalar uygulanmıştı. Dahası Fransa, Polonya, İngiltere gibi yerlerde de Türklerin etkisini artırmak ve politik gücünü yansıtmak için girişimlerde bulunulmuştur. Örneğin 1683 Viyana kuşatması öncesi, aslında Avrupa’nın Fransa-Türkiye arası paylaşımı planı olan büyük bir savaşın başlangıcı bu kuşatma öncesinde yaklaşık 10 yıl boyunca Paris merkezli olarak Türk kültürel etkisi Fransa’da önemi hakimiyet kurmuştu. Türkiye’nin Tatlı Gücü’ne karşı yakınan Luly’nin Kibarlık Budalası balesi, Paris’in Türk kültürel hakimiyetinden kurtulması için bir protestodur. Bu baleden anlaşıldığı şekilde o dönemde Fransız elitlerin bazı Türkçe kelimeleri ezbere bilmesi de ilginç bir husustur. Osmanlı içte ve dışta yayılmak için ya da paktlar kurmak için tatlı Gücü ilerletmişti.
Hem ayetlerden hem de ihtiyaçtan kaynaklı
Bu aslında sadece merhametten ya da akıllı yönetimden kaynaklanmamaktaydı. Bu bir zorunluluktu. Osmanlılar ilk günden en sona kadar Hristiyanlarla iç içe yaşadılar, aileler karıştı, iki taraf birbirinin dilini konuştu. Fatih Sultan Mehmed Cenevizlilerle iyi dosttu, Rumcayı iyi konuşur hatta Homeros okuma günleri düzenlerdi. Osmanlı kalburüstü ailelerinin çoğunda yeni İslamlaşmış ailelerde gelinler olur, hatta bir çoğunda Hristiyanlığın sürdüren gelinler bulunurdu. Birçok bölgede nüfus ağırlıkla Hristiyandı. Dolayısıyla Romalıların Kartaca’yı yerle bir edip halkını soykırıma uğratması misali eylemlere hem Kuran-ı Kerim’in kesin emirleri neticesinde müracaat etmeleri mümkün değildi hem de Hristiyan halkla içi içe yaşadıkları, hatta pek çok devlet görevlisi Hristiyan ya da Yahudi olduğu için isteseler dahi yapamazlardı.
Bu nedenle Osmanlıların Soft Power / Tatlı Güç kullanımı yoluyla yayılmaları, tarihi yakından bilmeyenlere gözünde hayali bir kılıç gücü olarak belirmişti. Tersine, Osmanlı Kılıç Gücü’nü uyguladığı 19. yüzyılda hezimete uğramıştır.
İngilizler dünyaya Osmanlı üzerinden açıldılar. Her ne kadar Portekizli müttefiklerinden denizciliği öğrenmiş olsalar da ilk dünyaya açılmaları İngiliz Şark Kumpanyası adı verilen Osmanlı ile ticaret seferleri ile olmuştur. Ardından bütün dikkatleriyle Türkleri izlemiş ve dünya imparatorluklarını Osmanlı modeli üzerine kurmuşlardır. Tabii yöntemleri aynıydı, onların amaçları şeytani sömürü üzerineydi. Amerikalılar da dünya ticaretlerini ilk kez Osmanlı üzerinden başlatmış, ilk denizaşırı askeri vakaları da Mağrib’de vukuu bulmuştu. Fransa zaten 1. Fransuva’dan sonra üç yüz yıl boyunca hemen her detayda Türkiye’yi örnek almış bir ülkeydi.
Kısaca Tatlı Kuvvet Osmanlıların dünyaya bıraktıkları bir büyük devlet yönetme mirasıdır.
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…
Önceki yazımızda Yûsuf 12/76 ayetini kısmen ele almıştık. Bu yazımızda ise ayetin ele almadığımız yönleri…
Eksikleri Varsa da Doğruya Yakın Bir Görüş Mirat Haber olarak, İslam'a aykırı olmadığı müddetçe, her…