-Oku! –
-Ben okuma bilmem.
-Oku!
-Ben okuma bilmem.
-‘Oku, yaratan Rabbinin adıyla!’
Nebi (a.s) nin maddi/fiziki olarak yirmi üç yıl, bizim için hem maddi hem manevi olarak kıyamete kadar sürecek ‘okuma’ serüveni/yürüyüşü hepimizin bildiği bu diyalogla başlamıştı. Böyle başlamıştı vahy. Oku! Ümmi olan Allah Rasulüne okuması emrediliyordu. Allah (c.c)ın bu durumla alakalı neyi murad ettiğini siyer çalışması yapanlar detaylı açıklamalar yapmıştır. Burada üzerinde durmak istediğim şey ise okur yazar olmak için ama özellikle okur olmak için harfleri bilmek yeterli mi? Harfler olmadan da okuyamaz mı bir insan? Dahası harfleri bilen tanıyan herkes okur mu? En başta kişi kendini okuyabiliyor mu? Öyle ya ilk vahy ayetlerinden biri ‘’O, insanı ‘alak’tan yarattı.’’ değil miydi? İnsan okumaya kendinden başlamalı sonra hayvanatı, nebatatı ve dahi kainatı okumalı. Her bir varlığın bir ruhu bir canı olduğunu unutmadan okumalı insan yaratılmışları. O zaman nasıl değişir, güzelleşir dünya görürüz hep birlikte.
Yunus’un
‘’İlim ilim bilmektir.
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin.
Ya nice okumaktır.’’
Sözleri insanın okumaya kendinden başlamasını okumanın ön koşulu olarak kabul etmemiz gerektiğini de belirtir. Çünkü nefsini/kendini bilen Rabbini de bilir. Rabbini bilenin canileşmesi, canavarlaşması, bir başka varlığa zarar vermesi mümkün mü? Zaman zaman karşılaştığımız kötü örnekler var elbette. Dış görünüşüne baktığımızda son derece naif görünen ama aslında içinde bir zalim barındıran kişiler de vardır. Bu, onların dışarıda sergiledikleri birtakım tutum ve davranışların göstermelik olduğunu karanlık yüzlerini gizledikleri bir örtünün varlığını ortaya koyar, o kadar.
Kalp cerahı bir tanıdığım, sohbetlerimizden birinde; sayısını hatırlamadığı kadar kalp ameliyatı yaptığını, her ameliyatta Allah’ın sonsuz kudretine bir kez daha tanık olduğunu belirtmişti. Bu da bir çeşit okuma değil miydi? Çiçekleri konuşturan Yunus onları okumamış mıydı aslında? Ağaçların dilini çözmeye çalışan nice şair nice yazar var. Onlarınki de bir okuma çabası değil mi? Kuşlarla ve diğer hayvanlarla konuşan Hz. Süleyman (a.s), demire hükmeden onun dilinden anlayan Hz. Davut (a.s) bizlere birer işaret olamazlar mı?
Peki okumanın bir ölçüsü yok mu?
Elbette var.
Son peygamber (sav): ‘’ Faydasız ilimden Allah’a sığınırım.’’ diyor. Ölçü, okumalarımızın bir fayda içermesidir. Bu fayda hem bireysel hem toplumsal olmalı. Malayaniden uzak olmalı. Bizi iyiye doğruya yönlendirmeli. Bizi kötülüklerden uzaklaştırmalı.
Öyleyse haydi başla okumaya.
Öncellikle faydasız ilimden Allah’a sığınarak başla.
İnsana, canlı cansız tüm varlıklara odaklan. Onları en sahih ve en sarih şekilde okumaya çalış. Onları tanıdıkça kendini daha iyi hissedeceksin. Allah’ın çizdiği helal haram çizgisini ihlal ve ihmal etmediğini göreceksin zamanla. Başta son elçinin (a.s) sonra diğer öncülerin ayak izlerini takip et. Bir köpek leşinde dahi bir güzelliği nasıl keşfettiğini ve arkadaşlarına bunu gösterdiğini göreceksin. Okudukça ufkun açılacak, yeni yepyeni âlemler tanıyacaksın. Okudukça kıyamete bir adım kala elindeki fidanı dikmen gerektiğini, böylece doğaya saygının asırlar önce nasıl başladığını göreceksin. Süslü lafların yerini anlamlı eylemlerin gerekliliğni öğrenecek ve bunu sadece laf üretenlerin yüzüne haykıracaksın.
Öyleyse başla okumaya.
Vahyin evrensel mesajının sana da geldiğinin idrakiyle başla.
Her bir ayeti fehmetme gayretini göster. Vahye ölülerden ziyade dirilerin ihtiyacının olduğu bilinciye hareket et. Dağların ‘emaneti’ niçin yüklenmek istemediklerini okumaya gayret et. Denizlerin, güneş ay ve yıldızların birer dillerinin olduğunu ve dillerince Allah’ı andıklarını bilerek onları anlamaya çalış ve onları da oku. Okumak için harflere, şekillere, sembollere ihtiyacın yok.
Unutma!
‘’ Okumadığın gün karanlıktasın.’’
Öyleyse oku!
Var edenin adıyla…
EYYUP YÜKSEL
Yüreğine sağlık değerli hocam