1.) Biz müminler için Kelime-i Tevhid basit bir iman ifadesi değil; aksine bize büyük sorumluluk yükleyen bir şehadet izharıdır. Hak olandan yana olup onun izharını, ispatını, hatta iknasını tebliğ görevi olarak yüklenen her Müslüman, bu ağır görev ile her türlü batıllık, sahtelik, zulüm, şer ve münkeri de iyice bilmeyi, onlardan gafil olmamayı ve radikal bir şekilde tamamen onları ortadan kaldırmayı hedef alırken Tevhid’in hemen karşısındaki tüm muhalif durumlara hak diye elbise giydirmeyi, zülme ortak olmayı, onu kabullenip içselleştirmeyi asla düşünmez. Kabileler halinde bölünmüş sosyolojik çoğulculuğu evetleyen İslam, monoteizmin parçalanmasına karşı çıkar. Bu açıdan bakıldığında her tağuti yönetim, Firavuncu tavır, Hakkı örten her kafir idare, batılı zorla dayatan her zalim görüş, zaten istemese de Müslümana düşmandır. Müslüman ona “düşmanım” demiyorsa da düşmanıdır.
2.) Unutmayalım ki İslam dinine inanan her Müslüman, “kendiliğinden ilahiyatçı niteliğindedir”. En azından namazında Allah kelamının ne dediğini bilmeli, hayatında bizzat yaşamalı ve tekrarlamalıdır. Din, ancak tekrarlarla ruhun silindirinde ezilip bedene yayılır. Müslüman, değil sadece dinini öğrenmek ve yaşamak aynı zamanda yaşatmak ve yaşattığını takip etmek üzere de üstün çaba ve araçlara sahip olmak ve her daim “herkesten üstün olmak” zorundadır. Bu son din, kendini Müslüman kabul eden “herkesin tekelinde” ve sorumluluğundadır. “İnanıyorsa” Müslümanın en üstün olması durumu da işte tam budur.
3.) Müslümanlar, haksızlıkların, zulmün, adaletsizliğin karşısında olduğu gibi aynı zamanda bilişsel açıdan onun tarafında, epistemik bağlamda irfanıyla yoğrulmuş, felsefi açıdan bariz yanlışları çekinmeden bildiren, akademik ahlaksızlık ve ideolojik hataların bilincinde, bilimsel sahteliklerin karşısında olmalıdır.
4.) Daha özelde Müslüman akademisyen ise her ne alanda olursa olsun öncelikle Batı bağlamında olmak üzere dünyanın hiç bir yerinde dezenforme edici ideolojilerin veya sahte bilginin küresel veya bölgesel güç olmasını veya en hafifinden zihinleri teslim alacak şekilde neo-sömürü araç haline dönüşerek hegemonyacı baskın fikir olarak kullanılmasını engellemelidir. Hatta o, bu yöndeki niyetleri ve somut fiilleri bizzat düzeltecek hermenötik anlama aygıtları geliştirmeli, güncel antropolojiler adına felsefi teoriler, dinamik maksimler belirlemeli ve irfanına dayalı ahlakî inisiyatifler alacak şekilde hem doğuyu hem batıyı iyi bilen donanımlı yetişmiş elemanlar olarak bariz olmalıdır.
5.) Bilhassa polimat karaktere (çoklu donanıma) sahip Müslüman akademisyen, sadece kendi konularıyla ilgili küresel yayınları, gelişmiş enstitüleri takip etmekle kalmamalı, bilimsel ardışıllık içeren entelektüel ve pratik özgün çalışmalarıyla, hem yerel hem de küresel temelde Tevhid’in gereği “ıslah edici”, “ihya edici” ve “önleyici” davete dayalı eylemler içinde olmalıdır.
6.) Müslümanlar, kendilerinin farkında olup takip ettikleri yabancı ekonomik ve sosyo- kültürel açıdan tekelci güçlerin boyunduruğundan kurtulacak kendi irfanına ait sağlaması yapılmış tecrübelere dayalı pratiğin teorilerini sürekli icat etmeli, güncellemeli ve onları yinelemelidir. Bu hilafet tavrı, tüm mahlukata ve bütün insanlığa yol göstericiler, önder ve öncüler anlamında imametin hermenötik anlamının bir gereğidir.
7.) Unutmayalım ki “çok güçlü kozmik kimliğiyle” Müslüman, aynı zamanda en yakınından başlamak üzere bütün diğer insanları hidayete ulaştırmakla yükümlüdür. Onun küresel tebliğinde artık uzaklığın anlamı yoktur. Her insana şah damarından yakın olan Allah’ı kalbine sokması için çaba göstermelidir. Cihat, konjonktür açısından zulüm karşısında tüm çarelerin tükendiğinde başvurulan zarar verici sırf ve salt asimetrik savaşları değil barış anlarında kalbe yumuşak dokunuşları da kapsamaktadır. En olumsuz formuyla Mekke’nin çok boyutlu işkenceci şirk tipolojilerinden bıkmayan, nötr haldeki Taif’in belli belirsiz oldu bittiye getiren taşlamasından yılmayan, pes etmeyen çağımızın Müslümanı bilmeli ki ilahilerle onu karşılamak üzere Veda tepesine çıkan Yesripler bilfiil var olacak ve ondan Medine’ye çevirecek çabalar göstermesi beklenecektir. Bu parametrik kudretiyle İslam dini sanıldığının aksine sadece son din değil hem tüm zamanları hem de tüm mekanları kuşatacak genişlikte olup bütün inançların tarihsel açıdan asıllarındaki “sarahat” olarak, teolojik açıdan köklerindeki “beyan” olarak, eskatolojik açıdan geleceklerindeki keşifler olarak ve kognitif açıdan onların ideallerinki “sırlar” formuyla ayakta kalabilen yegane din olup onların şerlerini kahredici, iyiliklerini rahmetiyle dönüştürücü Tek ve Mutlak Hakikat’tir.
Prof. Dr. Mustafa ALICI