24 Nisan 1920-16 Nisan 1923 tarihleri arasındaki 1.TBMM döneminde 338 kanun kabul edilmiştir. Bunların 86’sı bütçe, 55’i devlet gelirleri, 12’si mali hususlar(gümrük ve vergiden muaf yatırımlar) ile alakalıydı[1]
1.TBMM çıkarmış olduğu 153 kanun ekonomi ile ilgiliydi. Birinci İnönü zaferinin ardından Londra’da barış konferansı toplamış, Ankara ve İstanbul hükumetinin birlikte davet edildiği bu konferansta TBMM temsilen heyetin başkanlığını Bekir Samih Kunduh yapmıştı. Hedef Serv’in yumuşatılarak kabul ettirilmesi olduğu için konferanstan sonuç alınamamıştı.
Bekir Sami Kundu TBMM heyeti başkanı olarak; İngiltere, Fransa ve İtalya ile ticari ayrıcalıklar karşılığında ülkeden çekilmelerine yönelik anlaşma imzalamıştı. Bu ayrıcalıklar Tanzimat fermanından bu yana batının Osmanlı devletini borçlandırarak aldığı ticari ayrıcalıkların devamı yönünde olmasıydı. TBMM bu anlaşmayı tam bağımsızlığın önünde bir engel gördüğü için kabul etmemiştir.
TBMM 16 Mart 1921’de Sovyet Rusya ile Moskova antlaşmasını imzaladı. Bu anlaşmayla Kafkas sınırları belirlenirken Misakı milli’yi ve yedinci maddede belirtilen kapitülasyonların TBMM tarafından kaldırılmasını da kabul ediliyordu.[2]
Milli mücadelede savaş ekonomisinin yönetilmesine yönelik TBMM iktisadi yönden yürürlüğe Tekâlifi Milliye (milli yükümlülükler) ve Harp encümeni koymuştu. 5 Ağustos 1921’de TBMM baş kumandanlığı Mustafa Kemal’e vermiş, on emir yayınlanmıştı. Bu on emrin kapsamında ülkenin bütün kaynaklarının Milli mücadelenin emrine verilmesini kapsamaktadır. Asker sivil her Tür’ün vatan savunmasına dahil edilmesiydi.
Çıkartılan bu kanundan hareketle yer altı kaynakların millileştirilmesine yönelik olarak 15 Nisan 1920 de konuyla ilgili 11 sayılı kanun çıkartılmıştı. Yeraltı kaynaklarının daha önce Fransızların işgalinde olan ve diğer yabancılara verilmiş iktisadi imtiyazlarla, 1860 yılında Osmanlı’nın yer altı kaynaklarını işletme hakkı almıştı. Bu borçlanma politikalarının iktisadi köleliğe doğru getirdiği bir sonuçtu.
Ekonomik bağımsızlığın olmadığı bir ülkede, tam bağımsızlıktan söz edilemezdi. 1838 Balta Limanı Ticaret antlaşması ve 1839 Tanzimat sonrası sürekli bir diş borçlanma yapısı başlatılmıştı. Bu süreç borcu borçla ödemek sarmalına dönmüş, ödenemeyen borçların tahsili için sonunda Duyunu umumiye kurulmuştu.
Osmanlının gelirlerini, vergilerini artık alacaklılar tahsil ediyordu. Buraya kadar ifade ettiklerimizin ortaya koyduğu gerçek, Osmanlı’nın batış nedeni, kendi iktisadi alt yapısını kuramayışı ve dış ticari iktisadi yapıları ithal ederek, onların sürekli borç modellerine mahkum olmasındandır.
Maalesef bugün uygulanan iktisadi model, Osmanlıyı ilk 1854 yılında borçlandırarak çökerten modelin son evrilmiş halidir.
Osmanlının 1881’de borç rakamı 124 milyon 305 bin 49 Osmanlı lirası idi. 44 yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin pazarlıkları sonrasında borç toplamı 1928 yılında 107 milyon 528 bin 461 Osmanlı lirasına indirilmişti. 1929 Amerika’da başlayan büyük buhran diye bilinen ekonomik kriz nedeni ile dış ödemeler durduruldu. 1932 de Duyunu Umumiye temsilcileri ile yeniden masaya oturuldu. Osmanlıdan kalma borc toplamı 78 milyon 349 bin 417 Liraya indirildi.
Aralık 1932’de Duyunu umumu iye ile yapılan yeni bir pazarlık sonucu Cumhuriyetin Osmanlı’dan devraldığı borç 8 milyon 578 bin 343 altın Türk Lirasına dönüştürüldü.[3] 1954 yılında Osmanlı’dan kalan borç tamamen bitirilerek ekonomik bağımsızlıkla ilgili ciddi bir adım tamamlanmış oldu.
Şimdi şu soruyu soralım; Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu sürecinde, özellikle İzmir iktisat kongresinde öne çıkartılan iktisadi bağımsılık konusundaki vurgu, Osmanlıdan kalma borcun yüklenilerek, zaman zaman yeniden yapılandırmalarla 1954 yılında bitmesi ile gerçekten İktisadi bağımsızlığımıza kavuşmuş olduk mu?
TBMM Cumhuriyet kurulduktan sonra, devletin temel prensiplerinden olan para basması neden gerçekleştirilememişti?
Bu konuyla ilgili olarak enflasyona neden olacağı, henüz Yeni Cumhuriyetin parasının ülke içinde teveccüh görmeyeceği, bundan ötürü bir zaman olgunluğunun olması gerektiği savunması bize göre geçerli ve yeterli değildir. Asıl bu süreç Osmanlı’nın borçlarının nasıl ödenmesi gerektiği ile ilgili bir konudur. Ve belirleyicisi Duyunu umumiye olmuştur. Zaten sürecin 1954 yılına kadar aşama aşama işlemesi, yapılandırmalardan geçmesi bize bunu gösteriyor.
Ancak burada çok önemli olan bir şey var. Yeni Türkiye Cumhuriyetinin Para sistemi yahudi kökenli banka uzmanları tarafından 1931 yılında Merkez Bankası şeklinde yapılandırıldıktan sonra, 1932 yılında Duyumu umumiye alacakları Türk Lirasına çevrilmişti. Görünen o ki Cumhuriyetin ilanından 1932 yılına kadar finansal yapılanma tamamen bu borç ilişkisi üzerinden yeniden inşa edilmiştir.
Merkez Bankasının Türk Devleti ve Türk milleti üzerindeki egemenliğinin süreci bu bağlamda iyi okunmalıdır.Bu noktada Türk hükumetlerinin uyguladıkları Ortodoks ekonomi politikaları tamamen bir birini tamamlayan borca endeksli olarak hala bu yapının etkisi ile sürdürülmektedir.
Şu anda uygulanan politikaların, 1854 yılında başlanılan borç alarak ekonomiyi çevirme ve borcu borçla sürdürme modeli, bugün hala uygulanmaktadır. Modern kapital finans sisteminin ifade ettiğimiz tarihi süreçler içerisinde, kendi yapısını geliştirerek bu bağımlı borç ilişkisinin gücü ile devlet yöneticilerinin politikalarını bu eksende belirlemektedir. Buradaki milli liderlerin üzerinde en büyük baskıcı ve kuşatmacı güç, Tazminat fermanı ile devlet yönetimine hızla sızan, bürokrasiyi ele geçirip dışa bağımlı hizmeti sürdüren kripto bürokrasidir.
Devletin her kademesinden kripto bürokrasinin temizlenmesi elzemdir.Milli istihbarat Teşkilatımızın, yeni bir birim oluşturarak, kripto bürokrasinin ilişkilerini milli güvenlik sorunu görüp, gerekli çalışmaları kendi bünyesinde yapması devletimizin ve milletimizin menfaatine olacaktır.
Tam iktisadi bağımsızlığımız için, Parasal kurtuluş savaşımız bitmemiştir.
Selam ve dua ile…
—
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi