Küçük ya da büyük bir devlet – iktidar düzeni kurulduğundan itibaren, bilgi iktidar ilişkisi her zaman belirleyici olma özelliğini korumuştur. Öyle ki ve şurası bir gerçek ki, iktidar olmak ve iktidarda kalmak, bilgi üretmek ve bilgiyi kullanabilmek ile mümkün olabilmektedir. Klasik dönem bilgi iktidar ilişkisi ve iktidarın içtimai alanda meşruiyet kazanması bilgi ile mümkün olduğu gibi, modern dönemde de bu hakikat değişmemiştir.
Tabi ki bilgi ve iktidar ilişkisinin önemliliği üzerinde durulursa, bilgiyi üretecek ve iktidarın lehine yorumlayacak olan, klasik dönem tabiriyle ulema, modern dönem tabiriyle aydın-entelektüel bu meselede özne durumundadır. Bu sebepten iktidarlar egemen olduğu toplumlarda, toplum nazarında temsil gücü yüksek ilim-bilgi ehlini her zaman, çeşitli vaatlerle rızalarını alarak ya da baskı ile kendi safına çekmeye çalışmıştır. Hiçbir şekilde ikna edemediklerini de itibarsızlaştırarak, hapis ve sürgüne göndererek ortadan kaldırma yoluna gitmiştir. Egemen gücün bu tavrı tarihin her döneminde böyle olmuş ve olmaktadır.
Klasik dönem ulema, bilgin, modern dönemde ise aydın, entelektüel, akademisyen, laik seküler iktidarlar için kendilerini meşrulaştırma aracı olarak önemli işlev görürler. Kur’an diliyle bu kesim “mele” olarak tabir edilen sınıftandır. İktidarlar ne kadar zulüm ederse etsin, bu sınıfın sırtı dünyevi iktidara dayandığı için, iktidarlar aleyhine hiçbir kelam etmezler. Etmedikleri gibi, yapılan adaletsizlikleri, işlenen zulümleri, haksız kazançları, fakir fukaranın, garib gurabanın hakkını savunmaz, elinden tutmazlar.
Oysa bilgi – ilim- malumat sahipleri olmak bakımından kendilerinden beklenen, zalime karşı insanların hukukunu müdafaa etmeleri, daima insaniyetten taraf olmaları, iyiliği emir ederek kötülükleri engellemeye, insanlığın bozulan ahlakını düzeltmeye çalışmalarıdır. Bu mesele Müslümanlar için hassaten önemlidir. Zira bilgi sahipleri Peygamberlerin varisleridir. Eğer Peygamberlerin varisleri de laik seküler iktidarların tarafından olur, onlara sevgi besler, tebaanın hakkını savunacakları yerde, dünyevi iktidar odaklarının yanında yer alırlarsa, insaniyet adına adalet ve huzurun tesisi mümkün değildir.
Müslümanlık düşüncesinin tarihi seyrinde, bilgi sahipleri olan ulemanın Müslümanlar nezdinde çok değerli ve önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu sınıf ne yazık ki günümüzde bu vasfını yitirmiş, iktidarla olan samimi münasebetleri dolayısıyla çözüm üretecek melekelerini kaybetmiştir.
Fertten topluma yaşanan savrulmanın ve bir yaşam tarzı haline gelen dünyevileşmenin esas müsebbipleri, dünyevi iktidarlarla içli dışlı olan ve hakikati haykırmaktan içtinap eden bilgi sahipleridir. Yaşadığımız dönemde muhafazakâr iktidarın çekim alanına giren bu sınıf, İktidarla olan dünyevi merkezli ilişkilerinden ötürü, itibarını kaybetmiş, kitabımızın tabiriyle iktidara yağcılık yapan müdahene ehline dönüşmüştür.
Artık bu sınıf mevcut düzen içinde çözüm arayışlarına girmiş, paradigma içi tali meselelerle ıslah ve ihya çabası sergilemektedir. Oysa egemen paradigma varlığının mevcudiyetini Allah’a isyan üzerine inşa etmiş, çözüm önerilerinin de kendi çizdiği sınırlar dahilinde tartışılmasına müsaade etmektedir. Bizatihi halkının içerisinde olması gereken bu sınıf, halkın yaşadığı hayat şartlarından habersizdir.
İktidar sahipleri, bir eli yağda bir eli balda, lüks ve şatafat içinde saraylarda, ultra lüks villalarda yaşarken, kendi halkını yoksulluk ve sefaletle boğuşması, geçim derdinden hanelerin dağılması, bir kula dokuz pul verilirken, dokuz kula bir pul verilmesi, mustazafların umudu olan ilim ehlinin ilgi alanından çıkmıştır. Oysa düzen tamamen İslami olsa da, her şey şer’i şerife göre yapılsa da, ahkâm dinin buyruğuna göre olsa da, sadece iktidarın bu israf ve azgınlığına karşı bile ses yükseltmek bu ulema – bilgi sahiplerinin zerine farzdır.
Daha açık söylemek gerekirse Müslümanlar içinde ulema-aydın-entelektüel; peygamberler gibi maddi ve manevi fenalık ne ise evvela ondan kalben nefret edip var kuvvetle mani olmalı ve hakkı anlatmalıdır. Daha sonra iyiliği sabit ve hak olan her ne ise ona kalben muhabbet edip tam bir itina ile yaygınlaşmasını desteklemeye, bu yolda gayret göstermeye çalışmalıdır. Bu uğurda yapılması gereken hiçbir fedakârlıktan kaçınmamalıdır.
Peygamberlerin hak yolunda fedakârca mücadelelerini bırakarak yalnız ibadete karşılık gelen bazı amellerini taklide özen gösteren ulema ve tarikat şeyhleri hatalarını anlamalı, kusurlarını itiraf etmeli, peygamberin canını dişine takarcasına yaptığı hareketlerini ve gayretlerini kendilerine örnek almalıdır. Dinini muhafazada kıbleyi gösteren bir minare gibi meydanda durmalı, sebat etmeli. Zalimlerin her türlü hilelerini anlayabilmek için çok dikkatli olmalı, iyilik ve kötülük hakkında her şeyi örenmelidir. Öğrendiklerini öğretmeli, bilmeli bildirmeli. İyiliği yapmalı, yaptırmalı. Fenalığı mani etmeli, ettirmelidir. Bizde serzenişimize, Abdülhamid’in yaptığı zulümlere muhalefet eden Hoca Muhyiddin Efendinin kendi dönemindeki ulemaya seslenişiyle son verelim:
“Ey zalimliği açık olan ve doğru söylemeyen başı sarıklı efendiler (aydınlar, entelektüeller), buraları nazarı itibara alın da Kahhar ve Kayyum olan Allah’ın adaletine imanınız varsa, ilmin faydalarını ve vasıflarını bize anlatan beşeriyetin en hayırlısı efendimizden utanınız. Ümmetin ışığı olan, dinini muhafazayı hakkıyla yerine getiren İmamı Azamın yoluna revan olunuz. İşte o vakit herkesin hürmet ve riayetine mazhar olursunuz. İmamın mezhebinde bulunmak ve sizin veraseti dava eylediğiniz peygamberin ümmetinden olmak salahiyetinin meşru beyanatı, açıkça ortaya konan davranışlardır.
Artık yalancılığı mürailiği bir tarafa bırakalım ve hakikati itiraf edelim. Ahalinin ahlakı her zaman bozulmaya müsaittir. Bu kaide her zaman ve mekânda böyle işler. Bu ahlak bozukluğuna mani olmak ve kötü ahlakı güzel ahlaka çevirmeye çalışmak ulemanın vazifesidir. Baskıcı hükümetler daima kötü ahlaktan istifade edegelmiştir. Abdülhamid milletin Ahlakını bozmak için her türlü rezilliği sözlü ve fiili olarak himaye etmekte ve hoş görmektedir. O’nun saçmakta olduğu bu kötü ahlaka dönük davranışlarını kendi kendinize anlamaktan aciz iseniz, size içinde olunan durumu anlatmak nasıl mümkün olabilir? Bu hususu idrak etmekten aciz iseniz, size ulema değil, çocuk akıllı ve cahil demekten bile adam utanır.”
Anlayıp da sukut etmeyi veya dünya hayatına mukabil mal, servet talep ediyorsanız, öncelikle dilsiz şeytan ve daha sonrası ise iblisin safında olduğunuz şüphesizdir.”
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…
Önceki yazımızda Yûsuf 12/76 ayetini kısmen ele almıştık. Bu yazımızda ise ayetin ele almadığımız yönleri…