Bilim tarihine adanmış bir ömür… Günde 18-20 saat çalışan bir ilim adamı… Araştırmalarıyla, konferanslarıyla, ortaya koyduğu eserler ile ona “Bilim’in kahramanı” desek de yanlış yapmış olmayız herhalde…
Bilim tarihine adanmış bir ömür… Günde 18-20 saat çalışan bir ilim adamı… Araştırmalarıyla, konferanslarıyla, ortaya koyduğu eserler ile ona “Bilim’in kahramanı” desek de yanlış yapmış olmayız herhalde…
Aslında o, bilim tarihi alanında yaptığı çalışmalar ile “Din yüzünden geri kaldık” safsatasını dillerine pelesenk edenlere ve bunu insanlara empoze etmeye çalışanlara, araştırmalarıyla en güzel cevabı veriyordu. İnsanların kafalarında dini değerleri ve Müslümanları küçük gören tabu halindeki inanışları, araştırmalarıyla bir bir yıkıyordu.
Batı kültürünü İslam’dan ve Müslüman kültüründen çok ama çok yükseklerde görerek, aşağılık kompleksine kapılan kararmış kalplere; İslam medeniyetinin dünyaya ışık tuttuğunu söylüyordu.
Resmi tarih, Amerika’nın keşfini 1492 yılında Kolomb’a bağlarken o, bu kıtanın 9. Yy da Müslümanlar tarafından zaten keşfedildiğini belgeleriyle ispatlıyordu.
Ona göre, uydurmaca bir Rönesans kavramıyla, Müslüman bilim adamlarının yazdığı eserleri tercüme ederek kendi buluşlarıymış gibi gösteren batı, 18 yy dan itibaren yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış misali, kendini Kaf dağında görmeye başlamıştı… Müslümanları ise ikinci sınıf…
Pozitivist düşüncenin esareti altına giren batı, narsizim hastalığına tutulmuştu. Müslüman bilim adamlarının buluşlarını kaynak göstermeden kendi buluşları gibi gösteriyorlardı. Oysa gerçekler, hiçte öyle değildi.
Prof. Dr. Fuat Sezgin, genç batı uygarlığını İslam uygarlığının değişik, coğrafi ve iktisadi şartlar altında gerçekleşen devamı olarak görüyordu. İslami bilimleri de yunan bilimlerinin devamı… Ancak burada işin temelini de yani Yunan bilimlerinin temelini de eski mısır ve Babilonya bilimlerine dayandırıyordu. İşte buradan hareketle Sezgin, bilim tarihini bir bütün olduğunu, birbirinden ayrılamayacağına vurgu yapıyor, bilim tarihine en büyük hizmetleri Müslüman bilim adamlarının yaptığını belgeleriyle ortaya koyuyordu.
24 Ekim 1924’te Bitlis’de doğan Fuat Sezgin, 1943 -1951 yılları arasında İstanbul üniversitesi Edebiyat fakültesi şarkiyat enstitüsünde İslami bilimler ve Orientalistik alanında öncü bir isim olan Alman oryantalist Hellmut Ritter’in yanında eğitim gördü.
Küçük yaşlardan itibaren Matematiğe ilgisi olan Fuat sezgin, aslında mühendisliğin bir dalında okumak ve kariyer yapmak niyetindeydi. Ama bir akrabasının onu Hellmut Ritter’in seminerine götürmesiyle Sezgin’in, mühendis olma noktasında fikirleri değişmiş, bilim tarihi alanına yönelmişti. Hellmut Ritter, Fuat sezgini talebeliğe kabul etmiş ama bu alanın zorluğundan bahsederek, çok çalışması gerektiğini de vurgulamıştı.
Öylede oldu… Fuat sezgin hoca, zor adam olan Hellmut Ritter’in dediklerini harfiyen yerine getirdi. Hatta şöyle der Fuat Sezgin Hocası hakkında:
“Böyle bir hocanın talebesi olma şansına sahip oldum. Nedense bu adam beni büyülemişti ve kendinden önceki bilge kişilerin bilgilerini bana aktardığını hissetmeye başladım. Hiç not tutmazdım. O söylerdi ben söylediklerini kafama yazardım. İnanır mısınız anlattıklarının büyük kısmı hâlâ bu kafamda taşınmaktadır. O adam büyük Avrupalı oryantalistlerin belki en büyüğüydü. Bu büyük oryantalistler arasında farklı bir tipti. Beni çok etkilemişti. Bu etkilenmeyi size bütün manasıyla aktarabilmem mümkün değil.”
Fuat Sezgin’in hayatını kısaca araştıranlar bile, onun sıra dışı bir insan olduğunu hemen anlayacaklardır. Onun bu sıra dışılığına bir örnek olması açısından onun hayatından küçük bir anekdot anlatalım.
İkinci dünya savaşı sırasında, o dönemin şartları neticesinde Üniversite öğretimine ara verilmiş, H.Ritter de öğrencilerine bu ara da Arapça öğrenmelerini tavsiye etmişti. Bunda ne var diyebilirsiniz. Fuat sezgin bu dönemde 6 ay gibi kısa bir sürede Arapçayı öğrenmiş, Ritter, İmamı Gazali’nin İhya-i Ulumiddinini Fuat sezgin’in önüne koyduğunda okuduğunu görünce hem sevinmiş hem de hayretlerini gizleyememişti. Kaldı ki Fuat sezgin hoca, daha sonra ki çalışma temposuyla 27 dil öğrenecek ve bu dilleri öğrenirken de hiç zorlanmayacaktır.
Ancak her şeye rağmen Hellmut Ritter’in öğrencisi olmak zordu. Zira Hellmut Ritter’in kendisi zor bir adamdı. Talebeler onun seminerlerinden kaçıyor, seminerlerine 3-5 öğrenci ancak katılıyordu. Ama bu durum Fuat sezgin için hiç önemli değildi. Çünkü Fuat Sezgin de zor işlerin adamıydı…
Fuat sezgin hocamız, hayatının kırılma noktasını yaşadığı bir olayı da şöyle anlatıyordu:
“Benim öğrenciliğim döneminde İstanbul Üniversitesinde bilim tarihi yoktu. Ancak, hocam bana: ‘Matematiği bırakma’ dedi. Fen Fakültesi de zaten yanımızdaydı. ‘Matematik bölümüne git, ders al, matematiği iyi öğren. Müslümanlardan da büyük matematikçiler yetişmişti’ diye izahatta bulundu. Konuşma esnasında birkaç isim saydı: Harizmî, Ebu’l- Vefa Buzcanî, İbn Heysem, Birunî gibi. Bu isimler benim hiç bilmediğim, hatta duymadığım isimlerdi. Dehşete düştüm. Hocam halimi görünce: ‘Bunlar ve daha pek çok isim, büyük âlimlerdi ve daha sonraki Avrupalı âlimlerle aynı seviyedeydiler; hatta yer yer onlardan üstündüler’ diye açıkladı. Bu konuşmadan sonra da bilim tarihi çalışmaya karar verdim.”
Hocası Ritter’in sözlerinin, üzerinde ne kadar tesirli olduğunu şu cümleyle anlatıyor Fuat Sezgin Hoca:
“Ritter’in sözleri İslam ilimleri tarihini öğrenmem için kırbaç rolü oynadı. Bütün dünyayı terk ederek gece gündüz bunun için çalıştım.”
Peki, Müslümanların bilim tarihinde, sayısız eserler ve buluşlara imza atmasının temelinde hangi etmenler vardı Acaba?
Tabi ki de kutsal kitabımız Kuranı Kerim’in ilk emrinin “Yaratan rabbinin adıyla oku” oluşu ve bize lanse edilenin aksine İslam’ın bilimsel gelişmelere karşı olmaması. Bu düsturla yola çıkan Müslümanların, Peygamberimiz(sav)’in vefatından hemen sonra, 20 yıl gibi kısa bir süre içinde Romalıların, Bizanslıların elinde bulunan Suriye ve Mısır’da ki kültür merkezlerini ele geçirmeleri, ilimle bilim’in kucaklaşmasına vesile olmuştu.
Hicretin 150. Yılında Abbasi halifesi El- Me’mun’un Bağdat’da kurduğu Beytül hikmet üniversitesine halife El- Me’mun, dinine, diline, ırkına bakılmaksızın bilim ve ilim adamlarını topladı ve hiçbir masraftan da kaçınmayarak, Yunanca ve Süryanice olan bilim kitaplarını Arapçaya tercüme ettirdi. Bundan sonra ise Müslüman bilim adamları, astronomi başta olmak üzere birçok bilimsel gelişmeye imza attılar.
Konferanslarında ve kitaplarında Müslüman bilim adamlarının yaptığı hizmetleri anlatan Fuat Sezgin Hocamızın verdiği bir örnek ile devam edelim.
İtalyan bilim adamı Galileo, 17 yy da dünya dönüyor dediği için engizisyon mahkemesinde yargılanmış ve ölene kadar ev hapsinde tutulmuştu. Hâlbuki 859-929 tarihleri arasında yaşayan El-Battani, Kuranı kerim ayetlerinden[1] ilham alarak, dünyanın kendi ve güneşin ekseni etrafında döndüğünü hesaplamalar ile birlikte ortaya koymuştu. İtalyan bilim adamı Galileo’nun çalışmalarının temelini teşkil eden El-Battani’nin çalışmaları, asırlar öncesinden zaten yapılmıştı. Yani batılı bilim adamları, bu konuda da Müslüman bilim adamlarının çalışmalarını kendine referans almış, ama engizisyon mahkemelerinde yargılanmaktan kurtulamamışlardı.
Hele ki bu konuda hepinizin bildiği bir örnek daha verelim:
İbni Sina’nın 14 cilktlik tıp külliyatı “El-Kanun Fit-Tıp” eserinin, 19 yy kadar Batıda üniversitelerde okutulduğunu, mikrobun varlığından ilk söz edenin Fatih Sultan Mehmet’in hocası Akşemseddin olduğunu söylersek, konumuzu yeteri kadar özetlemiş oluruz diye düşünüyorum.
Sevgili okuyucularım!
Şu hiçbir zaman unutulmamalıdır ki askeri darbeler, toplumda siyasi ve ekonomik otoriteleri altüst etmekle kalmaz, bilimi ve bilim adamlarını da vurur ki, bu hepsinden de kötüdür. 1980 darbesinde birçok kitabın yasaklar listesine girmesi, insanların düşüncelerine pranga vurulmak istenmesi, halkımızın traji-komik bir serüven yaşamasına sebep olmuştur. Aynı durum 1960 darbesinde Fuat Sezgin hocanın da başına gelmişti. Darbeden sonra Üniversitelerden 147 profesörün görevine sorgusuz sualsiz son verilmişti. Bu profesörlerin içinde maalesef Fuat sezgin hoca da vardı.
Darbeden sonra bir gün evinden enstitüye gitmek üzere çıkan hoca, görevinin sona erdirildiğinden habersiz yürürken, gazete satan çocuğun sesiyle irkildi. Gazeteci çocuk;
‘Yazıyor, yazıyor 147 profesörün üniversiteden atıldığını yazıyor!’ diye bağırıyordu. Bir gazete aldı Sezgin hoca ve öğrendi ki atılan profesörlerin içinde kendisi de vardı.
Gerçek bilim ve ilim adamlarının en büyük özelliklerinden bir tanesi, önüne çıkan engelleri kendilerine dert etmemeleri hayata küsmemeleridir. Zira bu insanlar, bir kapı kapandığında, yüce yaratıcının kendilerine başka bir kapı açacağını çok iyi bilirler. Fuat Sezgin Hoca da bu haberi okuyunca tabi ki de üzülmüştür ama oturup karalar da bağlamamıştır. Haberi okuyunca Enstitüye gitmekte olan hoca, istikametini Süleymaniye kütüphanesine çevirmiş, orada kitap okumaya ve araştırmalarına devam etmiştir. Haberi duyan dostları ve öğrencileri uzun aramalardan sonra hocayı, bu kütüphanede kitapların başında bulmuşlardır.
Fuat Sezgin hoca, İstanbul’u çok sevmesine ve ayrılmak istememesine rağmen, bu olaydan sonra misafir profesör olarak ‘Frankfurt Üniversitesi’ne gitmiş derslerini orada devam ettirmiştir. Daha sonra ise Marburg şehrinde bulunan Üniversite’de araştırmaya ve ders vermeye devam etmiştir.
1966 yılıydı. Fuat Sezgin hoca’nın “Hayatımın en önemli olaylarından biri” diye tanımladığı, Dr. Ursula hanım ile evlenmiştir. 1970 yılında da kızları Hilal Sezgin dünyaya gelmiştir. Sezgin, Almanya’ya gidişinin dördüncü ayında tanışmıştı eşiyle. Ursula hanım Sezgin ile tanışmadan önce Müslüman olmuş, coğrafya ve siyasal bilgiler alanında tahsil yapan biriydi. Daha sonra Ursula Hanım, Sezgin hocanın en büyük yardımcısı olacak, Almanya’da hazırladığı kitapları tahsis edecekti. Fuat Sezgin hoca’nın her daim yanında olan bu hanım efendi için hoca, “Hayatımda ki talihim” diyecektir.
1978 yılında Kral Faysal İslamî İlimler Ödülü’ne lâyık görülen Fuat Sezgin, bu ödülü iyi değerlendirecek ve Geothe üniversitesine bağlı Arap-İslam Bilimler Tarihi Enstitüsünü kuracaktı.
Fuat Sezgin hoca için çalışmak, çalışmak ve ancak çalışmak vardı. O bir röportajında günde 4-5 saat uyuduğunu ifade etmişti. Bu kadar uykunun bile kendisine göre fazla olduğunu, ilim alanında daha fazla çalışma gayreti içinde olması gerektiğini dile getirmiştir.
Fuat Sezgin hoca; Kur’an bilimleri, hadis, tarih, fıkıh, kelam, tasavvuf Edebiyat / Şiir Tıp, Farmakoloji, Zooloji, Veterinerlik, Simya, Kimya, Botanik, Ziraat, Matematik, Astronomi, Astroloji, coğrafya ve haritacılık bilimleri alanında 13 ciltlik mükemmel bir ansiklopedik seri hazırlayarak, bilim tarihine büyük katkılar sağlamışken, alanında yeteri kadar çalışamadığı konusunda hayıflanıyordu.
1978 Kral Faysal ödülünü, 1980 Frankfurt Am-Main Goethe Plaketi, 1982 Almanya 1. Derece Federal Hizmet Madalyası, 2001 Almanya Üstün Hizmet Madalyası, 2004 İran İslami Bilimler Kitap Ödülü, 2009’da da Hessen Kültür Ödülü’nü alan Prof. Dr Mehmet Fuat Sezgin, neden daha fazlasını yapamadım diye belki de kendine kızıyordu.
Ama o, Bilim tarihine yaptığı araştırmalar ile büyük hizmetlerde bulundu ve böylece de dünya tarihine ve bilim tarihine adını altın harfler ile yazdırdı.
Bütün yaptığı çalışmalar ve ortaya koyduğu eserler ile Sezgin hoca, Gönüllerde taht kurmayı başarmıştı. Büyük başarılara imza atan Fuat Sezgin’in, büyük bir hayali vardı. Gelin şimdi onun bu hayalinin ne olduğunu kendisinden dinleyelim:
“1982 yılında Frankfurt Üniversitesi’ne bağlı bir Enstitü kurdum. İddialı bir Enstitüydü. İki hedefim vardı; İlk olarak İslam bilimleri tarihi araştırmalarının ve etütlerimin hudutlarını genişletmeliydim. İkincisi, genel bilimler tarihinde Müslümanların iyi tanınmayan yerlerini ve yanlış olarak koyulan hükümleri tashih etmenin büyük bir kitle tarafından yerine getirilebileceğini düşündüm. Bu iki hedefle Enstitüyü kurdum. Düşündükçe yavaş yavaş projeler gelişti. Bu projelerden biri İslam bilginlerinin sekiz yüz yıllık yaratıcılık devrinde yaptığı aletlerin numunelerini ortaya koymak ve bunları ihtiva eden bir müze gerçekleştirme fikriydi. Bugün enstitümüzde sekiz yüz aletin modellerini yapabildik. Bu benim tasavvur edemeyeceğim bir merhale oldu. Allah’a şükrediyorum bu merhaleye ulaşabildiğimiz için.”
Prof. Dr. Mehmet Fuat Sezgin hocamız, bilim tarihi adına kurduğu hayalini gerçekleştirmişti. Onun bir büyük hayali daha vardı. “İslam bilim tarihi müzesi’nin” bir benzerini de ülkemizde kurmak. O, Müslüman bilim adamlarının bilim tarihine katkılarını, insanlarımızın da görmesini ve bilmesini arzu ediyordu. Amacı, Türklerin kendi medeniyetlerinin farkında olmaları ve bu farkındalığı yaşamalarıydı. Herkesin, Müslüman bilim insanlarının bilim tarihine katkılarını somut bir şekilde görmelerini istiyordu. Hocanın girişimleri ve büyük gayretleriyle, hayalinde ki “İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nin” açılışı 25 Mayıs 2008 tarihinde gerçekleşti. İstanbul’da Gülhane parkı içinde bulunan müze yaklaşık 600 eseri içinde barındırmaktadır.
Bu müzelerdeki aletleri tanıtıcı mahiyette Prof. Dr. Fuat Sezgin tarafından yazılmış 5 ciltlik İslam’da Bilim ve Teknik adlı katalog eser bulunmaktadır. Müze katalogu olarak böyle kapsamlı ve bütüncül bir eser bugüne kadar ilk kez yazılabilmiş, Türkçe, İngilizce, Almanca ve Fransızca olarak 4 dilde yayınlanmıştır.
Prof. Dr. Mehmet Fuat sezgin hoca, eşine az insanda rastlanacak azim ve gayretle çalışmış, arkasında sayısız eserler bırakmıştır. Tarihler 30 Haziran 2018’i gösterdiğinde de İstanbul’da 94 yaşında hayata veda etmiştir.
Ne dersiniz sevgili okuyucularım?
Fuat Sezgin hoca, bilim tarihi araştırmalarıyla büyük bir çığır açmıştır. Onun açtığı yoldan yürüyerek kendi medeniyet ve kültürümüze sahip çıkma sorumluluğu da bizim omuzlarımızda olsa gerekir.
Prof. Dr. Fuat Sezgin hocamızı vefatının yıl dönümünde rahmet ve minnetle anıyoruz.
Selam, saygı ve muhabbetlerimle…
[1] Bak: Yasin suresi 38-39. ayetler