Prof. Dr. Mehmet Zeki Duman (1952), hem yakın akrabam, hem de yakın dostumdu. Onun dedesi ile benim babaannem kardeştiler. Ayrıca, benim ikizim Ayten ağabeyiyle evliydi. Mümin ve mütedeyyin bir ilim adamıydı. Kendisini Kuran hizmetine adamıştı. “Müslümanlar Kuran’ı anlarsa bütün mesele hallolur”, derdi. Bunun içindir ki, “Beyânu’l Hakk” adıyla Kuran ayetlerinin iniş sırasına göre tefsirini yaptı. Üç cilt halinde çıkarılan bu kitabında, anlaşılır bir dil kullanılmasına özen gösterdi.
Zeki Hoca’nın aslında ilk eseri bu tefsir kitabı değildi. O, “Kuranı Kerim’de Adabı Muaşeret (Görgü Kuralları)” adıyla ilk çalışmasını yapmıştı. Bu kitabını bana verdiği zaman kendisini hararetle tebrik ettim, çünkü Müslümanların en büyük problemi yaşama tarzında Kuran disiplinine uymadaki sıkıntılarına bu kitabıyla çözümler teklif ediyordu.
Bir gün akşamüzeriydi bağa geldi. ”Ağabey, İlahiyat Fakültesi’nin dekanlığına atandım” dedi. “Yanlış olmuş Zekiciğim, ilim adamı, idari görevde ilmi çalışma alanından uzaklaşır. Şimdi sen, fakültenin iç ve dış problemleriyle boğuşacaksın. Zamanını buna harcaman doğru bir şey değil, diye düşünüyorum.” Bana hak verdiğini söyledi, kendisinin talep etmediğini, Rektör’ün bu görevi alması için ısrarlı olduğunu söyledi, “Onun hatırını kıramadım”, dedi. ”Eh, hayırlı olsun”, demekten başka çaremiz yoktu.
Zeki Hoca, uzun yıllar, Kayseri’nin seçkin entelektüel kesiminden oluşan bir gruba tefsir dersleri verdi, Birkaç defa ben de katıldım. Kuran ayetlerini Arapçasından okuyor, Türkçe anlamını söylüyor, sonra tefsir usulüne göre yorumunu yaparak gününün meseleleriyle irtibatlandırıyordu. Çok verimli bir çalışmaydı bu. Ne var ki, 28 Şuta döneminde bu işe ara vermek zorunda kaldı.
Bugünkü İlahiyat Fakültesi’nin Yüksek İslam Enstitüsü döneminde okumuştum. Zeki Hoca da buradan mezun oldu. 40 yıl boyunca mezun olduğum bu eğitim kurumunun kapısından içeri girmedim. Öğrencilik yıllarımda adeta yönetimle ve bir kısım hocalarla boğuşarak bir tahsil dönemi geçirdim. Buna rağmen, kültür ve edebiyatta mesafe alır hale geldim. Ancak, benim kurumum bunu görmedi, ya da görmek istemedi. Nihayet Mehmet Zeki Hoca Dekan olduktan sonra beni davet etti, beni öğretim üyeleri ve öğrencilerine takdim ederken, “Muhsin Hocam, buradan mezun olmuş ve hizmetleriyle eğitim kurumumuzun itibarına olumlu katkı sağlamış bir kültür adamıdır. Bugün burada kendisinin tecrübelerinden faydalanacağız”, diyerek kürsüyü bana bıraktı. Ben de “Mehmet Akif’i An(la)mak’ başlığıyla bir konuşma yaptım. Bu konuşmamı daha sonra yeni bilgilerle genişleterek, “Gül Devrini Arayan Adam” adıyla kitaplaştırdım.
Bağ bölgesinde inşa ettiğimiz Cami’de İlahiyat hocaları birkaç yıl teravihten önce konuşmalar yapıyorlardı. Bu halkaya Zeki Hoca’nın da dâhil olmasını istedim. Önceki yıllarda benim kaygılarımı haklı çıkaran gerekçeleri vardı, “İdari işlerim yoğun, hazırlanmaya vaktim kalmıyor”, diyordu. Nihayet 2013’ün ramazanında konuşma vaadinde bulundu. Ramazanın ilk günü kürsüye çıkacaktı. O gün akşamüzeri, 10 Temmuz 2013 günü geçirdiği bir trafik kazasında, bizi derin acılar içerisinde bırakarak 61 yaşında iken hayatını kaybetti. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.
MUHSİN İLYAS SUBAŞI
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-