Put, ağaçtan, altın veya gümüşten insan şeklinde yapılırsa, ona “Sanem”; taştan yapılırsa, ona da “Vesen” denir. Hz. Âdem’den sonra peygamber olan oğlu Hz. Şis’dir. Hz. Şis’in oğulları, önceleri gelir, Hz. Âdem’in Nevz veya Bevz dağındaki mağarada bulunan cesedini, ziyaret eder ve ona, tazimde bulunurlar, kendisi için, Allah’tan rahmet dilerlerdi. (Ebu’l-Münzir Hişam, Kitabu’l-Esnam, s.33, 50, 53).
Kabil oğullarından bir adam: “Ey Kabiloğulları! Şis oğulları, Âdemin cesedinin çevresinde dönüp dolaşarak ona tazimde bulunuyorlar. Sizin ise, böyle bir şeyiniz yok!” dedi ve onlar için bir put yonttu. Tarihte ilk put yapan adam, bu oldu. (Yâkut, Mûcemu’l Büldan, 5/367).
Kur’an-ı Kerim’de Vedd, Süva’, Yağus, Yauk ve Nesr diye adları anılan putlar vardır. (71/Nuh:23). Âdem Aleyhisselâmın oğulları veya oğullarının oğulları idiler. Bunlar, iyi, örnek kişilerdi. Halk, bunlara uyardı. Bunlar, öldükleri zaman, adamları: “Keşke, onların suretlerini, bize bir yapan olsaydı da kendilerini hatırladıkça, bizi, ibadete teşvik etmiş olurdu.” dediler. (Taberî, Tefsir, 29/99).
Onlara, yakınları çok ağladılar. Kabiloğullarından bir adam: “Ey kavmim! Ben, can vermeye güç yetiremem amma, size, onların suretlerine göre beş tane put yapsam, yontsam olmaz mı?” dedi. Onlar da: “Olur!” dediler.
Bunun üzerine, Kabiloğullarının put yapıcısı, onlar için, Vedd, Süva’, Yağus, Yauk ve Nesr’in suretlerine göre beş tane put yonttu, dikti.
Adlarına put dikilenlerin kardeşleri, amcaları ve amcaoğulları gelip bu putların çevrelerinde koşarak dolaşırlar ve onlara tazimde bulunurlardı. İşte sevilen insanları heykelleştirerek putlaştırmanın tarihi arka planı böyledir.
Prof. Dr. Orhan Atalay, “Cahiliye Döneminde Putlar ve Putçuluk” adlı makalesinde şunları kaydediyor: “Put ve putçuluk çok erken dönemlerden beri insanlığın gündeminde olan dinî bir sapkınlık olmuştur. Belli ki, insanî bilincin çeşitli nedenlerle körelmeye veya tutulmaya maruz kaldığı her durumda ortaya çıkan bu sapkınlık, zaman ve mekâna göre farklı isimler ve formlara bürünmüş olsa da, öz olarak hep var olagelmiştir. Buna göre put ve putçuluğu ‘açık insanî bilinc’in karşıtı bir bozulma olarak tanımlamak yanlış olmasa gerek. Zira insan ya bilinçli bir varoluşu ikâme eder veya bizzat kendi elleriyle var ettiği veya atalarından veraseten aldığı bir takım putlara bağlı dinî/kültürel bir hayat yaşar. Buna göre put ve putçuluğu sadece bazı ilkel topluluklara has bir iptidailik olarak tanımlamak doğru değildir. (İslâmî İlimler Dergisi, Yıl 5, Sayı 1, Bahar 2010 (91-105).
Arabistan’da putçuluğun başlangıcı ile ilgili yaygın görüş ise, Amr b. Luhayy isimli şahıs etrafında yoğunlaşır. Bu şahıs ve kabilesi, Mekke’nin yönetimini elinde bulunduran Cürhüm Kabilesi ile uzun süren bir mücadeleden sonra, onları oradan sürmüş ve Kâbe’nin yönetimini ele geçirmişti. Bu durumda iken ticaret amacıyla gittiği Suriye yöresinde oradaki halkın putlara taptığını görmüş: “Bunlar da nedir?” diye sorduğunda, onlar da “Biz bunlar aracılığıyla yağmur ve düşmana karşı yardım isteriz” demişlerdi. Bunun üzerine o da bu putlardan alıp Mekke’ye getirmiş, Kâbe’nin etrafına dikmiş ve halkı da onlara tapınmaya çağırmıştı. Gördükleri her şeye tapınma eğiliminde olan dönemin yöre halkı da bu nesnelere tapınmaya başladılar. (İbni Kelbi, Hişam b. Muhammed, Kitabu’l-Esnâm, s. 9).
İşte Rasûlullah (sav), Allah ile aralarında aracı olarak kabul ettikleri putlara tapan böyle bir toplum içinde peygamberlik görevine başlamıştı. Mekke döneminde etrafı irili ufaklı 360 tane putla çevrili olan Kâbe’ye, gece yarısı herkes uykuda iken gidiyor, Kâbe’nin Rabbine ibadet edip evine dönüyordu. Fakat putlara dokunmuyordu. İstese herkes uykuda iken hepsini yerle yeksan ederdi. Ama O, kalplerdeki putları yıkmadan, meydanlardaki putları yıkmanın bir çözüm olmayacağına inanıyordu. Çünkü ertesi gün daha güzeliyle yeniden dikileceğini ve bu konuda Mekke şirk devletinin bütün gücüyle Müslümanların üzerlerine geleceğini iyi biliyordu. Onun için kalpleri halletmeden ve muktedir olmadan meydanlardaki mücessem putları kırmanın strateji olarak yanlışlığını, uygulamasıyla bize göstermiş oluyordu. Ne zaman kalplere girip muktedir olduysa, ilk işi meydanlardaki o mücessem putları kırmak olmuştur.
Mekke döneminde putlarla çevrili Kâbe’de, sadece Kâbe’nin Rabbine ibadet eden Rasûlullah (sav), Mekke’nin fethinde, putlardan temizlenmeden Kâbe’de ibadet etmemiştir. Bu uygulama, biz ümmetine bırakmış olduğu önemli bir stratejidir. Nebevî metot işte budur. Son şeriatın tebliğcisinin uygulaması işte böyledir. Bu da bizi bağlar. Hiç kimse Peygamberden daha fazla put karşıtı olamaz. Bu durumda Müslüman, fevrî davranamaz, oyun kurucularının oyununa gelmez, provokasyona kurban gitmez. Basiret sahibidir. Önünü görür.
Gelin, Peygamberimizin putlarla ilgili uygulamasının Mekke Fethinden sonraki safhasını takip edelim: Hz. Peygamber’in Mekke’den ayrıldığı 622 tarihinde, Kâbe’nin etrafında 360 tane irili ufaklı put, kurşunla yerlerine perçinlenmiş halde bulunuyordu. Mekke’nin Fethinde de aynı putlar yine Kâbe’nin etrafındaydı. Putların en büyüğü olan “Hubel” Kâbe’nin üstüne konulmuştu. Bu durum müşrikleri sevindiriyor, Müslümanları da üzüyordu.
Tebliğ ettiği tevhid inancı ile akıl, ruh ve kalplerdeki putları yıkıp, binlerce insanı, getirdiği İslam nurunun etrafında pervane gibi döndüren Rasûlullah (sav), şimdi de tevhid inancına uygun bina edilmiş olan Kâbe’yi asliyetine kavuşturmak için putlardan temizlemeye başlıyordu.
Elindeki asâ ile o putlara birer birer işaret ederek, “Hak geldi, bâtıl yok oldu. Muhakkak ki bâtıl yok olup gidicidir.” (17/İsra:81) “Hak geldi, artık batıl ne bir şey ortaya çıkarabilir ne de geri getirebilir. (O tamamen yok olup gitmiştir).” (34/Sebe:49) ayetlerini okudu. Elindeki değnekle Kâbe’deki putları bizzat devirmeye başladı. (Buhârî, Meğâzî, 48; Müslim, Cihâd, 87). O dürtülen putlar ya yüz üstü ya da sırt üstü yere çakılıp paramparça oluyordu. Peygamberimizin emri ile Hz. Ömer Kâbe’nin içindeki putları yerlerinden kopartıp dışarıya fırlattı. Müşrikler “İlah” diye secde ettikleri putların yıkılışını ve kırılışını şaşkınlıkla seyrediyorlardı. Dün “İlah” olan putlar, Hz. Peygamberin fethi ile “moloz yığını”na dönüşmüştü. Böylece Kâbe içinde ve çevresinde yere yuvarlanmayan hiç bir put kalmadı.
Rasûlullah (sav), Kâbe ve Mekke’nin içini putlardan temizlediği gibi, şehrin etrafındaki putları da yok etmek istiyordu. Bu maksatla Hz. Hâlid bin Velid’i otuz kişilik bir birlikle Nahle mevkiinde bulunan Uzzâ putunu yıkıp parçalamaya gönderdi. Kureyş’in yanında en büyük put sayılan Uzzâ`yı Hz. Hâlid, emir gereği gidip yıktı. Efendimiz (sav), diğer büyük putlardan olan Menât ve Süva’ putlarını yıkmaları için de görevliler tayin etti. Verilen vazifeyi yerine getiren sahabe, Mekke’ye geri döndü. Böylece İslam’ın hâkimiyeti altında olan vatan toprakları, putlardan temizlenmiş oldu.
İşte beldelerin fethinden önce gönüller fethedilerek muktedir olununca, meydanlardaki putların “moloz yığını” haline getirilmesi anlık işlerdendir. Kalplere putlar hâkim olduğu sürece meydanlardaki putları yıkarsanız, ertesi gün daha iyisini yaparak karşınıza çıkarlar ve cadı avı başlatırlar. Bu da Müslümanların işine yaramaz. Onun için bir eylem yapılmadan önce “Bu eylem, sonuçta kime hizmet eder, kimin işine yarar?” Bunun hesabının iyi yapılması gerekir. “Maslahat” dini olan İslam’da “Def-i mefsedet, celb-i maslahattan evladır.” Bu da biline.
Musab SEYİTHAN