Ramazan, kamerî takvimdeki dokuzuncu ayın adıdır. Kur’an’ın indirildiği dönemde kamerî ay takvimi kullanıldığı için bu ayın, diğer aylara göre bir ayrıcalığı olmuştur. Ramazan ayının sahip olduğu bu ayrıcalık, bir zaman dilimi oluşundan değil; bu zaman diliminde meydana gelen önemli olaylar sebebiyle oluşan bir ayrıcalıktır. Ona bu ayrıcalığı kazandıran en önemli etken, Kur’an’ın bu ayda indirilmeye başlanması, diğer bir etken de orucun bu ayda tutulmuş olmasıdır. Yoksa her hangi bir zamanın, diğer zamanlara göre ayrı ve farklı bir ayrıcalığı ve üstünlüğü yoktur. Zira Allah katında bütün zamanlar eşittir ve aynı değerdedir. Değer farklılığı, insanlar için söz konusudur ve onların bu zaman dilimine atfettikleri anlamlara göre oluşmuştur Tıpkı Hz. Peygamberin misafirliği, Ebû Eyyûb el-Ensârî’ye değer kazandırdığı gibi, Kur’an ve oruç da ramazana değer kazandırmıştır. Dolayısıyla ramazan, önemini ve değerini Kur’an’dan ve oruçtan almaktadır.
Kur’an’ın önemi ve değeri ise sahip olduğu konumdan ve misyonundan kaynaklanır. Çükü Kur’an, Allah kelamıdır ve insanlar için bir hidayet rehberidir[1]. Bu nedenle Kur’an, insan için hem bir inanç objesi, hem de bir bilgi objesidir. Kur’an’ın inanç objesi oluşu, insanların ona inanıp inanmaması ile ilgilidir. Bunun içindir ki insan, ona inanıp inanmamada hürdür; isterse inanır, isterse ise inanmaz. [2] Bunula birlikte Kur’an, Hz. Peygamberin ve müminlerin “tenzil”e imanından söz ederek[3] insanları da inanmaya teşvik eder ve inananlar ile inanmayanların eşit olmadığını /olamayacağını açıklar.
Kur’an’ın bilgi objesi oluşu ise, onun bir hayat kitabı oluşundan ve hayatın her alanına yönelik bilgileri ve mesajları ihtiva etmiş olmasından dolayıdır. Zira Kur’an, inanan ve bir bilgi objesi olarak ona yönelen herkes için kuşatıcı mesajları ve bilgileri ihtiva eder. Ancak Kur’an da diğer kitaplar gibi etken değil, edilgendir. İnsan, ona gittiği takdirde o, insana bilgi verir. Daha açık bir ifade ile insan, onu okumaya ve anlamaya çalıştığı sürece ondan yararlanabilir. Yoksa yer altı madenleri veya saklı bir hazine gibi kendisini arayıp bulacak kişiyi/kişileri bekler. Bu nedenle reel hayatta Kur’an, kimi insanlarca inanılan, fakat bilgisine başvurulmayan; kimi insanlarca inanılmayan, fakat kendisinden bilgi elde edilmeye çalışılan; kimi insanlarca da inanılan ve bilgisine baş vurulan bir kitaptır.
Allah Teâlâ insanı yaratmış ve onu onlarca ve hatta yüzlerce yeti ile donatmıştır. Allah’ın insana verdiği yetiler içinde akıl, irade ve vicdan, diğer yetilere göre insan hayatında ayrı bir yere ve öneme sahiptir. Ancak doğru, güzel, iyi ve dengeli bir hayat yaşayabilmesi için bu yetiler, çoğu zaman yeterli olamamaktadır. Bu nedenle insan; iyi, doğru, güzel ve dengeli bir hayat için kendisine yol gösterecek ve kılavuzluk edecek bilgilere, kurallara ve ilkelere; özellikle de örnek alacağı yaşanmış bazı hayat hikayelerine ihtiyaç duyar. Kur’an, insanın bu ihtiyacına cevap verir, zira onun temel misyonu da budur.
Ramazanın bir diğer ayrıcalığı da, bedenî ibadetlerden biri olan orucun bu ayda ifa edilmesidir. Hiç şüphesiz her ibadetin kendine özgü bazı nitelikleri mevcuttur; ancak orucun diğer ibadetlerden farklı bazı niteliklere sahip olduğu da bilinmektedir. Bu niteliklerin başında ise kendisine riya karıştırılması en zor olan bir ibadet türü oluşu gelmektedir. Zira bir çok ibadete riya karıştırılması kolay ve mümkün iken, oruca riya karıştırılması o kadar kolay ve mümkün gözükmemektedir.
Orucun bir başka özelliği de bir ibadet çeşidi olarak kurbanda olduğu gibi amacının Kur’an’da açıkça zikredilmiş olmasıdır. Nitekim “Ey inananlar, oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi “takvalı” olasınız diye size de farz kılındı”[4] ayeti, oruç tutmaktaki asıl maksadın “takva” olduğunu açıklamaktadır. “Takva”, semantik tarihi içinde farklı anlamlar kazanmış ise de, asıl ve kök anlamı itibariyle “sakınma ve korunma” demektir. Bu da sevgi, saygı ve sorumluluk bilinci içinde davranmayı ifade eder. Daha açık bir ifade ile “takvalı olmak”, bütün eylemlerimizde ve davranışlarımızda haramlardan korunma ve sakınma bilinci içinde hareket etmek ve bunları yaparken de Allah’ın rızasını gözetmek demektir. Şayet yaptığımız ibadetler ve bunlar içinde oruç ve namaz, bizi kötülüklere, maddî ve manevî haramlara yönelmekten alıkoymuyor ise bunun sebebi, ibadetlerimizdeki asıl amacı/ takvayı unutup, onları amaç değer haline getirişimizdir. Bu nedenledir ki Allah Teâlâ, “Kestiğiniz kurbanların ne eti, ne de kanı Allaha ulaşır. Fakat Allaha ulaşan sizin takvanızdır”[5] buyurmakta; Hz. Peygamber de oruçlu olduğu halde, insanlara eziyet eden, olumsuz sözler söyleyen ve kötülük eden kişilerin, tuttukları orucun bir yararının olmadığını açıklamaktadır. Bu ayetin mesajı , özel anlamda kurban için olsa da genel anlamda bütün ibadetler için de söz konusudur. Nitekim “Din samimiyettir”[6]; “ Ameller niyete göredir”[7]; “Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize bakar”[8]; “Oruçlu bir kimse yalanı ve yalanla iş yapmayı terk etmezse onun yemesini içmesini terk etmesine Allah’ ın hiçbir ihtiyacı yoktur.”[9] tarzındaki hadisler de bu gerçeği teyit eder.
Bir insan için önemli olan, öncelikle kendisini yaratanı tanımak, bilmek , O’na inanmak ve O’nun hoşnutluğunu ve sevgisini kazanacak iyi, güzel, doğru ve dengeli davranışlarda bulunmaktır. Bunun içinde iradeye ve azme dayalı bir çaba gerekir. Zira sevgi, hoşnutluk ve “Allah rızası”, satın alınmaz, kazanılır. Allah rızasını/hoşnutluğunu ve sevgisini kazanmanın yolu da O’na olan aidiyetimizi güçlendirecek olumlu davranışlarda bulunmak ve kulluk görevimizi yapmakla mümkündür. İman, ibadet çeşitleri ve amel-i salih bunun için emredilmiştir.
Bu nedenle ibadetlerimizin, salih amellerimiz ve olumlu davranışlarımız arasında ayrı bir yeri ve değeri vardır. Aynı şekilde ibadetler içinde de orucun ayrı bir yeri bulunmaktadır. O da samimiyetle yerine getirildiğinde insanı “takva”ya ulaştıracak özel bir role sahip oluşudur. Bu özelliği dolayısıyla orucun insan hayatındaki etkinliği, diğer ibadetlere göre daha belirgin olarak görülür. Nitekim ramazan ayının , diğer aylara göre insan hayatını ve iç dünyasını etkileyen ruhaniyeti ve manevî havası ile bu ayda meydana gelen dinî düşünce ve nitelikli davranış atmosferi, bunun en canlı kanıtıdır. Bu ayda daha çok Kur’an okunması, mukabele geleneğinin davam etmesi, teravih nazmına yoğun ilgi, zekatın bu ayda daha çok verilmesi vs. gibi dinî duyguların ve davranışların yoğunluklu olarak yaşanmış olması, ramazan ayına özgü özellikler ve güzellikler aranda yer alır. Fakat bu güzellikler, ramazan ayıyla sınırlı kalmamalı, senenin diğer aylarında da etkisini devam ettirmelidir.
Prof. Dr. Celal Kırca
[1] Bakara,2/185.
[2] Kehf,18/29.
[3] Bakara,2/286.
[4] Bakara, 2/183.
[5] Hacc, 22/37.
[6] Müslim, İman,95.
[7] Buharî ,İman,41.
[8] Müslim, Birr, 34.
[9] Buharî, Savm,8.