Ramazan, oruç gibi dini bir ibadet olmasının yanında; insanı, kendi iç dünyasında değerlendirmeyi de sağlayan, psikolojik ve manevi kritiğin yapıldığı bir ay olarak bilinir.
Dinin her konusu gibi, orucun da salt bir aç kalma olayı olmadığı ve insanın ihtiyaç duyduğu “kendisiyle hesaplaşma” gibi bir şuur hareketi meydana getirdiği nedense pek açıklanmaz. Çünkü, insan; kendisiyle hesaplaştığı ve kendini kritik ettiği andan itibaren gerçeklerle yüzyüze gelir. Hayatında, hangi alanda kayıplar veya tökezlemeler olduğunu anlar ve kendini toparlama ve düzeltme ihtiyacı duyabilir.
Bu yüzden, modern anlayış; insanın kendi eksikliklerini ve hatalarını görmemeyi, zaaflarıyla yüzyüze gelmemesini arzu ederek, sürekli onu her yaptığı ile kutsamaya çalışır. Rönesans ve Reform döneminden beri, zaten insanın kendini herşeyin ölçüsü ve belirleyicisi olarak görmesi, varlığını analiz etme tavrından uzaklaşmasıyla açıklanabilir.
İslam dini, insanların ruhlar aleminde Allah’la bir sözleşme yaptığını açıklamaktadır. Ruhlar, Allah’a itaat edeceklerine ve sadece onu Rab olarak bildiklerini söylemişler ve iyilik içinde ve doğru bir kul olarak yaşayacaklarını ifade etmişlerdir.
Fakat, dünya hayatında insan; önce nefsi ve daha sonra da kötülüğün merkezi Şeytan’ın istek ve yönlendirmesiyle bu anlaşmayı bozmaya yeltenmiş ve Allah’ın dışındaki fikir, eylem ve görüşlerin etki alanına girmiştir.
İslam, insanın dünya hayatında bir “imtihan” içinde olduğunu sürekli zikrederek, sürekli kendini değerlendirmesini ve aklını kullanarak, doğru ve gerçek hakikat yoluna ulaşmasını ikaz etmektedir.
Ramazan orucu, işte böyle bir ortamda insanlığa yeni bir uyanış ve kendini kritik etme imkanı bahşetmektedir. Bunun yolu, kendi istek ve “heva”sından insanları bir süre için uzaklaştırıp, onları ruhi dünya ile yeniden karşı karşıya getirmek ve hayatın sadece maddi istek ve ihtiraslardan ibaret olmadığını hatırlatmaya çalışmaktır. Ayrıca, birinci derecede insanın asıl vazifesinin, ruh ve fikir dünyası ile hareket etmek olduğunu, başkalarını kendisi kadar düşünmek ve fakir, mağdur insanların ihtiyaçlarını karşılama konusunda bir fedakarlığı hazır hale getirmektir.
Sosyoloji’deki sosyalleşme kavramı, aslında Ramazan’ın manevi ikliminde başkalarını kendisi gibi düşünecek bir hale gelebilmekle gerçekleşmektedir. Sosyalleşmeyi, saltı başkaları ile bir arada olmak şeklinde açıklayan batıcı sosyal bilim, İslamın; gerçek sosyalleşmeyi, duygu ve düşüncede beraber olma şeklinde anlayışına henüz ulaşabilmiş değildir.
Ramazan’ın manevi ikliminde insanın iç dünyasına yönelerek, tefekkür çabasıyla, hayatın asıl hedeflerine yönelik bir düşünce ortamına girerek diğer insanlar ile ortak bir düşünce ve ahlak birliği sağlanabilmektedir. Bu atmosfer içinde, kişi; sadece kendine odaklanmayıp, başkalarının da var olduğu bir dünyayı ve onun ihtiyaç ve gerekliliklerini kavramaya başlamaktadır.
Aslında, modernizmin kurduğu hayat tarzı ile maddeci ve bireyci bir anlayış içerisine giren Müslümanlar, Oruç, zekat ve fitre gibi ibadetler ile, yeniden cemaatçi ve maneviyat ağırlıklı bir hayat felsefesiyle yüzleşerek, kendi kirlenmiş ruhlarını yeniden arındırabilme imkanı bulabilmektedirler.
Bu arınma fırsatını, manevi ve maddi anlamdaki görevler ile gerçekleştirmeye çalışanlara ne mutlu.
Prof. Dr. Sami ŞENER
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi