Reklam, günümüzde fazlasıyla duyduğumuz bir kelime. Ama her kelime ve kavram gibi, o da belli bir “dünya ve insan anlayışını” temsil ediyor. Aslında, hiçbir kavram ve değer, tesadüfen seçilmiş değil. Her biri kendi hedeflerine ait bir alt yapı, zihin ve ruh dünyası hazırlıyor.
Reklamlar, İktisadi sistemin öncü kuvveti:
Reklam, sadece bir tanıtım değil. Eğer öyle olsaydı, ayrıca reklam diye bir kavram gündeme gelmezdi. Tanıtım denilerek, konu kapanırdı. Reklam, müşteriyi bir mala karşı istek ve alma arzusu uyandırmak için yapılan bir çalışmadır. Fakat her fikir gibi, reklamın da, insanın duygu ve hayat anlayışına yönelik bir düşünceyi, arka plana itme gibi bir hedefi olması gerekiyor. Yoksa, reklamın ortaya koyduğu görüş, fazla etkili olmaz.
Evet reklam, öncelikle bir malın veya bir ihtiyacın “yüceltilmesi ve hatta kutsallaştırılması” manasına gelmektedir. Yüceltme ve kutsallaştırılma, onun mutlaka yerine getirilmesi ve o çağrıya kesin itaat edilmesi manasına gelmektedir. Dolayısıyla, o eşyanın veya tutumun yerleşmesi için, kişinin hayat ve isteklerine cevap verebilir bir hale sokulması gerekir. Bu yüzden de, kişilerin arayış, zaaf ve komplekslerine hitap etmesi önem taşımaktadır. Çünkü, insanın en kolay yanıltılacağı alan da bu yönüdür.
Reklamın zaman içinde “pazarlama” denilen bir çalışma ile birleşmesi, onun hedefine daha çabuk ve kolay bir şekilde ulaşmasının sağlanması içindir. Reklam, mala ilgi uyandırmanın felsefesi ise, pazarlama; o malın satışına yönelik her türlü teknik ve ikna etme metotlarını içine almaktadır.
Reklamın tek hedefi, alıcıda ve tüketicide “ilgi ve heyecan” uyandırmaktır. Bunu da, “bir anlık” insanda uyanan isteği “kamçılamak” ile sağlamaya çalışır. Böyle bir tutum ise, sağlıklı düşüncenin istemediği bir haldir. Çünkü insan, “düşünen ve karar veren” bir varlıktır. Duygular, birçok olaydan etkilenir. Ama düşünce, belli bir mantık ve gereklilik sonunda ortaya çıkar.
İşte reklam, o anı yakalamaya çalışır ve çoğu zaman da, muvaffak olur. Eğer, insanda sağlam bir değer sistemi yoksa ve her şeye karşı bir ilgi ve zaaf içindeyse, reklamların ağına kolayca yakalanır. Bundan dolayı insan, hayatta öncelikleri ve değerleri olan bir varlık olarak yaşayışını sürdürdüğünde, reklamın geçici ve hayali sözlerine ve imajına yakalanma imkanına sahip değildir.
Tüketim ile ilgili batı’da yapılan bazı sosyolojik araştırmalar, bazı insanların; sadece çevrelerinde ilgi çekmek ve popüler görünmek için, aşırı lüks eşya ve sayısız tüketim harcamaları yaptıklarına dikkat çeker ve onların asıl amaçlarının, “kendilerini başkalarının gözünde yükseltmek” olduğunu söylerler. Hatta, açık arttırma müzayedelerinde, çok önemli olmayan bazı eski eşyaları milyonlar harcayarak alan kişilerde de, böyle bir psikolojinin olduğunu söylemek mümkündür.
Benim reklamın tehlikesine işaret edeceğim asıl konu, televizyon ve internet, sosyal medya reklamları ile, aslında, yabancı bir dünyanın ve yaşama felsefesinin adım adım insanımızın ruh ve düşünce dünyasını “istila” etmesidir. İstila kelimesini, beklenmeyen ve umulmayan bir etki olarak ifade ettim. Bu istila, sürekli görüntü, ses ve birtakım tiyatral örnekler ile, inanç ve ahlak değerlerimizin kabul etmediği, hatta yasakladığı tutum, tavır, konuşma, giyinme ve zevk ile ilgili davranışların meşrulaştırılmasıdır. Böyle bir boşluğun olmasında da, o ülkenin kültür, sanat, siyaset ve fikir adamlarının, kendi değer ve kültürlerini, ayakta tutamayan bir durumda olmalarından kaynaklandığını söylemek durumundayız. Burada da, en önemli sorumluluk; siyaset ve bürokrat kesimin omuzlarındadır.
Bir kültür ve yaşayış tarzı, kendi değer dünyasına zıt bilgi, davranış, giyiniş ve eğlence etkinliklerini, yabancı metot ve alışkanlıklarını, kendi yayın ve tanıtım organlarında rahat bir şekilde veriyorsa, artık o ülkede “benim kültürüm” denilebilecek hiçbir şey kalmamıştır.
Aynı şekilde, kendilerini kültürlü ve gelenekçi diye görenlerin; her gün o kültür ve geleneği yok eden; uydurma, anlamsız ve faydasız birtakım gösteri ve gelişmeleri sessizce seyredebiliyorlarsa, kusura bakmasınlar; kendilerini gün be gün bataklığa batıran bir felaketin farkına varamayan “duyarsızlar kitlesi” haline gelmişlerdir.
Bu durumda, ilk sorumlu kişiler; ilim, fikir ve sanat adamlarıdır. İkinci sırada ise, devlet adamları gelmektedir. Üçüncü sırada ise, bütün halk kitleleri, böyle bir felaketin sorumluluğunu üzerlerinden atamayacaklardır.
Prof. Dr. Sami Şener
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…