İstanbul Doğumlu Ama Rize’liyim
Ben İstanbul doğumluyum. Babam Rize ilinin merkeze bağlı Sütlüce köyündendir. Babamız Faik Efendi’nin evi halen duruyor ise de çocuklarım Ahmet Misbah ve Eymen Faik’in eski Rize evlerini andırır görünümde yaptırdıkları yeni ev vesilesiyle Rize’mize/köyümüze daha bir gider olduk. Ama değişik vesilelerle ve özelde konferanslarla Rize’mizle bağlantımızı hep sürdürdük.
Rize Konferansım ve Hazırlayıcı Olaylar
Bu konferanslarımdan ilki Türk İş’in Rize’de yaptığı yönetim kurulu toplantısı vesilesiyle oldu. 1978 yılında gerçekleşen “İslâm’da İş, İşveren ve İşçi” konulu konferansımızın “Türk- İş” ile ilgisi ne ola ki denebilir. Rize konferansımızın anlatımına geçmeden, arka planına bakmamız gerekmektedir.
Köyümüzün en bilinir kişisi benim, ama benden önce ismi duyulanlardan biri ağabeyim Sultan Demircan, diğeri de eniştemiz sendikacı Aslan Sivri’dir. Bu ikisinin kaderi örtüşmüş, ikisi de mümin olarak vuruldukları için, inancıma göre şehid olmuşlardır.
Aslan Sivri Mümin Bir Sendikacı
Aslan Sivri, benden 7 yaş büyük olan ablam Emine’nin kocasıdır. ikisi de rahmetli oldu, ama altı çocuğu yaşıyor. Babasını temsil eden Hakan ise gözbebeğimizdir.
Aslan eniştem ilkokullu olduğu halde, kendisini çok çok iyi yetiştirmiş bir sendikacıydı. Tersane işçisi olduğu için meşru ve haklı mücadelesiyle Türkiye Liman Dog ve Gemi İşçileri Sendikası Genel Başkanı olmuştu. Kendisini 1973’de İzmir Alaybey Tersanesinde, elinde notlar olmaksızın konusuna hakim olarak yaptığı bir saatlik konuşmayı, Süleymaniye Camii hatibi olarak dinlediğimde hayran kalmış, “Sübhanellah” demiştim. Çocukluk ve gençlik yıllarında maddî sıkıntılar çektiği için maaşını evine harcardı. Ama evinde vasat bir mobilya bile yoktu. Sendika başkanlığında haram lokma yemedi ve yedirtmedi. Dindardı. İçkisi ve kumarı hatta sigarası bile yoktu. Beş vakitçiydi. Cuma günleri Süleymaniye Camiine namaza gelişi gözlerimin önündedir. Boylu poslu olduğu ve yönetim kurulu üyeleri ile birlikte genelde geç geldikleri için minberden gelişlerini izlerdim. Yaklaşık 20 yaş küçüğü olmama rağmen hocalığımdan ötürü bana saygılıydı.
Binali Yıldırım’ın Vefası
Sözü, sendika başkanlığı döneminde, talebeliğinden itibaren katkı verdiği ve mühendis olarak Kasımpaşa Tersanesine yerleştirdiği Binali Yıldırım Beyi Ulaştırma bakanı iken yaptığı konuşmaya bırakarak bu bahsi kendisine rahmetler dileyerek kapatalım.
İsminin bir romörköre verilmesinden dolayı yapılan törende Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Aslan Sivri’nin yaşantısında önemli bir yeri olduğunu vurgulayarak şöyle der:
“Aslan Sivri, Türk gemi inşaatına, Türk denizciliğine çok büyük hizmet vermiş, tersanelerde çalışan işçilerimizin, mühendislerimizin, teknik insanlarımızın derdiyle dertleşmiş ve Türk gemi inşaatının bir yerden bir yere gelmesine ömrünü vermiş bir emekçi lideridir, bir sendika başkanıdır. Ben, o aktif görevdeyken tersanecilik hayatına başladım ve iş hayatımda ilk tanıdığım insanların başında o geliyor. Ne yazık ki hain terör onu da buldu ve terör hadisesi sonunda 6 Kasım 1979’da hayatını kaybetti. Bugün, bakanlığımız adına yaptırılan bu römorköre onun adını vererek bir vefa örneği de göstermiş oluyoruz”
Şimdilerde Sendikacılık Geriledi
Şimdilerde, aktüaliteyi takip eden 30 yaş altı gençlere üç işçi konfederasyonun adını sorsanız belki söyleyemez ama 12 Eylül 1980 İhtilali ve de 28 Şubat 1997 öncesinde Türk-İş, Disk, Tesk, Tisk ve Hak- iş ülkemizin gündemindeydi. Hak- İş istisna edilirse, diğerleri 12 Eylül’e gidişte ve 28 Şubat’a gelişte önemli roller oynadılar.
Sendikacılığın etkin olduğu 1980 öncesi dönemde eniştemiz Aslan Sivri Türkiye Liman Dog ve Gemi İşçileri Sendikası Başkanı olduğu gibi Türk İş Yönetim Kuruluna da girmişti.
Türk İş yönetim kurulu toplantısının veya önemli bir etkinliğinin Rize’de olacağı haberini Aslan Sivri merhumdan öğrenince devreye girdim ve bir sivil örgütümüzün organizesi altında Rize konferansımız gerçekleşti. Doğal olarak konumuz “İslâm’da İş, İşveren ve İşçi” olacaktı. Ben bu konuyu yaklaşık bir buçuk yıl sonra 20 Ocak 1980 tarihinde İzmir konferansımda da işledim.
Ben İslâm’da İş, İşveren ve İşçi konusunu 1979 yılında yayınladığım Süleymaniye Minberinden İslâm Nizam’ı isimli hutbelerimi içeren kitabın üçüncü cildinde beş hutbe halinde yayınlamıştım. Bu konuyu konferans öncesinde hazırlamış sonra da hutbeler halinde mi sunmuştum yoksa daha önce hazırlayıp Minber’den sunduğum hutbeleri özetleyerek konferans metni haline mi getirmiştim hatırlamıyorum. Ama bu konuda Türkçe olarak yayınlanmış dişe dokunur bir eser de yoktu.
Bu alanda şimdilerde bile doyurucu müstakil bir eser göremedim. Aranırsa bir iki makale bulunabilir. Ama kırk yıl önce İş, İşçi ve İşveren konularının gündemi oluşturduğu bir dönemde bu konuların yazılmış olması hamdimizi gerektiren bir durumdur.
Konferansın İçeriği
Konferansımızda çalışmanın önemi açıklanmış, İslâm’a göre yasal olan ve olmayan iş alanları ortaya konarak insanların aleyhine olacak haram nitelikli üretimlere dikkat çekilmişti. İşçilerin görevlerinin açıklanmasıyla yetinilmemiş, işverenin vazifeleri de ayrıntılı bir şekilde beyan edilmişti. Konferansı ciddiyetle izleyenler, İslâm’ın ilahi bir hayat düzeni olduğunu kavrayabilirdi.
Konferansa Halil Tunç ve Onun Benzerleri Gelmedi
Hatırladığıma göre, konferansımıza başladıktan sonra Aslan eniştemle birlikte Sağlık-İş Sendikası Başkanı merhum Mustafa Başoğlu da gelip dinlemişlerdi. Bu ikisi İslâm açısından tam bilgili ve bilinçli değil idilerse de mümin idiler ve İslâm’a sıcaktılar. Ama başta Türk –İş başkanı Halil Tunç olmak üzere diğerleri gelmedi. Onları da kınayamıyorum. Ne verdik ki ne alacaktık.
Allah her oluşumu ve bizlerin eylemlerini de bilendir. Onun huzurunda hesap vereceğiz. Ama biz müminiz, Cennet ile taçlandırılabileceğimiz ümidini taşıyoruz. Bu ümidi taşıyamayanlara kızmaktan çok acınır.
Bu arada Rize Kendirli köyünde de bir konferans verdiğimizi hatırlatmış olalım.
Adıyaman Konferansı / General Vali Zulmü
4o yaş altı grubuna anlatabilir miyiz bilmiyorum ama benim Süleymaniye Camii İmam Hatipliğim döneminde (1970-1981) iletişim ve ulaşım imkanları çok mu çok problemli idi.
İletişim ve Ulaşım Zordu
Mesela İstanbul’dan Rize’ye veya konu edineceğim Adıyaman’a telefon mu edeceksiniz, santrale en seri ve pahalı yol olan “yıldırım” kaydını düşseniz bile 24 saatte görüşme yapamayabilirdiniz. Bildiğimiz ulaşım yolu da otobüstü.
Bu sebeple İstanbul’dan Doğu’ya konferans için gidiş geliş ve yorgunluğu atmak birkaç gününüzü alırdı. Biz de konferans davetlerini birleştirir, bazen birbiriyle irtibatlı üç dört ilde birden konferans vermek üzere yola çıkardık.
Yanılmıyorsam 1974-1976 arası; muhtemelen de 1974 yılının ikinci yarısıydı. Adıyaman, Malatya, Elazığ ve Maden’de konferanslar vermek üzere yola çıktık. İlk konferansımızı Cumartesi günü akşamı Adıyaman’da verecektik. Adıyaman’a önce uçağa sonra da otobüse binerek varacaktık. Uçak seferi iptal edilince Adıyaman’a gidemedik, konferansımızı da veremedik.
İkinci konferans bir gün sonra olacağı için otobüse bindik ve ona yetişebildik.
Malatya ve Elazığ konferanslarından sonra Maden’e geldik. Küçük bir yerdi. İşçilerden oluşan, tahminlerimizin üstünde bir dinleyici kitlesiyle karşılaştık. Geldiğimiz günün akşamı ilgiyle izlenen konferansımı verdim ve ertesi günü sabah erkenden uçakla İstanbul’a dönmek üzere Diyarbakır’a yöneldim.
Tut Bir Araba Gel
Diyarbakır’da THY acentesini ararken konferansımızla birinci derecede ilgilenen Adıyaman Müftüsü Hüseyin Horan kardeşimizi aradım. İstanbul’a dönmek üzere olduğumu söyleyince bana “derhal bir araba tut ve gel” akşam konferansımızı gerçekleştireceğiz demez mi? Ne dediysem ikna edemedim. Konferans için halkı toplamak kolay dedi ve konuşmayı mühürledi.
Adıyaman gideceğim de nasıl? Bana ‘tut bir araba gel’ denildi ama ben her zamanki gibi konferansların pahalıya mal olmasını istemediğim için özel araba tutmadım. Öce Kâhta’ya indim. Sonra da ikindi ezanı okunurken ve ismim belediye hoparlöründe ilan edilirken Adıyaman’a girdim. Bu, Adıyaman’a ilk gelişimdi.
Basri Kılıçaslan’da Misafir Olacaktık
Müftümüz, evinde akşam yemeğini beraberce yiyeceğimiz ve konferanstan sonra kalacağımız evi de belirlemişti. Basri Büyükaslan ağabeyin misafiriydik. Basri ağabey, beni Adıyaman’a konferansa davet eden MTTB Adıyaman temsilciliğinin yetkilisi olan Muhammed Necip Büyükaslan’ın da babasıydı. Necip Bey kardeşimiz, çok sonraları Adıyaman Belediye Başkanı olacaktır. Basri ağabey şehrin ileri gelenlerinden olup hatırlayabildiğime göre risale-i nur şakirdiydi.
Akşam yemeğini yedik, konferans vermek üzere evden çıktık ama sesim, verdiğim üç konferansın yorgunluğu içinde tam anlamıyla kısıktı. Bir de dinleyici olarak beş on kişi ile karşılarsak ne yapabilirim diye düşünüyordum.
Gerçekten İğne Atsan Yere Düşmezdi
Yanılmıyorsam konferans belediye salonundaydı. İçeride tam bir izdiham vardı. Gerçekten iğne atsan yere düşmezdi.
MTTB başkanı Halil Özgü ve Necip kardeşimizin ardından Hüseyin Horan Hocamızın hoş geldiniz içerikli konuşmalarından sonra Besmeleyi çekip “İslâm’da Sosyal Adalet” başlıklı konferansıma başladım. Halkın ilgisi heyecanımı ve vecdimi artırdı. Konuştukça sesim de açıldı. Rabbimin yardımıyla yararlı bir konferans verebilmiştim.
Aradan 45 sene geçti. Konferansla ilgili olarak anlattıklarımın dışında Basri ağabeyin anlattığı bir olay hafızamda tazeliğini koruyor.
Yasakçı Vali Korkuya Kapılmıştı
1960 ihtilalinden sonra atanan-emekli general- vali Alaattin Kıral, Cuma akşamı yatsıdan ve Cuma günü Cuma ezanından önce okunmakta olan Salâ’yı yasaklar. Daha da önemlisi iş yerlerine Atatürk resimlerinin asılması hususundaki valilik talimatını uygulamayan Basri bey dahil, bazı bilinen nurcu kardeşleri de göz altına aldırır.
Yasağı ve gözaltına alınma eylemini öğrenen halk Cuma günü Cuma namazından sonra harekete geçer. Camiden çıkan da, meyhaneden gelen de Valiliğin önünde toplanır. Adıyaman ölçeğinde büyük bir kitle oluşur. Vali yarı korkudan civar illerden yardım ister. Bir taraftan da halkın ne istediğini anlamaya ve dinlemeye hazır olduğunu ve heyetlerini göndermelerini rica eder. Gönderilen heyet rahatsızlığın sebebini anlatır, sonuçta ve salâ yasağı ve göz altına alma kararı kaldırılır.
Anadolu ve özellikle Doğu halkı hassastır. Anlattığımız olaylardaki hassasiyeti de tebrik edilmeye değerdir ama İslâmî bilgi ve bilinç yetersizliği sebebiyle tepki konulması gereken çok çok daha önemli yerlerde de duyarsızdır. Ne yapalım ki insan malzememiz bu.
Hüseyin Horan kardeş 1976 ‘da müftülükten ayrılıp Avrupa’ya gider ve İslâm’ı tebliğ çalışmalarına devam eder. Bana kendisinin anlatımına göre oralarda Cuma hutbelerini de bizim İslâm Nizamı’ndan alarak okurmuş.
Hep Adıyaman’da kalamayacağımıza göre 2006 yılında vefat eden Basri ağabeye ve Hüseyin Horan kardeşe de rahmetler dileyip dualar ederek bir başka konferansımızın anlatımına geçelim.
Geçmeden de ikinci konferansımızı vermek üzere Adıyaman’a, başkanı Necip Büyükaslan’ın olduğu Birlik Vakfı’nın davetlisi olarak bir daha geldiğimizi ve 3 Ekim 1989 tarihinde Spor Salonu’nda “İnsanlık Anlayışımız ve Görevlerimiz” konulu bir konferans verdiğimizi hatırlatalım.
(Devam edecek)