“Eylesen tûtiye ta’lîm-i edâ-yı kelimât
Sözü insân olur ammâ özü insân olmaz”
Fûzûlî
Belki de Devleti Âliyye’nin sürekli batıya dönük ilerleyişi ile sıkışan Batı’da bir çıkış/çözüm zaruretinin doğup düşünceyi tahrik etmesi ve düşüncenin hareketlenmesiyle ortaya çıkan gelişmeler, tarihin seyrinde önemli dönemeçleri, sıralı olarak, meydana getirdi. Cemil Meriç’in ifadesi ile: ”Zorlanmadan, mecbur kalmadan düşünmez insan.” Dolayısıyla Avrupa’daki Coğrafi Keşifler, Rönesans, Reform hareketleri, buharlı makinanın icadı, Sanayi Devrimi gibi mühim hadiselerin temelinde, zorda kalan batılının düşünceyi harekete geçirmesi vardır, diye bir hüküm versek, bu gelişmeleri doğuran başka bir takım sebepler arasında en mühimlerinden birine, hatta en önemlisine işaret etmiş oluruz diye düşünüyorum.
Ne var ki, Batı’daki bu gelişmeler Batı ile sınırlı kalmamış ve o süreç hem Batı’yı hem de Batı’nın sömürgecilik/kolonizasyon faaliyetleri ile birlikte Yeni Dünya ve kadim Doğu’yu da değiştirip dönüştürmüştür. Bu değişim ve dönüşümler gerek hadiselerin tabii tesiri ile gerekse cebren olmuştur, ama vakıa hiçbir şeyin eski mevziini koruyamadığıdır. Batı’daki gelişmelerle birlikte oluşan sermaye ve istihsal vasıtalarının verdiği güç, kurulu düzeni tarumar etmiş ve büyük devletler/İmparatorluklar tarihe karışmak durumunda kalmıştır.
Pek tabii olarak diyeceksiniz ki: Bütün bu saydıklarınla robot Sofya’nın ilgisi nedir? Anlatayım. Aslında Japon ve Amerikan ortaklı bir müessesenin laboratuvarında geliştirilen, yapay zekâya sahip olduğu söylenen ve insana en çok benzeyen robot Sofya ile bizi tanıştıran sürecin başlangıcını ve önemli dönemeçlerini kısaca ifade etmek istedim. Zira bizi “yapay zekâ”ya, yapay insana/robota götüren sürecin ve geldiğimiz halin neye tekabül ettiğini başka türlü anlamamız mümkün değildir.
Yeni keşiflerle elde edilen zenginlik ve onunla birlikte ortaya çıkan teknik gelişmelerin sonucunda ortaya konan üretim araçları, belki de bunları üretenlerin hiçbir şekilde tahmin edemeyecekleri ve kimsenin kolay kolay önüne geçmeyi- güç yetirmek bir yana – akıl bile edemeyeceği bir hareket başlatıyordu: İlerleme/terakki! Bu hareket, sıfırdan başlayıp sonsuz bir hıza doğru katlanarak ilerleyen bir araç/motor gibi adeta. Hız çarpım etkisi gibi sürekli artıyor, nereye varacağı ya da nerede duracağına dair kimsenin bir fikri yok.
Üretim araçlarının devamlı üretim yapması gerekiyor. Üretimin sürekliliğini sağlamak için tabii olarak tüketimin hem artması/çeşitlenmesi, hem de sürekliliğinin sağlanması gerekiyor. Bu sürece, kazandıkça ihtirası çoğaltan, yedikçe acıktıran, tatmin edilmek istendikçe arzuları azgınlaştıran; bir nevi iptila ve bir ifrat, hatta habis bir hastalık hali de denilebilir.
Bu süreç, tüketimin sürekliliğini sağlamak adına önünde gördüğü her türlü mâniayı ortadan kaldırıyor. İmparatorlukları dağıttı, büyük devletleri tarihe gömdü. Şimdi “Küreselleşme” adı altında ulus devletlerin devlet olma kudreti yok ediliyor, bir yandan da ulus devletlerin atomizasyon/ufalanma sürecini tüm hızıyla sürdürüyor. Kadim dinleri dönüştürdü. Mesela, Hristiyanlık içerisinde Protestanlık mezhebi oluşturuldu. İslam’a yönelik sayısız operasyon yürütüldü/yürütülüyor. Dinlerle beraber kadim kültürler de iğdiş edilerek toplumsal fonksiyonları asgariye indirildi. Büyük aile ortadan kaldırıldı, çekirdek aile bile artık can çekişir bir halde. İnsanların toplumsal bağları alabildiğine örselenip, zayıflatıldı ve bireyselleşme körüklendikçe körüklendi.
Aslında tam olarak olan şu idi: Sermayenin sürekli büyütülmesi üzerine kurgulanan yeni düzen; inanç, kültür ve toplumsal aidiyetleri ile kendisi karşısında kolay lokma olmadığını gördüğü insanı, bütün içtimai iltisaklarından kopartarak, onu birey haline getirip yalnızlaştırmak istiyordu. Zira yalnızlaştırdığı insanı tüketiciye daha kolay dönüştürecekti ve tenhada ne kadar figan etse de “birey ”in çığlığını duyacak hiç kimse olmayacaktı.
Şöyle diyelim: Modernizm/ilerleme/terakki, adına her ne derseniz deyin, sermaye/istihsal vasıtalarının faili/motoru olduğu süreç, yeryüzünde her inanç ve kültürden insanı “ilerliyoruz” diye heyecana gark ediyor, o ise kendi bekası için insan denen varlığı aslında bir robota dönüştürmek istiyordu. Maalesef bunu fazla kimse görmedi, görenler de sesini kimselere duyuramadı, duyurduklarına ise anlatmaya muvaffak olamadı.
İşte, ABD- Japon ortak yapımı ve Suudi Arabistan’ın da, kendi hukuku karşısında imtiyazlı vatandaşlık verdiği robot Sofya, insanlığın atıldığı maceranın insanı getirmek istediği sonu/sonucu göstermesi bakımından oldukça dikkate değerdir. İnsan suretine büründürülmüş bir makine, tasarlanmış ve kurgulanmış… Ancak büyük propagandanın bir yansıması olarak konuşması, sorulan sorulara verdiği cevaplar yayınlanıyor, yapay “zekâ”sından söz ediliyor. Bir robotun özgür olacağına inanmamızı istiyorlar. Hepimize yaptıkları da aslında bundan farkı değil ya. Neyi düşüneceğimizi, neyi yiyip-içeceğimizi, nasıl giyineceğimizi, neyi sevip neden nefret etmemiz gerektiğini telkin ediyorlar. Hatta telkin çok hafif kalıyor, ellerindeki aygıtlar ve araçlar vasıtasıyla dikte ediyorlar.
İlginçtir, düşüncenin doğurduğu bir süreç bütün insanlığın düşünce melekelerini devre dışı bıraktırabilmek için şeytana pabucunu ters giydirecek her türlü oyun/hileye başvuruyor; iletişim/algı/medya vasıtalarını bu amaçla kullanıyor. Bunu yaparken de ne kadar hür/özgür olduğumuza inanmamızı istiyor. Peki, inanıyor muyuz? Takdir sizlerin.
Merhum Fuzûli bu sürecin akametini daha 16. Yüzyılda işaret ediyor: “Papağana konuşmayı talim eylesen/ Sözü insan olur ama özü insan olmaz“ diyordu. Hakikatte Fuzûlî: “Ona (insana)şekil verip ruhundan üfledi”* mealindeki ayetin işaret ettiği hakikate yani insana rabbinin nefyettiği “öz”e vurgu yapıyordu. Robot Sofya, kendi özünü ıskalayan insanlığın gelecekteki büyük trajedisine işaret ediyor. Benden söylemesi!
*Secde Suresi:9
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi