Bu ifade bazılarının garibine gidebilir. Fakat
biraz düşünüldüğünde ruh dünyamızın ne kadar sığlaştığını ve insanlığımızdanönemli
değerler kaybettiğimizi anlayabiliriz.
Acaba ruh ve maneviyat iklimi, insanını tutum ve
davranışlarında bir derinlik ve istikamet verdiğinin ne kadar farkındayız?
Aklın hakim olduğu bir dünyada yaşarken, sanki onun dışındaki gerçekleri unutuyor gibiyiz. Çünkü, yıllardır aklı herşeyin belirleyicisi ve açıklayıcısı olarak gören bir kültürün etkisi altındayız.
Özellikle gençlerimiz hayata gözlerini açınca, birçok meselenin akılla yürütülmeye çalışıldığı bir dünya ile karşılaşmakta ve ruhi dünyanın izlerine şahit olamamaktadırlar.
Bir gencimizin söylediği gibi, “Bazı önemli
şeyleri, onlara zorlandığımızdan sonra farkediyoruz” Bu, belki biz
yetişkinlerin fark edemediği bir gerçek.
Dolayısıyla yetişmekte olan gençlerimizin sosyal
konuların içine itilmeye ihtiyacı olduğunu anlıyoruz. Bu da, anne-babasının ve
eğitimcilerin gençleri kendi hallerine bırakmayıp, onlara ihtiyaçları olan “rehberlik
yaparak” yöneltmeye ve hatta onlarla beraber bazı meseleleri halletmeye çalışmakla sağlanabilecektir.
Hayatımızın temelinde manevi ve ruhi gerçekler bulunmaktadır. Maneviyat, insanın ruh ve duygularla hayatın önemli bir bölümünü yöneltme ihtiyacından doğmaktadır. İçimizin ve kalbimizin arzu ettiği şey, manevi dünyadır. Biz bu dünyada hisseder, heyecanlanır, duygulanır ve severiz. Bunlar; ne parayla, ne de teknoloji ile karşılanamayan özelliklerdir. Samimi bir dost ve arkadaşın yerini hangi maddi faktör veya para tutabilir? Annemizin, kardeşimizin veya eşimizin sadakatini, bize başka kim gösterebilir.? Hocamızın veya bir akrabamızın, bizim üzerimize titrediği kadar, hangi siyasetçi veya iş adamı bizi düşünebilir?
Burada, ruhi ve manevi hayatın hem bir derinlik ve de geniş bir çerçeve içerisinde gerçekleşmekte olduğunu anlıyoruz.
İşte bütün bunlar, bizim ruh dünyamızın ve manevi değerlerimizin sonucu olarak karşımıza çıkan ve hayatı önemli yönleriyle manalandıran ve bir yönüyle de sevimli hale getiren manevi dünya ile ilgilidir.
Biz, manevi değerler ile dolu bir hayatın çocukları olduk. Yeni yetişen çocuklarımız ve gençliğimiz ise, herşeyi madde ve para ile değişebileceğine inanan 19. yüzyılın materyalist düşüncesi ile hareket ettiklerinin farkında değiller. Batı, yaşadığı dini ve sosyolojik etkiler karşısında böyle bir yola düştü. Ama, bizim böyle bir gerekçemiz yok. Yani, ruhi ve manevi dünyanın zararından çok faydasını görmüş bir medeniyetiz.
Bir zahmet kendimize bakalım. Çocuk ve gençlerimize, hayatın asıl yönünün ruhi ve manevi düzlemde gerçekleştiğini ve maddi ihtiyaçların, bu hayatın sadece gerekleri olduğunu ve olayları asıl “belirleyici karakter”in maddi dinamikler olmadığını söyleyemedik. Veya, bunu söylerken; manevi ve ruhi yönümüzü gereği gibi ortaya koyamadık. Bundan dolayı; inancımız, ahlakımız sadece bir “söylem” olarak kaldı. Hayatımızı rehber ve temel görüş olarak belirlediğini söylediğimiz o kutlu ve diriltici ruh nefesini gereği gibi hissedemediğimiz için, çocuklarımıza da benimsetemedik.
Şimdilerde ise, çocuklarımızdan ve gençlerimizden şikayet edip duruyoruz. Ama, bilelim ki; asıl maneviyatını kaybetmiş olan bizleriz. Üstelik, bildiğimiz halde, o dinamizmi ve o yaşatıcı değerleri, cesaretle hayatımıza ölçü olarak alamayan; biz yetişkinler olduk. Şimdi de çocuk ve gençlerimizin elimizden kayarak, başka dünyaların ve yabancı iklimlerin insanı olmalarına seyirci kalıyoruz.Yapacak şey; yeniden ruh ve maneviyatımızın önemini keşfetmek ve insanı ve toplumu medenileştirici ve diriltici bir nefes olarak yeniden hissedip, onun huzur ve şuuru içerisinde kendi gerçeğimizle yüzleşmektir. Ramazan; bunun sağlanabileceği ortamı, bilgiyi ve ruh saflığını bize sağlayacak bir fırsat olabilir.
Prof. Dr. Sami ŞENER
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi