Ölen insanlara ait ruhların, zaman zaman dünyaya geldiği inancının, çok eskilere dayandığı ve bir hayli de yaygın olduğu görülüyor. Nitekim kimi insanların, “ölümden sonra ruhun yeniden insan bedenine girerek dünyaya tekrar gelmesi” [1] demek olan reenkarnasyona/ tenasühe inandıkları; [2] kimi insanların da “ruh çağırma seansları” yaprak, bazı ölmüş insanların ruhlarıyla konuştuklarını iddia ettikleri biliniyor.[3] Bazı Müslümanların, ölen insanların ruhlarıyla temas ettiklerini söylemeleri de bu iddialar arasında yer alıyor. Dolayısıyla bu inanca sahip olanlardan kimilerinin, bazı münferit olaylardan ve sosyolojik etkenlerden de yararlanarak ölen insanlara ait ruhların geri dönüşünü ispatlamaya çalıştıkları, kimilerinin ise ispata gerek duymadan doğrudan istediği kişinin ruhuyla temas ettiğini söyleyerek, bu inancı istismar ettiği görülüyor.
Böyle bir inanca İslam nasıl bakıyor? Ana kaynaklarında İslam’ın bakış açısını yansıtan hangi bilgiler bulunuyor?
“Onlardan birine ölüm gelince: Rabbim, beni geri çevir belki yapmayıp (noksan) bıraktığımı tamamlar, iyi işler işlerim der. Hayır, bu kendi sözüdür. Tekrar dirilecekleri güne kadar arkalarında, geriye dönmekten alıkoyan bir berzah (engel) vardır” [4] ayeti, ölen insanın tekrar dünyaya gelmediğini /gelemeyeceğini açık ve net bir biçimde ifade eder. “Helak ettiğimiz bir ülkeye artık (dünya hayatı) haramdır. Onlar bir daha (hayata) dönemezler”[5] ayeti de bu bilgiyi teyit eder. Hz. Peygamber de “Ölenler artık dünyaya bir daha dönmeyecekler”[6] sözüyle ruhun tekrar dünya dönmediğini/ dönemeyeceğini açıklar.
Ruh, mahiyeti bilinemeyen bir varlıktır. İnsan ölünce ruhu ne olur ve nereye gider? Bunu, insanın beş duyusu ile bilmesi mümkün değildir. Zira ölüm sonrası hayat, bilimin değil, dinin konusudur. Bu nedenle insanoğlu, ruh hakkında çok az bir bilgiye sahiptir, dolayısıyla da ruhun mahiyetini bilememektedir. Mahiyeti bilinmeyen/ bilinemeyen bir varlık hakkında söylenecek her söz, zandan ibarettir ve gerçekle de bir ilişkisi yoktur. Kur’an, “Hakkında kesin bilgi/ilim sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp bunların hepsi ondan sorumludur”[7] diyerek insanın, bilmediği/ cahili olduğu bir konuda konuşmamasını, hüküm vermemesini ve her hangi bir eylemde bulunmamasını ister. Daha açık bir ifade ile ayet, bir şeyi iyice bilmeden ve anlamadan, zan ile hareket edilmesini yasaklar. Çünkü hayal mahsulü temelsiz her bilginin, hak ve hakikat karşısında hiçbir değeri yoktur.[8] Bu nedenle reenkarnasyon, ruh çağırma ve ruhlarla temas etme gibi zan ifade eden düşünceleri, İslam’ın onaylaması söz konusu değildir. Nitekim bu gerçeği Kur’an, “Sana ‘ruh’ hakkında soru soruyorlar, De ki : Ruh Rabbimin emrindendir ve bu konuda size ilim adına az bir şey verilmiştir”[9] sözüyle ifade eder.
Öyleyse tenasühe inananların ve ruh çağırma seanslarında veya farklı zeminlerde ruhlarla görüştüklerini iddia edenlerin söylediklerini ve bilgi diye sundukları şeyleri nasıl anlayacağız ve açıklayacağız?
Hiç şüphesiz her konuda olduğu gibi bu konuda da Kur’an’ın bize rehberlik ettiğini, şeytan ve cin ile ilgili olarak verdiği bilgilerden öğrenme imkanı buluyoruz. Zira Kur’an bize bir şekilde insanlarla temas kuran varlığın ruh olmadığını, şeytan/cin olduğunu söylüyor. Şu ayet mealleri de bunu açıkça ifade ediyor:
“İblis ,’Öyleyse bana kıyamete kadar süre ver’ dedi. Allah ‘Peki sana istediğin süre verilmiştir’ buyurdu. Bunun üzerine iblis şöyle dedi: ‘Sen beni Adem yüzünden nasıl azdırdıysan, yemin olsun ki ben de Ademoğullarına karşı Senin doğru yolunda pusuya yatıp bekleyeceğim. Sonra da onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım,(altlarından girip üstlerinden çıkacağım) ve Sen de göreceksin ki onların çoğu sana şükretmeyecek’ Allah da ‘Çık oradan alçak rezil! Ben de yemin ediyorum ki cehennemi tamamen sizlerle ve size uyanlarla dolduracağım’ dedi.”[10]
Kur’an, bu ayette zikredilen İblis/şeytanın, cinlerden olduğunu söyler [11] ve onun vasıflarını da şöyle açıklar : Şeytan, insanı Allah ile aldatır ve onun düşmanıdır[12], ona vesvese vererek saptırır,[13] inatçıdır[14], nankördür,[15] âsidir[16] ve kendine güvenenleri yardımsız bırakır.[17] Bu vasıflara sahip olan şeytan insanları saptırmak için, bazılarını şüpheye düşürür,[18] bazılarına yaptıkları kötü işleri güzel gösterir[19], çirkin sözler, içki kumar ve fuhuş gibi haram olan şeylerle insanların arasını açar.[20]
Şeytan , insanları doğru yoldan ayırmak için her türlü hileye baş vurur, vaatte bulunur, kışkırtır, unutturur, vesvese verir, fitne ve fesadı körükler, korkutur ve yalan konuşur. Bu vasıflarıyla şeytan adeta bir kötülük sembolüdür Buna rağmen şeytanın, inananlara ve Allah’a sığınanlara karşı hiç bir gücü yoktur.[21] Onun gücü sadece kendisini dost tutanlara ye Allah’a ortak koşanlaradır.[22] Zira şeytanın Allah’a gerçekten kulluk edenleri kandırmaya asla gücü yetmez.[23] Bunun için Allah Teala, Kur’ân okumak isteyen Müslümandan şeytanın şerrinden kendisine sığınmasını ister [24] ve “Euzü billahi mine-ş şeytani’r racim/ kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım” sözünü inanarak ve içten söylemekle o Müslümanın, korunacağını açıklar. Bu sığınmaya “istiaze” denir. Bu nedenle “Felâk” ve “Nâs” surelerinin adı da “Muavvizeteyn” dir. Hz. Peygamber de insanın vücudunda kanın deveranı gibi şeytanın da dolaştığını söyleyerek, onun insana olan etkisine dikkat çeker.[25]
Cahiliye döneminde Arapların, bazı şairlerin cinlerle temas halinde olduklarına inandıkları ve bu nedenle de Hz. Peygamber’in Allah’tan vahiy almasını, buna benzeterek “Ey kendisine zikr (Kur’an) indirilmiş olan, sen mutlaka cinlenmişsin”[26] dediklerini Kur’an bize haber veriyor ve bu ve benzeri vasıflarla Hz. Peygamber’i tanımlamalarını da şiddetle ret ediyor. Dolayısıyla ruhun geri gelişi ile ilgi olarak ileri sürülen bilgilerin, cinlerle alakalı olduğu anlaşılıyor. Nitekim cinlerin “ Biz hayranlık uyandıran bir Kur’an’ı dinledik” dedikleri ve bu ayetin devamında da “ Meğer bizim beyinsiz ( iblis) Allah hakkında asılsız sözler söylüyormuş, biz de insanların ve cinlerin Allah’a asla yalan isnat etmeyeceklerini düşünürdük. Bir kısım insanlar, bazı cinlere sığınıyor ve bu da onların kibrini daha da artırıyordu. O insanlar tıpkı siz cinler gibi, Allah’ın hiç kimseyi peygamber olarak göndermeyeceğini zannediyorlardı. Biz (bilgi çalabilmek için) gökyüzünü yokladık ve onun güçlü bekçiler ve yakıcı alev toplarıyla donatılmış olduğunu gördük”[27] sözleri de bu ilişkiye işaret ediyor.
Sonuç olarak İslâm inancına göre yaratılış esnasında insan bedenine üflenen ve ölüm anında ondan ayrılan ruh, insanın ölümüyle yok olmayıp bir başka âleme yükseltiliyor. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, ‘Allah nefisleri -ruhları- öldükleri sırada, ölmeyenleri ise uykularında alır. Ölümüne hükmettiğini tutar ,diğerlerini belirlenmiş bir süreye kadar salıverir’[28] buyrulmakta; hadislerde de ölen kişilerin ruhlarının semaya yükseltildiği haber verilmektedir.[29]
Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerden peygamberlerin meleklerle; bazı kâhinlerin de cinlerle bir irtibatının bulunduğu anlaşılsa da, (bu kaynaklarda) insanların ölen kişilerin ruhları ile temas kurduğuna ilişkin bir bilgi bulunmamaktadır. Dolayısıyla ölen kişilerin ruhları ile irtibata geçildiğine dair iddiaların dinî bir mesnedi yoktur. Bu hususta farklı iki görüş ileri sürülmektedir. Birinci görüş ruh çağırma esnasında gelen varlığın cin olduğu şeklindedir. İkinci görüşe göre ise bu sırada dışarıdan herhangi bir varlık gelmemekte, buna karşılık ruh çağırma seansını yöneten medyum tabiatlı kişi senaryoyu kendi hayal dünyasında yaşamaktadır.[30] Bu nedenle Elmalılı M. Hamdi Yazır, büyük şahsiyetlerin ruhlarını çağırıp getirme iddialarının yalan, uydurma ve saçma olduğunu söyler.[31] Dolayısıyla ruhla temas edildiği inancının dinî bir dayanağı mevcut değildir.
Prof. Dr. Celal Kırca
[1] Şehristânî, el-Milel ve’n Nihâl, Beyrut, trs., (el-Fasl’ın kenarında), 2/11.
[2] B.Carra De Vaux, “Tenâsüh”, İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1974, 12/1, s. 158.
[3] Enis Behiç Koryürek’e ait “Varidât-ı Süleyman” ın yazılışı ile ilgili anlatılan “Çedikçi Süleyman Çelebi” hikayesi, ruhun gelişine örnek gösteriliyor. Bkz. Yavuz Bülent Bakiler, “Müfide Koryürek, Enis Behiç Koryürek’i Anlatıyor” (Mülakat), Hisar Dergisi, sayı: 195, Mart 1975, s. 135 ve devamı.
[4] Müminun,23/99-100.
[5] Enbiyâ, 21/95.
[6] İbn Mâce, Cihad,16.
[7] İsra,17/36.
[8] Necm,53/28
[9] İsra, 17/85.
[10] A’raf,7/14-18.
[11] Kehf,18/50.
[12] Fâtır, 35/5-6.
[13] Nâs, 114/1-4; Kasas, 28/15.
[14] Hac: 22/3.
[15] İsra,17/27.
[16] Meryem; 19/44.
[17] Furkan: 25/29.
[18] Sebe’ : 34/20- 21.
[19] Ankebut: 29/38.
[20] Maide; 5/91-92 ; Bakara: 2/169.
[21] Nahl, 16/99.
[22] Nahl, 16/100.
[23] Îsrâ, 17/65.
[24] Nahl, 16/98.
[25] Buhari, İ’tikaf, 11.
[26] Hicr,15 /6
[27] Cin 72(1-8.
[28] Zümer 39/42.
[29] Müslim, Tevbe, 46.
[30] Sonuç kısmı, İlyas Çelebi, Ruh Çağırma, TDVİA, İstanbul 2005, 38/201-203’den özetlenerek nakledilmiştir.
[31] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1938 , 8/6365-6366. Geniş bilgi için bkz. Celal Kırca, Kur’an ve İnsan ( Kur’an Açısından Reenkarnasyon), Ankara 2022, s.162-188.