Süleymaniye Camii’nin genç bir Hatibi olarak göreve başladığımda üniversite gençliğine önem veriyor, onların bilmeleri gereken güncel konulara öncelik vererek hutbelerimi hazırlıyordum. Gençler cemaatimizin omurgasıydı. Büyük ölçüde çalışma azmimi pekiştiren ve hutbelerimi derin bir iç huzuru ile sunmamı sağlayanlar da onlardı.
Genç Öğrenciler Kadar Mezunlarla da İlgilenmek
Nedense biz üniversiteli gençlere bir ölçüde önem veririz de mezun olmuş genç yetişkinlerle pek alakalanmayız. Oysaki onların durumu daha acil olabilir. Çünkü onların bir kısmı evlidir. Alanları ile ilgili iş bulamamış olabilirler. Maddî problemleri de olabilir. Aslında işleri sürekli olanlarla da ilgilenmeliyiz. Oysaki İslâmî çizgiye gelmiş olmak kadar sürdürmek de mühimdir.
Bu sebeple çevremizi izliyor, ilişkiler kurmaya çalışıyorduk.
Sabahattin – Halit Ağabeyler mi Bizi, Biz mi Onları Bulmuştuk?
Nasıl oldu ve oluştu hatırlamıyorum. Biz mi onları bulduk yoksa onlar mı bizi buldu? Sabahattin Kırkan ve Halit İlhan ağabeyleri hatipliğimizin ilk yıllarında yani erken dönemde kazandık.
Sabahattin ağabey benden altı yaş kadar büyüktü. Yüksek makine mühendisiydi. İşini kurmuş genç bir sanayiciydi. Cumalarımızın müdavimi olmuştu. Benim sosyal hayata açılan pencerem gibiydi. O benden, ben ondan faydalanıyordum.
Sabahattin ağabey cumalara yalnız gelmiyordu. İş ortağı mühendis Yılmaz Güray Bey de geliyordu, bir de mühendis Müslim Abacı vardı. Daha sonraları mühendis Şadan Tuzcu da aramıza katılmıştı. İleride Şadan Tuzcu Beye döneceğiz. Halit İlhan ağabey, gelenlerin arasında ve başındaydı.
Halit ağabeyi Karabük konferansı bölümüne konuk edeceğiz.
Bizim bu sayıca az, ama düzeyli mühendisler grubumuzu Süleymaniye’ye taşıyan Sabahattin Beydi. Yılmaz Bey başından beri vardı. Müslim Bey de Cuma bilenlerden ve kılanlardandı. Sabahattin Bey nasıl ettiyse Şadan Beyi de ikna etmiş cumaya getirmişti. Şadan Bey bizim o hafta sunduğumuz sosyal içerikli hutbemizi dinleyince, hiç de beklemediği bir olguyla karşılaşmış, hayrete düşmüştü. Hayreti, beğenisini ifade eder nitelikliydi.
Namazdan sonra Sabahattin Beye şöyle demekten kendisini alamamış:
– Camilerde böylesi sosyal içerikli konular da işleniyor, halkımız bilgilendirilip bilinçlendiriliyor mu? Ben artık Cumacıyım. Her hafta aranızca olacağım.
Sabahattin Beyle hutbelerimizin değerlendirmesini yapıyorduk. Sosyal konularda fikir alış verişinde de bulunuyorduk.
Sabahattin Bey Birlikteliğin Önemini Müdrikti
Yeri gelmişken ifade edeyim; Sabahattin Bey sivil örgütlenmenin önemini müdrikti. Büyük hizmetlerin birliktelik yoluyla yapılabileceğine inanırdı. Bu sebepledir ki ilişkilerimizin devam ettiği döneme, yani 2019’lara kadar ben onu her zaman birkaç sivil örgütümüzde çalışır görmüşümdür. Uzun yıllar İlim Yayma Cemiyeti, Hak Yol Vakfı ve İlim Yayma Vakfında başkanlık dahil değişik kademelerde görev yapmıştır. Halen Sabahattin Zaim Üniversitesi mütevelli heyet üyesidir. Allah uzun ömürler nasip etsin.
Cumadan Sonra Yemeğe Çıkardık
Sabahattin Beyin başında olduğu mühendisler grubumuz öyle hutbeyi dinleyip namazı kılınca dağılmazlardı. Cumadan sonra beraberce yemek yemeye giderdik. Fatih Camiinin Süleymaniye tarafında bulunan maruf köfteciye gider karnımızı doyurur, sohbetlerimizi koyulaştırırdık. Bir ara İstanbul Müftüsü Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı Hocamız da bizi onurlandırmıştı. Hocamız yemek paralarını bir tür sıra ile vermekte olduğumuzu görünce, çocuklar bir de ben size yemek yedireyim demiş, Süleymaniye’de kuru fasulye yedirmişti. Kuru fasulyecilerimiz o dönemlerde de meşhurdu. Yemek için zaman zaman Laleli’deki Bozanoğullarına gittiğimiz de olurdu.
Bugün iki mühendis kardeşimiz Yılmaz ve Müslim beyler Rahmet-i Rahman’a kavuşmuşlardır. Biz onların imanına şahidlik ederiz, Rabbim onlardan razı olsun. Sabahattin Bey hatırlatmasıydı bilemeyecektim, Müslim Bey kardeşimiz güzel kokular alır Süleymaniye Camiinin değişik yerlerine serpermiş. Müslim kardeşi Almanya seyahatimiz bölümünde de hatırlayacağız.
İşte böyle aziz okuyucum, bildiğiniz gibi elli yıl sürdürebilen dostluklar azdır, Allah’a hamdolsun İslâmî çizgimizi yitirmedik. Allah için birbirlerimizi sevdik. Rabbim, kendi rızasını amaçlayarak sürdürdüğümüz dostluğumuzu mükafatlandırsın. Mükafatlandıracaktır da. O vaadinden dönmez.
Sözü ona bırakalım:
“O yüce sorgulama Günü’nde bütün dostlar birbirine düşman kesilecek. Ama Rabbinin emirlerine ve yasaklarına bağlı kalanların dostlukları devam edecek. Allah da onlara buyuracaktır: Ey kullarım! Siz bugün hiçbir korku duymayacak ve de üzülmeyeceksiniz. Koyduğum yasalarıma inanıp boyun eğen (sizler) mutluluklar içinde yaşamak için girin Cennetlerime.” (el-Zühruf 43/67-69)
Hatıratımı yazmayı düşündüğüm 2019 yılı başlarında Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz İstanbul Müftüsüydü. Vakfımızda sohbetimiz sırasında şu tespitleri yaptım:
Akademisyen ilahiyatçılarımızın büyük çoğunluğu İslâm penceresinden bakarak toplumsal olaylara yorum getiremiyorlar. Yorum getirebilecek olanların ekseriyeti de meselesiz/dâvâsız. Bu sebeple hayata Müslümanca bakamıyoruz.
Hasan Bey kardeşim tespitlerimi doğruladı ve durumu şöylece gerekçelendirdi:
–Bize İslam bir hayat düzeni olarak öğretilmedi. Olayları İslâm’a göre yorumlama becerisini de kazanamadık.
Spor, Cihad, Turizm ve Trafik Gibi Konular
Spor, turizm, fakirlik problemi, cihad ve trafik gibi konular ülkemizin gündeminde. Yarım asır önce de gündemindeydi. Ama incelenmiyor ve yazılmıyordu.
Biz hutbe konularımızı, çoğunluğunu üniversite gençlerimizin oluşturduğu Süleymaniye Camii cemaati için aktüaliteyi takip ederek belirlemeye çalıştığımız için bu konulara da eğildik.
Mesela 1972 yılında Münih olimpiyatlarının havası ülkemizi de kuşatmıştı. Biz de spor hutbesini yazdık. Turizm ahlâkımızı etkiler mi şeklindeki tartışmalar büyüyünce de iki hutbe halinde turizmi işledik. Can ve mal kaybı ile sonuçlanan trafik kazaları toplumun gündemine gelince de trafik konusunu inceleyip sunduk.
Yenilikçi ve Girişimci Ruhum
Allah’ın lütfuyla yenilikçi ve girişimci bir ruha sahip olduğum için yazılmamış konuları yazmak veya farklı yazmak isterdim.
Trafik konusu İslam açısından bakılarak yazılmamıştı. Bugün de yazıldığı söylenemez. İnternete girip “İslam ve Trafik” yazdığınızda karşınıza çıkacak bizim hutbemizdir.
Trafik hutbem benim sevdiğim hutbelerimden biridir. 48 yıl önce yazılmışsa de bugün de yayınlanabilir düzeydedir. Nitekim virgülü ve noktasına dokunmadan yayınladık da.
Bu hutbemde can ve mal güvenliği üzerinde durmuş, bulduğum ilgili sekiz hadisle konuyu işlemiştim. Yukarıda değinmiştim. İlahiyatçılarımızın büyük çoğunluğu Kur’ân ve Sünnet bilgilerini toplumsal olaylara uyarlayamazlar. İstisnaları bir tarafa, bu zaaf geçmişte de yaşanagelmiştir.
Bu uzunca giriş, unutamadığımız bir anımızı daha sizinle paylaşmak içindir. Trafik hutbemi yazdığım hafta derin bir zevkle sunmuştum. Namazı kıldırıp imam odasına giderken Emin Saraç Hocamızla karşılaştım. İsmini duyduğum fakat şahsen yakından tanımadığım Bekir Haki Efendiyi işaret edinçe, gidip hürmetle ellerinden öptüm,
Bekir Haki Efendi
Bekir Haki Hocamız 1975’de 93 yaşında vefat ettiğine göre, elini öptüğümde 90 yaşındaydı. Hocamız son devir İslâm ulemasındandı. Bir ara İstanbul müftülüğü de yapmıştı. Fatih ve Şehzade camilerinde yaptığı vaazlar seviyeli bir kitle tarafından izlenirdi. Hocamız daha çok Peygamberimizin hadisleri alanında derinleşmişti
Süleymaniye Camiine gelebildiğine ve hutbemizi takip edebilecek şekilde dinleyebildiğine göre yaşına göre sağlıklıydı.
Sarığım başımda ve cübbem sırtımda iken elini öptüğümde, kendine özgü şivesiyle beğenisini şöylece dile getirdi.
– Kardaşım! Bu kadar hadisi nirden buldun.
Bir hadisçi olan Hocamızın beğenisinin aslında iki sebebi vardı. Birincisi trafikle ilgi kurulan hadislerin ciddi bir araştırmayla bulunması, ikincisi de bulunan hadislerle günümüz trafik olayları arasında irtibat kurulması. Bu da bir hadisçinin beğenisini kazanmak için yeter özelliklerdi.
Biz bu hutbemizin linkini verecek olmakla birlikte bazı paragraflarını da sunmak istiyoruz:
Trafik Hutbesinin Linki: http://www.alirizademircan.net/islam-ve-trafik-5-287h.html
“Peygamberimizin imandan bir bölüm olarak sund uğu ve yapılmasını bir sadaka; bir hayır olarak vasfettiği «Yoldan, ezayı; zarar verici nesneleri gidermeyi,» özü itibariyle trafik kaidelerine uyma olarak değerlendirebiliriz. Zira amaç zarar vermemek ve verilebilecek zararı gidermektir.
Yaşadığımız dönemde yaya veya araçla yolda bizzat eza/zarar verecek duruma düşmemek, yollardan geçişi zorlaştıran, taş, diken ve kemik gibi engelleri kaldırmaktan çok daha önemli ve zarurî bir vazifemizdir. Çünkü trafik kaidelerine uymayan dikkatsiz bir yayanın bizzat kendisinin, alkollü, uykusuz ve anormal hızla vasıta kullanan sürücünün vasıtasının yollarda bir eza /tehlike olacağı, akaryakıt ve iş gücü israfına sebep teşkil edeceği açık bir gerçektir.
Fertler için tehlike ve tüketim unsuru olmanın topluma karşı işlenmiş bir zulüm olduğu muhakkaktır. Âhiret hayatımızda mutlaka cezası görülecek bu suçun toplum hayatında da ceza görmesi ve kınanması zaruridir.
Bunun içindir ki, Peygamberimiz şöyle buyurmuşl ardır:
«Kullandıkları yollarda kendilerine zarar verenleri; üzüntüye/öfkeye sebep olanları cezalandırmaları müminlerin vazifesidir.» Saygıdeğer Mü’minler!
Peygamberimiz bir hadislerinde «Sadaka vermek için koşuşunuz. Zira belâ Sadaka engelini aşamaz.» buyururken, gerekçelerini sunarak trafik kurallarına uyma olarak açıkladığımız “Yoldan, ezayı gidermeyi” de sadaka olarak nitelendirmiştir.
Peygamberimizin ifadeleriyle trafik kurallarına uym ak sadaka olduğuna, kaza ve belâlar da Sadaka engel ini aşamadığına göre trafik düzenine uymanın, trafik kazalarını büyük ölçüde önleyebileceğini veya azaltabileceğini söyleyebiliriz.
Hal böyleyken, kendi bilgisizliğimizin, ihmalkârlık ve tedbirsizliğimizin meydana getirdiği kazaları, nasıl tecelli edeceğini bilm ediğimiz ilâhî kadere hamletmemiz şüphesiz kaderi İslâm dışı bir anlayışla yorumlamaktır; pek tabiidir ki büyük bir hatadır.”
(DEVAM EDECEK)
YARIN: İBRAHİM BODUR VETEVAZUU