islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4751
EURO
36,2672
ALTIN
2.955,33
BIST
9.367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

SADECE YAKINI DEĞİL UZAĞI DA GÖREBİLMEK

SADECE YAKINI DEĞİL UZAĞI DA GÖREBİLMEK
10 Eylül 2022 10:47
A+
A-

Biri miyop, diğeri de hipermetrop  olmak üzere iki önemli göz kusurundan söz edilir; bunlardan  miyobun uzağı; hipermetrobun  ise  yakını  iyi görememe kusuru olduğu  bilinir. Dolayısıyla sadece yakını iyi görüp uzağı iyi  görememek veya uzağı iyi  görüp yakını  iyi görememek, sağlıklı bir görme değildir.  Bu maddî görme kusurlarına bir de “Bakar kör” veya “Aşkın gözü kördür” sözleriyle ifade edilen  manevî körlük  ilave edildiğinde,  körlüğün anlam  boyutları  daha da genişler.  Kur’an’da  ise maddî körlükten ziyade manevî körlük üzerinde  durulur ve “Kim bu dünyada  ama/ kör ise, ahirette de kördür[1]  sözüyle  manevî körlüğe  dikkat çekilir.

Özellikle   “görme, idrak etme, bir şeyin iç yüzüne vâkıf olma, sezgi”  gibi  manalara gelen “ basîret” kavramının, “hakikati keşfetme, doğru yolu tanıma, gerçeği yanlıştan ayırma yeteneği” anlamlarında   kullanılması, bir bakıma  günümüzde  sıkça tekrar edilen  “öngörü” yü ve  “vizyon” u da kapsar.  Bilindiği gibi öngörü, “Bir işin ilerisini kestirme veya bir işin nasıl bir yol alacağını önceden anlayabilme ve ona göre davranma”; vizyon ise “geniş görüş, ileri görüş” demektir.  Her ne kadar eş anlamlı olmasalar da öngörü ve vizyon kavramları, basiret kavramı  ile  yaklaşık anlam içeriklerine sahiptir.

Allah Teâlâ’nın ifadesiyle Kur’an “besâir/basîretler”dir. Çünkü o, gerçekleri  görebilmeleri  için  insanlara ışık  olan ve yol gösteren bir kitaptır.  Dolayısıyla Kur’an’ın,   küfür, nifak, hırs, kin gibi olumsuz inanç ve duygular yüzünden kalp gözü körleşmiş ve basîreti bağlanmış kimselere “körler”[2], “kalpleri olup da bununla idrak edemeyenler” [3] ve “bakar körler”[4] demiş olması; inananları  basiretli, inkârcıları ise  kör/basiretsiz olarak tanımlaması  bu yüzdendir.  “Bu Kur’an, Rabbinizden size gözünüzü-gönlünüzü açmak üzere gönderilen bir besaîrdir, hidayet ve rahmet kaynağıdır. Fakat bunu  anlayacak olanlar inanan kimselerdir”[5] ayeti bunu ifade eder.  Nitekim “Rabbinizden size deliller; idrak, sezgi ve kalp gözü gibi yetenekler verilmiştir. Kim bu delillerle hakikati görür ve imam ederse, kendi lehine  bir iş yapmış olur. Kim de hakikate gözlerini kapatırsa  zararı kendinedir. Ey Peygamber de ki: ‘Ben (zorla inandırmak için) sizin başınıza dikilmiş bir bekçi değilim”[6]  ayeti de  bu gerçeği açıklar.

Merhum Elmalılı Hamdi Yazır’a göre “göze göre basar (görme) ne ise, kalbe göre basiret de odur. Gözlerin görmesine sebep olan ve görücü kuvvet denilen görme nûruna göz (görme duyusu) denildiği gibi; kalbin görmesine sebep olan ve dilimizde kalp gözü de denilen algılayıcı kuvvete ve özellikle bunun zekâ, anlayış ve firaset denilen, görünür ve görünmez bir işe dikkat ve nüfuz ile, gereği gibi idrak eder bir derecede açık ve parlak olması haline ‘basiret’ denilir ki, bir ilâhî nurdur. Aynı şekilde baş gözüyle hasıl olan ve görmek denilen tam ve kâmil anlayışa ‘basar’ denildiği gibi, kalp gözüyle hasıl olan tam ve kâmil idrake, gerçek ve şüphesiz bilgiye de ‘basîret’ denir. Bundan başka basîret, delil, hüccet ve burhana, şahide, dikkat ve iman ile ibret alınacak hidayet sebepleri için  de söylenir”. [7]

Bu bağlamda vereceğimiz şu iki örnek, konuya daha da açıklık getirecektir:  Bunlardan birisi Hz. Peygamber’in Hudeybiye  Antlaşmasındaki  tutum ve davranışı,  diğeri de eşi  Safiyye bint Huyey ile ilgili sözleridir.

Bilindiği gibi Hudeybiye  Antlaşmasının şartları yazılarken  müşriklerin tutum ve davranışlarında kabalık ve katılık  vardı.  Bu tavır, Hz. Peygamber’e  sevgisini ve saygısını eksik etmeyen  Müslümanlar için, onur kırıcı bir durumdu. Hele anlaşmanın ikinci maddesi,  daha da yaralayıcıydı: “Mekkeli bir kimse Hz. Muhammed’in yanına kaçarsa velisinin isteği üzerine geri verilecek, fakat bir Müslüman kaçarak Mekke’ye sığınırsa iade edilmeyecek” ti.

Hz. Ömer başta olmak üzere  ashap bu anlaşmaya tepki göstermekte gecikmemiş, fakat  Hz. Peygamber’in  bu antlaşmayı kabul  edeceğini söylemesiyle  birlikte  bu tepkiler  de gitgide azalmış ve sona ermişti.  İlk bakışta  Müslümanların aleyhinde gibi görünen  bu antlaşmanın,  daha sonra Mekke’nin fethine zemin hazırlayacak olaylara vesile olması ise  Müslümanların lehine olduğunu göstermişti.

Hz. Peygamber’in  itikâfta  olduğu bir gün,  eşi Safiyye  onu ziyarete gitmişti. Hz. Peygamber eşini yolcu ederken iki sahabî ile  karşılaşmış ve  selâmlaşmıştı. Onlar yoluna devam ederken  Hz. Peygamber, “Buraya geliniz. Bu kadın, Huyey Kızı Safiyye’dir” buyurdu. Onlar da “Ya Rasûlallah, biz böyle bir şey düşünmeyiz” dediler. Hz. Peygamber: “Şüphesiz şeytan, insanın bedeninde kanın aktığı yerde akar. Ben, şeytanın gönüllerinize bir şüphe atmasından endişe ettim” [8]  diyerek, gelecekte olabilecek bir fitneyi de  önlemiş oluyordu. Zira  bu iki sahabîden  biri  “bir  gün Hz. Peygamber’i bir kadınla gördüm”  dediğinde; onu dinleyenlerin zihnine “ Acaba o kadın kimdi? “diye bir düşüncenin gelmeyeceğini kim  garanti edebilirdi?  Hz. Peygamber, “ Bu kadın Huyey Kızı Safiyye’dirdiyerek böyle bir ihtimali ortadan kaldırmış oluyordu. Bu iki örnek, Hz. Peygamber’in basiretini  ve öngörüsünü gösteriyordu.

Bu nedenle  Kur’an’ı  rehber  ve Hz. Peygamber’i örnek alan Müslümandan  da   basiret sahibi olması, dolayısıyla  uzun vadeli çıkarlarını  kısa vadeli çıkarlara  feda etmemesi; gelecekte elde edeceği kazanımları düşünerek,  günlük olaylara  takılıp kalmaması, kötü düşünmemesi ve kötü düşündürecek davranışlarda bulunmaması beklenir. Dolayısıyla basîret sahibi Müslüman,  sadece olayların görünen  yüzünü değil, görünmeyen yüzünü de  görmeye ve anlamaya  çalışır;  davranışlarını buna göre  ayarlar, firaset sahibi olur.   Yaşanan olaylara  miyop ve hipermetrop olan bir adam gibi  değil de  hem yakını, hem de uzağı  iyi gören  bir insan gibi bakar, fotoğrafın bütünü görmeye ve anlamaya çalışır; çevresinde olup bitenlerin farkında olur.  Bu nedenle Müslüman, Hz. Peygamber’in  “Müminin firâsetinden sakınınız, zira o Allah’ın nuru ile bakar” [9]  sözü ile “Mümin, bir delikten iki kere sokulmaz”[10]  sözünün gereğini  yerine getirmeye çalışır.   Zira  sahip olduğu  basîret ona  yön ve istikamet tayin eder.  Dolayısıyla o,  kimseyi aldatmaz ve kandırmaz; kendi bir kere  aldansa da ikinci kez  aldanmaz; yaptığı kötü ve çirkin  işin, bir gün  kendine döneceğini ve olumlu işlerine engel olabileceğini düşünür.  “Keser döner, sap döner, bir gün  gelir hesap döner” sözüne kulak verir.

Dolayısıyla o, “Ne ekersen onu biçersin”  veya  “Eden bulur”  atasözlerinin  bilincindedir ve bu nedenle de kimseye kötülük etmez, elinden geldiği kadar insanlara ve  yakın çevresinde bulunanlara  iyilik etmeye çalışır; özellikle de anne-basına iyi  davranır, onları  kendine  ayak bağı olacağı düşüncesiyle   “huzurevi” ne gitmeye  mecbur etmez; bir gün  kendisinin de yaşlanacağını ve evlatlarından aynı muameleyi görebileceğini düşünür. Bu nedenle o,  sadece bugününe  değil, yarınına/geleceğine de bakar ve gelecekte başına nelerin  gelebileceğini az çok  tahmin etmeye  çalışır. Her an  imtihan  edildiği bilinciyle  hareket eder, servet, şöhret ve şehvet  uğruna helali bırakıp harama yönelmez;   iyiyi, güzeli ve doğruyu terk edip yanlış yollara  sapmaz, kısaca  ahiret saadetini, dünya menfaatine   feda etmez. Yüce Rabbimizin  şu tavsiyesini de kendine rehber edinir:

“Bazı insanlar, ‘Ey Rabbimiz! Bize vereceğini bu dünyada ver’ derler. Bunların ahirette hiçbir nasibi yoktur.  Bazıları da  ‘Ey Rabbimiz! Bize bu dünyada da ahirette de iyilik ve güzellikler ver, bizi cehennem azabından koru’ derler. İşte  yaptıklarının karşılığını alacak olanlar, bunlardır. Allah hesabı çabuk görendir.”[11]

 

Prof. Dr. Celal Kırca

 

[1] İsra,17/72.

[2] Bakara 2/18.

[3] A‘râf 7/179.

[4] A‘râf 7/197.

[5] A’raf,7/203

[6] En’am,6/104.

[7] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1936, 3/2018.

[8] Buharî,  İtikâf, 11–12.

[9] Tirmizî, Tefsîr, 16.

[10] Buhârî, Edeb, 83;

[11] Bakara,2/200-202.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.