(Esas No: 1981/119 ; Karar No: 1983 / 174)
Konunun Özeti
12 Eylül ihtilalinden önce 19 Ocak 1980 tarihinde Salihli’de “Niçin İslâm’a Muhtacız” konulu bir konferans verdik.
İhtilalin akabinde konferans bantının bir siyasinin evinde bulunması sonucunda Salihli Ağır Ceza’da yargılanmaya başladık.
Üçer kişilik iki ayrı bilirkişi heyeti konuşmayı laikliği, dolayısıyla T.C. Kanunu’nun 163/4 maddesini ihlal edici nitelikte buldu.
Mahkeme konferans ile konferansçı arasında ilişki kuramadığından muhakeme beraatle sonuçlandı.
Tarihe not düşürmek için konferans metnini “İslâmî Kimliğimizi Korumak” isimli kitabımızda aynen yayınladık. Böylece de İslâmî Tebliğ üzerinde nasıl yasal baskılar oluşturulduğunu delillendirmiş olduk.
Ülkemizi adım adım 12 Eylül’e getirme kararı alınmış ama Milletimizi bunaltıcı olaylar henüz boy göstermeye başlamamıştı. Biz Süleymaniye Camiinde İmam-Hatiplik görevimizi yaparken gelen konferans davetlerine de icabet etmeye çalışıyorduk.
Salihli Dîn Görevlileri Derneği tarafından bir konferans vermek üzere davet edildiğimizde kabul ettik. Ayrıca İzmir’den aldığımız konferans daveti ile birleştirerek ilk konferansımızı 19 Ocak 1980 tarihinde Salihli de vermek üzere kayınbiraderim inşaat mühendisi İdris Erbaş ile birlikte özel arabamızla yola çıktık. Salihli’de “Niçin İslâm’a Muhtacız?” başlıklı konuyu, İzmir’de de ‘İslâm’da İş, İşçi ve İşveren’ mevzuunu işleyecektik.
Salihli’ye geldiğimiz günün akşamı konferansımızı vermek üzere Belediye Salonu’na girdiğimizde mahşeri bir izdiham vardı. Gençler tekbirler yanı sıra “Şeriat Gelecek Vahşet Bitecek” şeklindeki sloganlarla yeri göğü inletiyorlardı. Programı düzenleyen Din Görevlileri Derneği yetkilisi açış konuşmasını yaptıktan sonra beni davet ettiler. Sloganlar hız kesmiyordu. Sloganlarda aşırılık gördüğüm için Besmele ve Hamd ile konferansıma başladığım ve konuya girmeden gençleri şöylece uyarma gereğini duydum:
– Genç kardeşlerimizden bir istirhamım olacak. Lütfen sohbetimiz sırasında konuşmamı keserek sloganlarla devreye girmesinler. Burada anlatmaya çalışacağımız “Niçin İslam’a Muhtacız?” konusunu iyice dinlesinler. İyice öğrensinler ve kendilerini bekleyen binlerce insana anlatabilecek güce ulaşmaya çalışsınlar. Burada biz bizeyiz, bu nedenle birbirimize yiğitlik gösterisi yapmaya gerek yok.
Tahmin edilebileceği üzere, iki saat süren konferansımız büyük bir coşku içinde geçti. Biz dinleyicileri, onlar da bizi heyecanlandırıyordu. Konferans bitti, sohbetler yapıldı.
Salihli Konferansımızın özeti, bir hutbe halinde “İslâm Nizamı” isimli eserimizin üçüncü cildinde, tam metnini de İslâmî Kimliğimizi Korumak adlı eserimizde yayınlandık. Tam metnin okunmasını tavsiye ederiz.
Konferansı verdik, verdik ama çilemiz de başladı. İyi ki de başladı. Çünkü çileden şikâyet edilmemeli, çile olgunlaştırıp kulluğu güzelleştiriyor, daha da önemlisi âhiret yatırımı/Cennet sermayesi oluyor.
Konferanstan yaklaşık sekiz ay sonra 12 Eylül ihtilali oluyor. Duyumlarımıza göre ihtilal komitesi siyasileri mahkum edebilmek için yetkili resmi mercilere delil toplanması emrini veriyor. Aramalar sırasında MSP ilçe başkanının evinde konferansın gayr-ı resmi bantı bulunuyor. Bir diğer anlatımla bulunan bant Salihli Kaymakamlığı’nın görevlendirdiği emniyet görevlisinin kayda aldığı bant olmayıp çekimini sivil bir şahsın yaptığı banttı. Savcılık bantı deşifre ettirerek üç kişilik bilirkişiye inceletiyor. Bilirkişiler konferansı laikliği ihlal edici olarak rapor edince. savcılık Salihli Ağır Ceza’da dava açıyor.
Davanın ana sanığı konferansçı olarak bendim. Benimle birlikte Salihli Din Görevlileri Derneği yöneticileriydi. Dava benim bilgim dışında başladı. Arkadaşlar bu gibi davaları ücretsiz olarak rızay-ı bâri için alan avukat Bülent Arınç beyi buluyorlar. Bülent Bey, daha sonra İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesinde kendisinin de ceza almasına sebep olan -bize göre- yanlış bir uygulama ile, bantı kabul ediyor ve kabul ettikten sonra yeniden deşifresi ve farklı bilirkişilere inceletilmesini istiyor. Hakikat değişecek değil ya. Deşifre aynı. Üstelik değişik üç kişilik bilirkişi de konferansı laikliği ihlal edici olarak rapor ediyor. Doğal olarak Mahkeme aleyhimize gelişiyor.
Mahkeme devam ederken İstanbul Adliyesi aracılığıyla ifadem alınıyor. Ben, deşifre edilen konferans metnini görmediğim için Rabbimin koruyucu yönlendirmesi ile şöyle cevap vermiştim:
– Ben Salihli’de İslâm’ın iman , ibadet ve ahlâk dini olduğunu açıklayan bir konferans verdim. Laikliği ihlal edici konuşma yaptığım iddiasını kabul etmiyorum. Konuşma bir başkasına ait olabilir.
İki yıl süren mahkeme sürecinde benim ikinci defa ifadem istendi. Aynı şekilde cevap verdim.
Mahkeme sona doğru evrilirken, bu defa konferansın deşifresi de gönderilerek Beyoğlu Asliye Ceza’da üçüncü defa sorgum yapıldı.
Beyoğlu Asliye Ceza’ya gittiğimde, Hakim Bey bir işi sebebiyle çıkmak üzereydi. Bana konferansın deşifresini vererek okumamı ve sonra da ifademi alacağını söyledi. Yarım saatlik bir süre içinde takriben 22 sayfalık deşifreyi yani konferans metnini okudum. Metin, noktası virgülüne kadar bana aitti. Metnin bana aidiyetini kabul etmeksizin akıllıca ifade vermem gerektiğini anladım. İfademi kurguladım ve hakime saygımı dile getirerek tane tane konuşmaya başladım. Babacan bir adam görünümlü olan hakimin beğenisini kazanan ifadem ana hatları ile şöyleydi.
-Ben Süleymaniye Camiinin İmam Hatibiyim. Her Cuma günü binlerce insana hazırladığım hutbelerle hitap ediyorum. Yüzlerce konuşma yaptım. Yürürlükteki yasaların bilincindeyim. Ben değil laikliği ihlal, ihlali çağrıştırıcı ifadelerden de sakınırım . Okuduğum konferans metni bana ait değildir.
Hakim Beyin ifademi verirken bilerek ve seçerek vukufla kullandığım cümleleri aynen zapt ederek kâtibe yazdırmakta zorluk çektiğini görünce şöyle dedim:
-Muhterem Hakimim! Müsaade buyrulursa ifademi kâtibe doğrudan yazdırmak isterim.
Saygı gösterilerek de olsa böyle bir istek, haddi aşmak olarak görülebilirdi. Ama Hakim Bey durumun önemini idrak ettikleri için olacak olgunluk gösterip buyurunuz, dedi.
İmanlı veya Yaratanın fıtratımıza yüklediği adalet ve merhamet gibi değerleri koruyabilen insanlar, vicdanlı hareket etmek gereğini duyuyorlar.
Hakim Bey ifademi imzalattıktan sonra şöyle dedi;
-Bak kardeşim, dâva karar aşamasında. Burada verdiğin ifadeyle yetinme. Salihli’ye git. Mahkeme heyeti seni görsün. İfadelerin etkili olabilir.
Hakim Bey aslında bana şunu söylemek istiyordu: Ben seni fazlaca önemsemiyordum, ama saygın, üslûbun, ikna edici yaklaşımın beni etkiledi. Git dâvayı gören hakimleri de etkile.
Asliye Ceza Hakimimizin uyarısına rağmen ben Salihli’ye gidemedim. Aleyhime beklemediğim bir gelişme olabilir endişesini/korkusunu taşıdığım için.
Üçer kişilik iki ayrı bilirkişi heyetinin aleyhime raporları ortada iken mahkeme heyeti bizi çok rahat mahkum edebilirdi. Ama etmedi, misal oluşturabilecek bir karara imza attı. Konferans metninin laikliği ihlal ettiği yargısına vardı. Ama bizimle konferans metni arasında bağlantı kur(a)madı. Çünkü ben konferans metninin bana aidiyetini kabul etmiyordum. Bant da emniyet görevlisinin çekimini yaptığı resmi bir bant değildi. Hulâsa beraat ettik. Şimdi sizlere beraat kararının ilgili bölümünü sunuyorum:
“…Konuşma içeriği suç teşkil etmiştir. Bu konu sabittir. Ancak; Konuşmanın sanık Ali Rıza Demircan tarafından yapıldığı sabit olmamıştır. Sanık banttaki konuşmayı yapmamıştır. Konuştuğunu ancak suç teşkil edecek bu şekilde sözler söylemediğini, belirtmiştir. Gerek konuşmada hazır bulunan hükümet görevlisinin beyanından, gerek kaymakamlığın cevabi yazısından ve gerekse dosya içeriğinden bantın konuşma sırasında yetkili mercice doldurulmadığı sabit olmuştur. Konuşmayı bu sanığın yaptığına dair her hangi bir beyan veya tutanak yoktur. Bu durumda suç teşkil eden konuşmayı bu sanık yapmıştır demek mümkün değildir. Bandın Şerif Yıldızın evinde yapılan aramada elde edildiği, sabit olmuştur. Bu nedenle bu bant sanık yönünden delil teşkil edemeyecektir. Suç mevcut ise de; Bu suçun sanık tarafından işlenildiği yönünden illiyet rabıtası bulunmadığından ve suç teşkil eden konuşmayı sanığın yaptığı anlaşılamadığından bu şüpheli durum nedeni ile sanık Ali Rıza Demircan’ın da bu suçtan beraaetine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmış olmakla;
Tüm sanıkların müsned suçları işledikleri konusunda mahkumiyetlerine yeter kesin deliller olmamakla; Tüm sanıkların müsnet suçlardan BE-
RAETLERİNE.”
Beraat ettik de mahkeme süresince iki yıl 163. maddenin dördüncü bendine göre istenecek cezanın ağırlığını sırtımızda taşıdık, soluğunu ensemizde hissettik. 163. maddenin kaldırılmasına öncülük eden Turgut Özal’ı bu sebeple rahmetle analım.
Bu hatıratı okuyup da bizim kendi konuşmamızı kabul etmeyişimizi eleştirecekler çıkabilir. Kendimizi zulme maruz kılma gibi bir görevimiz yoktur. Gerçi, biz onu da yaptık, anlatayım:
Unutamadığım Rüyam İslâm’a Göre Cinsel Hayat isimli eserimizin İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandığım davanın ilk duruşmasından önceki gece bir rüya gördüm:
Duruşmaya çıktık. Şiir gibi cevaplar verdim. Duruşmayı yöneten Deniz Hakim Albay beklediği cevapları alamadığı için olacak bana aniden laikliği kabul ediyor musun diye bir soru sormaz mı? Bir an tereddüt ettim ama çabuk toparlanarak “Ülkemizin içinde bulunduğu hukuk düzeninin bilincindeyim, “cevabını verdim. Ben cümlemi bitirir bitirmez, emekli askeri savcı olan avukatım devreye girerek “Müvekkilim ben laiklikten yanayım” demek istedi, demez mi? Hakim bana bakınca “söyledikleri gibidir” dedim.*
Duruşma sonrasında avukatıma sert çıkınca kendini şöylece savundu:
-Size söylemedim, doğrusu ceza alabileceğiniz kanaatindeyim. Ama ben istediğimiz sonucu Temyiz’den alırım. Bunun için benim dava dosyasında dayanaklarımın olması gerek. Bunun için müdahale ettim.
Duruşmaya giderken bana anlatamadığı rüyasında, kızım benim sarhoşlar gibi yalpaladığımı görünce baba bu ne hal demiş, ben de kızım bana içki içirdiler, demişim. Kızımın rüyası böylece çıkmış oldu.
Rabbime hamdederim. Özgür irademle inançlarımızdan, yaşam kurallarımızdan hiç taviz vermedim. Menfaat için ise taviz vermeye hiç mi hiç yaklaşmadım. Rabbim her şeyi ayrıntılarıyla bilir. Katında küçük düşenlerden kılmasın.
*“Sizin inançlarınız ve yaşam ilkeleriniz sizin olsun. Benim dinim bana yeter.” anlamındaki Kâfirûn sûresinin son ayetinden ilham alınarak ‘herkes istediği gibi inanabilir ve yaşayabilir’ mânasına gereğinde ‘ben laiklikten yanayım’ gibi sözler söylenebilirse de, zaruret olmaksızın ve değinilen şekilde yorumlamaksızın söylenecek bu ve benzeri sözler, ilmî kanaatimize göre modern elfaz-ı küfürden olur.”
(DEVAM EDECEK)
ALİ RIZA DEMİRCAN
YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ
MİRATHABER.COM – YOUTUBE