Türkiye, tarihi geçmişi itibariyle Müslüman toplum olarak kendini göstermiş bir ülke. Toplumlar, resmi sistemlerinden çok, sahip oldukları inanç ve kültürleriyle kimliklerini oluştururlar. Çünkü siyasi, sistemler; her zaman toplum kültürünün bir karşılığı olarak ortaya çıkmazlar.
Müslüman bir toplum, sahip olduğu inancı hayatında gerçekleştirerek, sosyal sistemini bu inancın değerleriyle sürdürür. Bu durum, onun sosyal kurallarını ve insanlık anlayışını dinin değerleriyle gerçekleştirmesi demektir. Aslında böyle bir toplumun hukuk, siyaset ve iktisadi sistemi de, bu inanç değerlerine uygun bir şekilde olması gerekir. Çünkü inanç, öncelikle bir ahlak ve davranış kuralı olarak kendisini göstermesi gerekir. Ve böylece, toplumdaki insan ilişkileri, belli kurallar içerisinde sürdürülme imkanına kavuşabilir.
Ama, sosyal sistem; toplumsal inanç ve ahlak değerlerinin dışında kurgulandığında, bu inanç ve ahlak değerlerinin etki alanı daralır ve sembolik bir hale gelerek, sadece gerektiğinde kullanılan bir araç seviyesine iner. Dolayısıyla, toplumu kuşatıcı ve belli bir düzene sokabilecek özelliğini kaybeder. Çünkü hiçbir sosyal değer, kurallarını güç yardımıyla topluma kabul ettiremez. Sosyal değerlerin en önemli özelliği, toplumun kendi istek ve iradeleriyle hayatlarını uydurduğu kapsamlı bir yaşama felsefesinden almış olmalarıdır.
Müslümanlık, Batılılaşma ile birlikte, hayatın sosyal yönünü düzenleme ve toplum kültürünün özünü temsil etme özelliğinden uzaklaştırılmış; büyük ölçüde ibadete hasredilmiş ve bazı tören ve ritüeller ile, belli zaman dilimlerinde varlığı hissedilen bir “geleneksel tören” haline gelmiştir.
Bazı kimseler, dinin; bugünkü Hristiyanlıkta olduğu gibi, kişilerin keyfine bağlı ve gerektiği zaman işletilen “part time” bir gerçeklik olduğunu söyleyebilir ve onun hayata hakim olmasını istemeyebilir. Bu durumda o kişinin, Müslümanlık dairesinden kendi isteği ile çıktığı gerçeği ile karşılaşılmaktadır. Veya, dinin hayatın şekillenmesinde herhangi bir rolü olmadığı tutumu ortaya çıkmaktadır. Bu durumda o kişi, din ile olan bağlantısını kesmiş; seküler bir hayatın insanı olmuştur. Çünkü sekülerleşme, dini olmayan bir anlayış ve hayatın kabulüdür.
Batı sistemi, tarihi süreç içinde dini, hayatı düzenleyici özelliğinden uzaklaştırmış ve onu, hayatın içinde küçük bir bölümde sınırlı bir fonksiyon haline getirmiştir. Bazı ülkelerde ise, hayatı belirleyen seküler kurallara bağlı bir “eklenti” gibi kabul ederek, gerçek özelliğinden uzaklaştırmıştır.
Günümüzün en büyük problemi, din ile ilgili konuların, büyük ölçüde batı dünyasındaki dinin tarihi sürecinin, bir ölçü olarak kabul edilerek dine karşı bir tavrın alınmış olmasıdır. Halbuki bu durum, sosyal bilimlerin mantığına terstir. Bir toplumda ortaya çıkan bir durum, başka toplumlar için ölçü olamaz ve buradan hareket edilerek, herhangi bir uygulama gerçekleştirilemez.
Türkiye ve diğer Müslüman toplumların sıkıntısı, din adına; o dine inanmayan veya dini bilmeyen kesimlerin, inançlı kesimlerin tutumları ve yaşayışları hakkında karar verecek şekilde kendilerini yetkili görmeleridir. Dünyada, bundan daha komik ve mantıksız bir tutum olamaz.
Dini inanç, en büyük değer olarak ilmi çalışmalar tarafından kabul edilmiştir. Çünkü inanç, kişinin isteği ve tercihi ile alakalıdır. Seküler insan, kendini hiçbir manevi kural ile sınırlı görmeyerek, arzuları veya mantığı ile hayatını sürdürmeye çalışır. Herhangi bir kurala bağlı değildir. Müslüman insan ise, dini kurallara inanır ve onları hayatının biçimlenmesinde belirleyici bir kural olarak benimser. Müslüman, başkalarının siyasi ve ideolojik anlayışlarını Müslümanlığa uydurmaya çalışmaz. Ama, kendi inanç sistemlerinin de, başkaları tarafından saptırılması veya düzenlenmesini de istemez.
Türkiye ve İslam dünyası, İslamın adalet, huzur ve barış getiren dönemlerini, batılılaşma ve sekülerleşme uğruna terketmiş olmanın, maddi ve manevi faturasını her geçen gün daha ağır bir şekilde ödüyor. Seküler sistem ise, toplumların dejenerasyonunu önleme şöyle dursun, toplumsal çürümeyi sadece seyrederek, belli menfaat gruplarına hizmet etmeye devam ediyor.
Prof. Dr. Sami Şener
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
Teşekkür ederim
Güzel bir.analiz ,Güzel bir makale.
Hocam kaleminize sağlık, cesur bir yaklaşım olmuş. Genel olarak Müslüman toplumların sorunu, varsayım üzerinden kendi sistemlerini (DİN) yaşayabileceği zannından ortaya çıkmıştır.