Dicle: Medeniyetleri Doğuran Nehir – 2
Orada kapitone bej ceketli bir kadın bir bankta oturuyordu, sağ eli kulağının çevresindeydi. Adı Feleknaz Aslan’dı ve gürleyen sesiyle 30 dakika boyunca bizi esir aldı. O atalarının sonraki kuşaklara aktardığı tarih ve masalları Kürtçe nağmeler ile anlatan şarkılarıyla bir dengbêj idi. Aslan’ın şarkıları Dicle’nin kenarındaki talihsiz bir aşk hikayesiyle ilgiliydi. Dengbêjlerin çoğunun artık erkek olduğunu ancak bu uygulamanın kadınlar tarafından icat edildiğini söyledi. Ona göre bu kültürü ve kimliği korumanın bir yoluydu ve bu şarkılarda Dicle yaygın bir zemini oluşturduğu ve o zamanlarda da şimdiki gibi Dicle’nin bu bölgedeki Kürtlerin yaşamının merkezi bir özelliği olarak kabul edildiğini açıkladı.
Diyarbakır’ın güneydoğusunda Dicle, Türkiye’nin Toros dağlarının Tur Abdin bölgesinde derin bir kanyon oluşturuyor. Yüzyıllar boyunca burası, kökenleri Hıristiyanlığın doğuşuna kadar uzanan eski Süryani Ortodoks Kilisesi’nin kalbi olmuştur. Sanki yalnızca inançla asılıymış gibi uçuruma tutunan Mor Evgin adlı ücra bir 4. yüzyıl manastırına tırmandık.
Nefin içinde, dünyanın ilk Hıristiyanlarından bazılarının uyguladığı sıva hâlâ duvarlardaydı ve örümcek ağı gibi Süryanice harfler, dua ağları halinde duvarların etrafını kaplıyordu. Bir oyukta bir mum yaktım ve başımı eğdim. Dicle’nin bereketli su havzasının Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’ın gelişmesine nasıl izin verdiğini (her inanç için manevi bir model olan İbrahim peygamberin buradan geldiği söyleniyor) ve bu halkların daha sonra mallarını, fikirlerini, inançlarını dünyanın uzak köşelerine nasıl götürdüklerini hatırlatıyordu. (Burada aktarımı yapan yazarın Müslüman olmadığı akılda tutulmalıdır.)
Dicle’ye erişim çoğu zaman zor olsa da, mümkün olduğunca küçük teknelerle seyahat ettik. Türkiye’de, oldukça tartışmalı bir dizi baraj inşaatı projesi nedeniyle nehirde yön bulmak zor. Suriye’de Dicle nehri, uluslararası sınırdır. Nihayet daha özgürce seyahat edebildiğimiz, nehir kenarında ikiye bölünmüş bir şehir olan Musul’a varana dek yolculuk zordu.
IŞİD 2014-2017 yılları arasında Musul’u işgal ettiğinde bölge sakinlerinin Dicle Nehri’ni kullanmasını yasakladı ve Musul’un nehrin batı yakasındaki Eski Kenti grubun son sığınağı oldu.
Çatışmalar sırasında Musul’da nehrin üzerinden geçen tüm köprüler yıkıldı ve bazı savaşçıların son savaş sırasında kaçmak amacıyla Dicle’ye atladıkları bildirildi. Tarihsel olarak nehir birleştirici bir güç olabilir ama nasıl bir çatışma noktası haline geldiğini gördük.
Musul’un Arapça adı el-Mevsil, “bağlantı noktası” anlamına geliyor, bunun nedeni büyük ihtimalle burasının bir ticaret kavşağı olması ve Dicle Nehri boyunca, Diyarbakır ile Basra arasında önemli bir merkez olmasıydı. MÖ 7. yüzyılda kurulan, dünyanın en eski şehirlerinden biridir ve MS 12. yüzyıldaki zirvesi sırasında, yalnızca bölge üzerinde büyük bir güç ve nüfuza sahip olmakla kalmamış, aynı zamanda etnik ve dini açıdan çeşitliliğe de sahip olmuştur. Kültürlerin bu birleşimi zengin bir kültürel alan ortaya çıkardı ve Eski Kent’in büyük bir kısmı IŞİD tarafından yok edilse de şehrin ruhu hâlâ varlığını sürdürüyor.
Dicle Nehri Koruyucuları Derneği’nin kurucularından ve yolculuğumuza eşlik eden Salman Hayralla, “İnsanlar elimizde hiçbir şey kalmadığını düşünüyor.” dedi. “Ama Dicle boyunca tüm bunlara rağmen hayatta kalmayı başaran o kadar çok şey var ki. Ve dahası, biz Iraklılar her zaman yeniden inşa ediyoruz. Yıkımı asla kabul etmeyeceğiz.”
Yazan: Leon McCarron, Irak merkezli bir yayıncı ve kaşif olup, Kuzey Amerika ve Birleşik Krallık’ta mevcut olan Wounded Tigris (Yaralı Dicle) adlı yeni kitabın yazarıdır.
Çeviren: Zehra Kaya
Kaynak: https://www.bbc.com/travel/article/20230731-the-tigris-the-river-that-birthed-civilisation