Halkı Müslüman ülkelerde Dinin devletten soyutlanması, dinin devlete karışamayacağı anlamına geldiği gibi, yeni bir anlayışı da toplumsal hayatın içerisine soktu.
Artık hayatın, din ve dünya işi diyerek ikiye ayrılmasıyla, toplumsal manada yabancı bir algının hayata müdahil olmasına yol açtı. Bu bağlamda laiklik yalnızca, dinin siyasal hayata karışmasını önleme ve devleti dinin etkisinin dışına çıkarma işlevine sahip siyasal içerikli bir girişim olmayıp aynı zamanda dine karşı toplumsal yaklaşımı da temellerinden etkiledi.
Özellikle ülkemizde laiklik ifadesiyle kastedilen, sadece Batı örneğinde görülen din-devlet ayrımının ötesinde eğitimin, ailenin, ekonomik yaşamın, hukukun, görgü kurallarının, giyim-kuşamın, sosyal işlevin verili olan dini kuralların dışında, modern diye tanımlanan zamanın zorunluluklarına göre dünyevi hayat tanzim edilmeye başlandı. Bu tanzimlerin neticesinde ortaya çıkan sekülerizm/dünyevileşme, insanların inançlarından referans alarak kurdukları hayatla olan bağlarını olumsuz yönde etkiledi. Dinin buyurgan ve emredici kaynağının “günah” dediği kavram, gündelik hayatta işlevini yitirmeye başladı.
Laik-seküler/dünyevi iktidar anlayışında, devletin dinden soyutlanmasının ve devletin dinle ve dini olandan uzak yapılanmasının birçok nedenleri vardır. Bu nedenlerin ilki ve en önemlisi, yasa koyma, o yasalar üzerinden bireye ve topluma hükmetme meselesidir. Devletin dinden soyutlanması, yasa koyucuların yapacakları yasalarda dinden ve dini olandan etkilenmelerinin önüne geçmektir. Yasaları koyanlar devlet adına koyduklarından dolayı, laikliğin gereği dini olanı asla referans gösteremez, dini hükümlere atıfta bulunamaz.
Laiklik sadece dinin devletten ayrılması da değildir. Laiklik, siyasal ve dinsel otoritelerin/kurumların birbirinden ayrılmasıdır. Birbirine karşı özerklik kazandığı, egemenliğin tanrıya veya daha kapsayıcı bir ifadeyle söylersek, kutsal olana dayandırılmadığı sistemdir. Biraz daha açarsak laiklik, devletin dini olanla ilgili bir değerin anlam dairesi içerisinde olmaması gerekir. Yapıp edilecek işlerin meşruiyetinin, dine ve İlahi olana atıf yapmaması demektir.
Dinden soyutlanmış laik devlette kurallar ve kurumların muhtevası dinin ve dinden olanın kurallarına göre düzenlenemez. Ayrıca laik devletin öne sürüp iddia ettikleri arasında, hiç kimsenin kendisinin isteği dışında dini eğitime, ya da belli bir dini inanmaya, din üzerinde eğitilmeye mecbur bırakılamayacağı, din eğitimi ve öğreniminin kişilerin kendi isteğine bağlı, herkesin dini inanç, vicdan ve kanaat hürriyetine sahip olduğu iddiaları da vardır. Lakin özellikle ülkemizde yaşanan tarihi süreçler, bu iddiaların asılsız ve sloganik olduğunu göstermiştir. Kişiler kendi isteğiyle özel kurumlarda bile din eğitimi ve öğretimi alacak olsalar, bu dahi devletin gözetimi ve denetimi altında olacaktır.
Din ve ahlak eğitim öğretimi laik devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bahsedilene benzer bazı sebeplerden dolayı devletin dinden soyutlanmasının bir başka anlamı da, devlet adına yürütmede bulunanların, icraatlar yapanların, dini olandan etkilenmelerini önlemektir. Yani ileride toplum içerisinden çıkarak devlet kadrolarında yer alacak olan bürokratların ve siyasetçilerin terbiye edilmesini sağlamak içindir.
Bu bağlamda, devletin dinden soyutlanmış politikalarının işletilmesinde, temel kural ve ilkelerin yürürlükte kalabilmesinde, başat aktör bürokratik kurumdur. Laik devlet kurumu tarafından alınan kararları uygulama aracı bürokrasi yönetimidir. Bunun diğer anlamı, laik devletin iradesiyle ortaya çıkardığı yasaların uygulayıcısı, halka ulaştırıcısı bürokrasi yapılanmasıdır. Siyaset kurumunun hizmetlerini gören mekanizmadır. Laik devlet teşkilatı, bürokratik kurumla ete kemiğe bürünerek somutlaşmaktadır. Bürokratik oluşum mekanizması, siyasal gücün kararlarını uyguladığı için, bu uygulamayı yapacak olanlarında, devletin hassasiyetlerine uygun eğitim almalıdır.
Laiklik ideolojisi doğrultusunda dinle ve dini olanla bütün bağlarını koparan devlet, işlerini gördürdüğü memurlarını da dinden soyutlamakta, dini olandan etkilenmesini önlemektedir. Eğer devlet adına görev yapanlar dinden etkilenir, icraatlarında dini olanı gözetirlerse laiklik ilkesine aykırı hareket etmiş olurlar.
Devletin dinden soyutlanması, yasaları çıkaranların etkilenmesini önlemek kadar, yasaları uygulayacak olanlarında etkilenmesinin önüne geçmeyi amaçlamaktadır. Bunu sağlamak için bağlayıcı, caydırıcı, cezalandırıcı gerekirse azledici yaptırımları vardır. Devlet kendisini gerek yasa koymakta gerekse emredici buyurgan tavrında Kadiri Mutlak olarak görür. Egemen güç olan otorite, egemenliğinin mutlaklığını her şekilde göstermelidir. Devlet için esas olan dini değerler değil, anayasal olarak tanımladığı ve kendince eşitlik olarak belirlediği vatandaşlık hukukudur. Vatandaşlık hukuku anayasal bir hak olarak gösterilir ve toplum bu üretilmiş haklar üzerinden yapılandırılır. Bu tutum aynı zamanda toplumun laikleştirilmesine dair süren politikanın göstergesidir.
Modern ulus devletler kendi tebalarını vatandaş olarak isimlendirmiş, anayasalarında her ülke kendi hassasiyetlerine göre tanımlamalar yapmıştır. Klasik devlet yapılarında insanlar kendilerini genel olarak Allah’ın kulu olarak tanımlar ve inanca doğru bir aidiyet hissederken, modern devlet kuramı, insanı vatandaş olarak tanımlayarak, Allah’a doğru hissedebileceği aidiyet duygusunun da önüne geçmek istemiş/geçmiştir.
Vatandaşlık kavramının hukuki kökeni Roma hukukuna dayanmaktadır. Roma hukukunda vatandaş, bir kişinin hukuki düzene bağlanma biçimini belirten bir statüdür. Bu ölçüt halen hukukçuların referans noktası olup “devlete aidiyet” düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Kurulan modern devletlerde, vatandaşlık tanımları belli bir ırka dayalı anlayışı ve algıyı içerdiği için, birçok sorunu da beraberinde getirmiştir.
Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında devleti ve milleti tanımlarken bir etnik kimliğe gönderme yapmayan ve herkesi eşit gören anlayışı kısa bir süre içinde değişikliğe uğradı. Lozan’ın imzalanmasıyla hukuki mevcudiyetini garantiye alan kurucu kadro, yeni devleti Türk ulusal kimliği üzerine inşa etmeye başladı. Bu politika, etnik kimliği referans alan bir vatandaşlık tanımı beraberinde getirdi. Böylece vatandaşlık salt bir siyasal kimlik değil aynı zamanda ulusal-kültürel bir kimlik olarak düzenlendi.
Seküler iktidarlarda dinden soyutlama ve laikleştirme açısından asıl sorun toplumun dönüştürülmesinde görüldü. Devletin dinden soyutlanması, toplumun da soyutlanacağı anlamını taşımamaktadır. Dinin devletten soyutlanmasının ardından, devletin laik karakterde ve seküler/dünyevi bir yapıda ömrünü sürebilmesi, toplumun da dönüşmesiyle mümkündür. Tolumun dönüştürülmesi içi çıkarılan yasalar ne kadar önem arz etmekteyse, bu yasaları uygulayanlar da çıkarılan yasalar kadar önemlidir. Sonuçta yasalar, devlet adına icraatlar da bulunanların elleriyle hayata geçecektir. Dinden soyutlanmış devlet rejiminin taşıyıcılığını çıkan yasaları uygulayanlar yüklenir ve rejimin kurucu ilkelerine paralel bir algıyı toplum geneline yayarlar.
Dinden soyutlanmış dünyevi iktidarlarda laik karakter hakimdir, ama bu karakter için sadece devletin dinden soyutlanması yeterli değildir, toplumda dinden soyutlanmalı ve laik olmalıdır. Bunun anlamı bireysel dindarlığa karşı olmak değildir. Birey olarak dindar olmanın laikliğe zararı yoktur. Laikliği savunanların savunduğu dindarlık, bireyin vicdanında varlığını sürdüren, Allah ile arasındaki manevi bir bağdır ve bütün din bu bağdan ibarettir. Dışarıya yansımadıktan sonra herhangi bir sakıncası yoktur. Kalbe gömülü ya da vicdanlara sıkıştırılmış bir Allah inancı ve sevgisi, sosyal hayatta karşılığının olmadığı soyut bir iman esasından öteye gidemez. Ve bu imanın tanımının karşılığı, din hayata müdahil olmaktan en başında vazgeçmiştir.
Laik karakterli dünyevi iktidarların dinden soyutlanmasının ve bunu sağlamak için çabalayanların bir adım sonraki asıl gizli niyeti, toplumu oluşturan bireyin laikliğini sağlamaktır. Birey laikleşip dinden soyutlandığında, toplum da laikleşecek ve dinden soyutlanacaktır. Sonuçta toplum bireylerden meydana gelmektedir. Modern toplumlarda bireyciliğin popüler olmasını sağlamak için çeşitli çalışmalar yapılmakta, bunların başında bireysel özgürlük sınırlarının genişletilmesi gelmektedir. Bireyciliğin en kaba tabirle toplum ve mahalle baskısından kurtulmak olarak tanımı yapıldığında, asıl niyetin insanı yalnızlaştırmak olduğu anlaşılacaktır.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi
Rio’da uzlaşma için görüş birliği sağlanamadı. Toplantı sonrası Rio’da başarısız bir darbe girişimi oldu. Dünyayı…
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…