Prof. Dr. Bengül Güngörmez’in kaleme aldığı “Sekülerleşme dini ya da dinin geri dönüşü” yazısını siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz..
Din tecrübesi insana içkindir ve insan var oldukça var olacaktır. Dinin yerini en fazla ünlü filozof Eric Voegelin’in de söylediği gibi vekil dinler alabilir. Bunlar ister faşizm, komünizm, nasyonal sosyalizm gibi ideolojiler, ister bilimizm, ister psikolojizm, feminizm gibi entelektüel ideolojiler olsun, vekil dinler olarak ancak geçici bir süre klasik ve geleneksel dinlerin yerini tutabilirler. Dinin ehemmiyetinin çok da farkına varamayan ya da aksi istikamette fazlaca farkına varan Aydınlanma düşünürleri dini kendilerine hedef almışlarsa da Aydınlanmacıların asıl saldırdıkları kurumsal dindi, eğer öyle olmasaydı Aydınlanma’nın ünlü düşünürlerinden Voltaire, evindeki çalışanlarının hepsinin mutlaka ateist olmasını isterdi.
Türkiye’de muhafazakarlar iktidar olduğundan beri din ve dindarlık meselesi hem akademik düzlemde hem de kamuoyunda ve sosyal medyada sık sık gündeme geldi. Dinsel inancın modernleşen insanın hayatından uzaklaştığı, çıktığı ya da silindiği yönünde çokça argüman mevcut. Dindarların sekülerleştiği, modernleştiği, dini inançlarına göre yaşamadığı konusunda mütemadiyen yazıldı çizildi. Zaten Aydınlanma Çağı demek dinle savaşım çağı demekti. Aydınlanmayı önceleyen dinler savaşı neticesinde insanlık adına Avrupa’da öyle büyük bir yıkım gerçekleşmişti ki Batılılar çareyi sekülerleşmekte, dinle devlet işlerini birbirinden ayırmakta buldular. Dinsel tartışma demek bireysel özgürlüğün yitimi demekti.
‘Aklın Kilisesi’
Dini hiziplerin güç ve iktidar devşirmek için yaptıkları kavgada hiçbir güvenlik kalmıyor, Leviathan’ı kaleme alan Thomas Hobbes’un o muhteşem ifadesiyle herkesin herkesle savaşı ortaya çıkıyordu. Batılılar dünyevileşerek, modernleşerek, her şeyin temeline aklı yerleştirerek, neticede dinin siyasi etkisini azaltarak bu sarmaldan çıkmak istediler. Sekülerleşmek demek, dini kamusal bir hadise olmaktan çıkarıp kişisel bir şeye dönüştürme sürecine girmekti. Din artık kamusal değil, bir vicdan işiydi. Aydınlanmacılar bu kontekstte Katolik ruhban sınıfıyla amansız bir savaşa girdiler. Akıl bu savaştan zaferle çıktı. Yahudi düşünür Jacob Taubes, Batı’da Aydınlanmacıların bu savaşın neticesinde “Aklın Kilisesi”ni kurduğundan söz eder.
Alman sosyolog Max Weber, “Meslek Olarak Bilim” adlı o ünlü makalesinde “en yüce değerler kamusal yaşamdan ya mistik yaşamın aşkın alanına ya da doğrudan ve kişisel insan ilişkilerinin kardeşlik bağlarına doğru ricat etmiştir” der. (Weber Max, “Meslek Olarak Bilim”, Sosyoloji Yazıları, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006) Protestanlık Tanrı’yı kişisel yaşamda ya da çalışma yaşamında arar. Dünyevileşme en fazla dinsel pratiklerin azalması olarak anlaşılsa da asıl mesele geleneksel sembolik düzenin çöküşüyle alakalıdır. Eskiyle yeniyi teolojik semboller ve kavramlarla yeniden birleştirmenin imkanı bu dönemde kalmamıştır. Dinsel sembollerin kendisini yenilemesi pek mümkün olmamıştır. Netice ortaya çıkan manevi, spirütüel bir krizdir. Felsefe, bilim ve siyaset arasında yeni sentezler her seferinde çökmeye mahkum olmuş, gelişen, sömürgecilik, ticaret, toplumsal farklılaşma ve kapitalizmle birlikte eski semboller toplum üzerindeki canlılığını ve etkinliğini yitirmiştir. Mesele insanların inanmamaya başlaması değil, toplumsal değişimin sembolik düzeyde eski sembollerle karşılanmaması sorunudur. Bunun en önemli ispatı ateizm sözcüğüne on yedinci yüzyıla kadar rastlanmamasıdır. Ateizm sözcüğünün yaygın olarak kullanılması da on sekizinci yüzyılı bulmuştur. Malcolm Bull, ateizmin ateistlerden önce çıktığını söyler. (akt. Eagleton Terry, Tanrı’nın Ölümü ve Kültür, Yordam Kitap, İstanbul, 2014, s. 20-21) Mesele toplum nezdinde bir inançsızlık olsaydı durumun bunun tersi olması gerekirdi.
Toplumsal bir fenomen
Çağdaş toplumda dinin gerilediğini iddia etmek aslında kolaya kaçmaktır. Bu konuda tezler olduğu gibi onu çürüten antitezler de vardır. Dinin kamusal alandan temizlendiğini ya da tamamen çekildiğini çürüten en önemli örnek ABD’dir. Yeniden doğuş ve köktenci hareketlerin en yoğun olduğu yerlerden birisi olan ABD’de din aynı zamanda siyasete dönüşmüştür. ABD’ye bakınca şu rahatlıkla söylenebilir: dini kapıdan kovarsanız bacadan girer. Kamusal alanda onu temizlemeye kalktığınızda siyasileşip size geri döner. Bu, ülkemizde de böyle olmuştur. Kemalistlerin toplumdan ve kamusal alandan temizlemeye çalıştığı din siyasileşip geri dönmüştür. Dolayısıyla din aslen teolojik olarak değil, sosyolojik olarak incelenmesi gereken bir fenomendir. Daha ötede din hakkında en ilginç formüllerden birisini Fransız sosyolog Durkheim geliştirmiştir. Durkheim’a göre, dinin toplumsal bir fenomen olduğunu kabul etsek de asıl mesele toplumun dinsel bir fenomen olmasıdır.
Bununla birlikte dinin ehemmiyetinin çok da farkına varamayan ya da aksi istikamette fazlaca farkına varan Aydınlanma düşünürleri dini kendilerine hedef almışlarsa da Aydınlanmacıların asıl saldırdıkları kurumsal dindi, eğer öyle olmasaydı Aydınlanma’nın ünlü düşünürlerinden Voltaire, evindeki çalışanlarının hepsinin mutlaka ateist olmasını isterdi. Voltaire, Charlemagne’ın hayatını gözler önüne sermiş ve böylece Ortaçağ’ın kutsal krallarının ilkini kriminalleştirerek geleneksel kral imajını yıkmış ve bütün kutsal monarşik düzene meydan okumuştur. Ancak iş kendi özel evine geldiğinde, çalışanlarının inançlı kişilerden olmasına özen göstermiş ve “çalışanları inançlı olduğu için soyulmadan hizmetini gördürdüğünü” açıkça ifade etmiştir. Gerçekten de 19.yy orta sınıfı hizmetçilerinin önünde çoğu zaman ateist görünmekten kaçınırmış. Hizmetçilerinin inançlı olmadıklarında kendilerini aldatacaklarını ve soyacaklarını düşünürlermiş. (ateizm konusunda bkz. Chadwick Owen, The Secularization of the European Mind in the Nineteenth Century, Cambridge University Press, UK, 1975, s.10-11)
Peki ben bütün bunları niçin kaleme alma gereği duydum? Üzerinden çok geçmeden yazayım dedim çünkü geçen haftalarda Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Mehmet Zeki Duman’la birlikte, Bursa Uludağ Üniversitesi’ni araştırmanın evreni olarak kabul ederek yaptığımız “Gençlerde Din ve Dindarlık: Z Kuşağı Örneği” adlı çalışmamıza dair yazdığım yazı çok sayıda ilginç tepki aldı. (Duman M. Zeki, Güngörmez Akosman Bengül, Gençlerde Din ve Dindarlık: Z Kuşağı Örneği, Nobel Yaıynları, Ankara, 2022) Yazıma oldukça olumlu tepkiler aldığımı söyleyebilirim ancak geri bildirimde bulunanların pek çoğunun araştırmamızda elde ettiğimiz sonuçlara oldukça şaşırdığını söylemek zorundayım.
Kabullenilmiş yanlışlar
Çünkü biz bu çalışmayı yapana kadar herkes, masa başı araştırmalarının ilan ettiği gibi “Din elden gidiyor, gençlik elden gidiyor, inançsız, deist, ateist bir kuşak geliyor” klişelerini kanıksamış haldeydi. Bizim araştırmamız ise çok daha farklı sonuçlara ulaşmıştı. Gençlerin büyük ölçüde inançlı olduğunu ifade etmiştik. Zayıflayan şey, kapitalizmin hız ve çalışma dünyasındaki ibadet etme pratiğiydi. Yoksa toplumda yeni kuşaklarda inancın tamamen zayıfladığı yönünde kesin bir veri yoktur. İbadet kısmının kapitalist dünyada zayıflaması da olağan bir şeydir. Bu yönde, kapitalizmin yeni bir din olduğu yönünde iddialar da felsefe ve sosyoloji tarihinde bolca mevcut. Mesela ünlü Yahudi düşünür Walter Benjamin, “din olarak kapitalizm” adlı bir metin kalem almış ve kapitalizmi bir din olarak görmenin mümkün olduğunu iddia etmiştir. Ona göre, kapitalizm de tıpkı dinle aynı kaygıları, ıstırapları ve sıkıntıları yatıştırmaya hizmet etmektedir. Benjamin kapitalizmin dinle en önemli farklarından birisinin dinde olduğu gibi haftanın bir günü değil, her günü ayin yapılması olduğunu da ifade eder. En ilginci de kapitalizmin dinsel kimliğine rağmen hiçbir dogmasının olmamasıdır.
Vekil dinler
Araştırmada bu sonuçların elde edilmesi, yukarıda ifade ettiğim dinin kovulmasına rağmen geri dönüşüne dair teorik arka planla birlikte düşünüldüğünde hiç de şaşırtıcı değildir. İnsanlığın başlangıcından itibaren var olan aşkın tecrübenin yeri hiçbir şekilde doldurulamaz. Bu tecrübe insana içkindir ve insan var oldukça var olacaktır. Dinin yerini en fazla ünlü Alman-Amerikan filozof Eric Voegelin’in de söylediği gibi vekil dinler alabilir. Bunlar ister faşizm, komünizm, Nasyonal Sosyalizm gibi ideolojiler, ister bilimizm, ister psikolojizm, feminizm gibi entelektüel ideoljiler vs. olsun, vekil dinler olarak ancak geçici bir süre klasik ve geleneksel dinlerin yerini tutabilirler. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İdeolojiler savaşının yarattığı tahribatı gören insanlar bu ideolojilerden vazgeçmek gerektiğini süratle anlamışlardır. Vekil dinler gerçek dinler olamazlar. Dinin kovulduğunun iddia edildiği modern dünyada Hristiyan dünya görüşünün halen nasıl devam ettiği ise ancak başka bir yazının konusu olabilir.
https://m.star.com.tr/ Prof. Dr. Bengül Güngörmez
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…