Güzel bir hanım silüetinde akan yukarıdaki şelaleye; “işte doğanın mucizesi”demiştim Facebook’ta. Bir arkadaşımız, “doğanın değil de Tanrının mucizesi desek daha iyi olmaz mı”dedi. Şöyle bir yanıt vermek istedim kendisine:
Nasıl ki, bir yeni doğan; Tanrının tecellisi olan ama o anneye teslim edilen bir yaratım sürecinin mucizesi ise, bu şelale de “Tanrının yaratımı olan doğaya”teslim edilen bir mucizedir.. Allah; izin verendir…Çünkü yaratımından emindir.. Asıl büyüklüğü de oradadır.. Tıpkı aklı başında bir babanın, elinden gelen her şeyi yaptıktan, yani aklı erene kadar çocuğunu destekledikten sonra, hayatı hakkındaki tüm kararları “artık ona bırakması gibi..”Her şeye karışan ve haddini aşan; sadece insandır!..
Bir başka arkadaşımız da, “Küllî ve Cüz-î irade ile anlatılacak bir konu sanırım Hocam”dedi ve aşağıdaki açıklamaya vesile oldu..
KüllÎ irade elbette Allah’ındır.. Halife ise; ilim, adâlet, kifâyet ve selâmetle “onu temsil eden” demektir.. Kendisini yaratan değil!.. Allah; insan davranışları sonucu ortaya çıkacak olan; olası bütün sonuçları bilen ve bilecek olan, fakat (tercihimize))karışmayandır. Yoksa bize “ Yeryüzünde halifesin” hiç demezdi.. Her şeye karışan, sadece insandır!..
Halifeliği idrak etmek; ben bunları doğuştan; “hak edilmiş”ve “hak verilmiş”olarak yaratılanım diyebilmektir.. Yani hiç de cüz’î değil, büyük bir sorumluluk yüklenmektir.. O yüzden, kendimizi cüz’î tanımına sığınmış, aciz bir kul olarak görmek sadece; olan ve olası günahlarımıza, kılıf aramaktır!..
Kâinâtın, sadece şimdilik görebildiğimiz büyüklüğü içinde bir toz zerresi bile olmayan dünyamıza, 6 milyon yıllık insanlığın ve milyarlarca yıllık doğanın beşiğine; “cüz-î gezegen”deyip geçiştirebilir miyiz?.. Yoksa onun; “kâinâtın aynası”olduğunu mu idrak etmeliyiz?.. Bence insan da, Yaratan’ın aynasıdır. Onu bilelim diye yaratıldık. Ve o varoluşu idrak edebilelim diye bize halîfe vasıfları verildi. Hiç de küçümsenecek bir durum ve sorumluluk değil!..
Bir kardeşimiz de, Kıyâmesûresi, 36. Ayetten bahsederek; “İnsan başıboş (sorumsuz) bırakılacağını mı zannediyor?”demiş… Evet, insanın sorumluluğundan, yani ona verilen Halifelik görevinden ve o görevin, Allah’ın en büyük nimeti olan aklı kullanarak; adâletle ve hakkını vererek uygulanması gerektiğinden bahsediliyor o ayette.. “Ben her şeyine, her zaman karışacağım”demiyor.. Nedense bu konularda aklımız biraz karışık.. Çünkü dedim ya, ihaleyi daima Yaratana çıkarmak, bizi çok rahatlatıyor!..
Elbette başıboş, yani rastgele bırakılmadık yeryüzüne. Aklımızı kullanarak vereceğimiz kararlara güvenen Allah sayesinde, altı sure ve ayette tekraren dile getirildiği gibi, “Halife kılındık”bu dünyaya.. Yaratan abartmaz, şaka yapmaz.. Sorumluluktan kaçmak yok!
O yüzden, görevimiz de hiç küçük değil!.. Görebildiğimiz her şey, farkındalığımıza emânettir.. Dekordan ibaret değil.. Hiiç hafife almamalıyız!… İşimizi hiç küçümsemeden ve; “bize emânet kılınan, yâni insan olmayı farklı kılan sınırsız hazineyi”idrak etmeye çalışmalıyız bence diyorum şimdilik.. Dünya ahvâlinde bile, bir hazînenin emâneti bırakılan hiçbir varlık, hiçbir zaman boş bırakılamaz..
Unutmamalıyız; sınırsız bir hazîne ve onu yönetebilecek olan; halîfelik ünvânı emanet edilmiştir bize. Fakat farkında değiliz!.. Bence insan için, aklının ve kararının sonucunda seçtiği yada hak ettiği ve sınırlarını bilmediğiniz, tüm güzergâhını bu dünyadan ibaret sandığımız ilahî yolculukta, bir sebepten “seçtiği şekilde”yaşamasıdır kader.. Yada, aklı kullanmayı seçmemenin veya, verileni keşfedememiş olmanın ceremesini çekmesi, yani aymazlığın damgası bir itiraftır. Allah, kulun kula yaptığı gibi aba altından sopa göstermez. “Her an kötü bir sürprize hazır ol”demez!.. Kendisine bir hazine teslim edilip onu kullanma yetkisi de verilen insanın, beceriksizliği sonucu oluşan tabloya bakıp; “kader buymuş ne yapalım”demesi; aczin itirafıdır ancak. Allah’ın takdiri değil!..
Bütün bunlara rağmen, elimizden geleni yaptıktan ve bütünün hayrına niyet ederek yapabildiklerimizi, âdetâ akan bir suya teslim ettikten sonra, elbette olanda bir hayır vardır.. Şimdilik göremediğimiz şey, daha sonraki olasılıklardır.. Bu dünyadaki hayatımızda yine âdetâ, sadece bir fragmanını seyrettiğimiz varoluş hakkında ahkâm kesmeye çalışmaktayız. Önünü ve arkasını bilmeden, kafamıza göre tahminde bulunmaktayız.. Acaba ölüm
bir ayrılık mıdır, yoksa bir vuslat yani ulaşmak ve kavuşmak mı?.. Bu dünyaya gelmeden önce nasıl bir varoluşun parçası olduğumuzu bilmediğimiz gibi, ölümün de, bir filmin sonu değil, yeni bir başlangıç olabileceğini hiç düşünmemekteyiz sanki.. Hûd, Kaf, Bakara ve daha birçok sûrede, ölümden sonraki hayattan, yani yeniden dirilişten bahsedilirken ve ölümden sonraki hayâtın sınırları da hiç belirtilmemişken, bizim hâlâ bu dünyayı, yegâne hesaplaşma arenası ve farkındalık şansı olarak görmemiz biraz tuhaf değil mi?…
Bu da, o muhteşem şelâlenin akarken çekilen filmi:
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi