islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4795
EURO
36,4287
ALTIN
2.955,56
BIST
9.367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

SELMAN-I FARİS-İ MİRASI VE Şİİ HİLÂLİ HİNTERLANDI (!)

SELMAN-I FARİS-İ MİRASI VE Şİİ HİLÂLİ HİNTERLANDI (!)
14 Temmuz 2024 09:00
A+
A-

Ortadoğu ülkelerinde Şii nüfusun yer aldığı bölgeleri tanımlamak için kullanılan jeopolitik bir terimdir Hinterland.

İran’ın 1979 devriminden sonra Şii nüfus üzerinde farklı bir etkileşim kurma çabasıyla şekillenmiştir.

Genel dünya baz alındığında stratejik ve alışageldik bir ilerleme olarak yorumlansa da; manevi bakış açısıyla kabul edilebilirliği mümkün olmayan bir istila şekli.

Çünkü İslam dünyasındaki renkler, motifler bir benzeri olsun diye değil; tanışalım, keşfedelim, anlaşalım bir olalım, birlik olalım düsturuna dayanır.

Oysa bu davada, ne yazık ki İran’ın önceliği; kendine benzeterek yoğurmak, şekillendirmek ve yönetmek olarak biçimlendirilmiştir.

İslam dini yeryüzünü şereflendirdiğinden bu yana farklı coğrafyalarda kendini farklı ırklar ve anlayışlarla beslemiş, büyütmüş ve bütünlüğü salık vermiştir.

Konuyla ilgili yapılan çalışmalarda ülke halklarının mezhebi kimlikleri hakkında “Sünni veya bir kısmı Şii” şeklinde yüzeysel olarak ifade edilmeleri dikkat çekmiştir.

Bu paralel de, bazı Müslüman coğrafyalar, yapılan savaşlardan kendilerine göre  çıkarımlar yaparak bir mezhebe nispet etmeden bir arada yaşamayı da benimsemişlerdir.

10 yıl önce yapılan bir araştırmada bazı ülkelerdeki nüfusun önemli bir kısmının mezhep gözetmeden kendini sadece Müslüman olarak ifade ettiği görülmektedir.

Bu araştırmanın verileri şöyledir:

Arnavutluk %67, Azerbaycan %47, Bosna Hersek %57, Endonezya %61,Kazakistan %77, Kırgızistan % 67, Kosova %63, Mali %57, Özbekistan %59, Nijerya %45, Tunus %43 gibi oranlarla kendilerini bir mezhebe bağlı görmeden sadece Müslüman olarak tanımlayan nüfuslardır.

Genellikle mezhepler ile ilgili çoğunluğu Sünnilerin oluşturduğu ifade edilir. Bazı kesim araştırmalardaysa Sünni- Şii mukayesesi yapılır. Sünnilerden söz ederken fıkıh mezhepleri üzerinden genellemeler yapılarak; Müslümanların %90’ının Sünni, %9,5’inin Şii, %0,5’inin de İbazi olduğu yönünde sıralama yapılmıştır.

21. yüzyılın Müslümanları kendi içindeki farklıkları törpülemek adına bir takım ortak kararlara imza atarak huzuru tesisi etmeye çalışırken İran’ın Şii olarak genişleme çabası, dünyaya ümmet gözünden bakanları tedirgin etmiştir.

Oysa önümüzde duran Ashâb-ı Kirâmın büyüklerinden bir Selman-i Farisi örneği var. Üstelik mübarek, İran kökenli bir Fars.

Ne demişti Peygamber Efendimizin sadık yaveri:

“İnsana şeref ve kutsiyet kazandıran yaşadığı toprak değil, Amelidir. Toprak hiç kimseyi mukaddes yapmaz. İnsanı mukaddes kılacak şey, amelidir, davranışlarıdır. “

(Hz. Selman-ı Farisi / İslâmın oğlu)

Konunun aslı buyken ve  asırlar öncesinden İran medeniyetinden haykırılmışken, bugün gelinen noktayı onun yüksek maneviyat içeren sözleriyle bağdaştırmak ne mümkün.  Ama zaman denilen olgu Müslümanların ayağını ulemanın izinden uzağa düşürünce yanlışlara maalesef kapı aralanıyor.

Bugün İran’ın şerrinden çekinen Araplar yağmurdan kaçayım derken doluya tutulmuş, İsrail’in elinde oyuncak olmuşlardır.

Bu vebalin altından nasıl kalkılır?

Bu sorunsalın Türkiye üzerindeki etkilerine de değinecek olursak, İran ile aramızın pek hoş olmadığı konusunda sanırım hem fikiriz. Bir ileri iki geri ile zamanı tutmaya uyutmaya çabalıyoruz desek yeridir.

Türklerin bu paralelde geçmişte 500 yıl önce imzaladığı Kasr-ı Şirin Antlaşması var ve mütareke o günden buyana muhafaza ediliyor, halen de dayanıyor.

Fakat Anavatan harici bölgelerde nüfuz çekişmesi yok değil. Bu bölgelerden biri de “Irak havzası” olarak ara sıra gündemi meşgul ediyor.

Türkiye-İran nüfuz çekişmesinde Osmanlı bakiyesi olarak Irak’a başta Türkmenler olmak üzere Sünni Kürtlere ve Araplara Anavatan olarak arka çıkan bizdik. Bu coğrafya insanının İran rejimi ile yaşadığı sıkıntılar halen herkesin belleğinde. O nedenle de iki ülke ilişkilerinde zaman zaman gerilimler tırmanışa geçiyor.

Aslında Irak’ta da etkin bir nüfuzu var İran’ın. Saddam’dan sonra Irak’ı yöneten İran eğilimli Irak yönetimleridir. Birleşik Devletlerin ülke yönetimini 3’e bölüp kenara çekilmesinden sonra İran ülkeye daha da yerleşti ve istediği gibi at oynatıyor.

Amaç elbette Şii gücünün ülkede söz sahibi olması. Irak’ta kısaca durum bu.

Şiilerin genelde yayılım gösterdiği ülkelere bir göz atacak olursak; Afganistan, Azerbaycan, Bahreyn, B.A.E,  Hindistan, Irak, İran, Katar, Kuveyt, Lübnan, Suudi Arabistan, Pakistan, Yemen ve Suriye.

İran bir şekilde bu ülkelere karşı etnik güç kullanarak müdahale etmekte, hükümetleri ayaklanmalarla tehdit ederek kazanım sağlama peşine düşerek, yayılım amaçlamaktadır.

Bu dinî ve siyasi atraksiyondan öte bir Rant şeklidir. Dünya’da 300 milyonun üzerinde Şii var. Şii realitesinin merkezi 70 milyon ile İran.

Bu yüzden kendini merkez güç kabul edip diğer ülkelere uydu muamelesi yapmak işlerine geliyor.

11 Eylül 2001 saldırılarından en kârlı çıkan ülkenin yine İran olduğunu görüyoruz.

A.B.D’nin Afganistan, Irak ve Suriye işgallerinden sonra, İran hiç olmadığı kadar bu topraklarda nüfuz kazandı.  A.B.D’nin Ortadoğu’daki Müslüman ülkelere yaptığı her müdahale, İran’ın önünü hiç düşünmedikleri kadar açtı.

Dinî Lider Ayetullah Ali Hamaney’e yakınlığı ile bilinen Tahran eski Milletvekili ve Tahran Belediye Bakanı ve son Cumhurbaşkanı adayı Ali Rıza Zakani bu durumu bir radyo dinletisinde bizzat kendi sesinden şöyle özetliyordu.

“İran’ın Tahran haricinde 4 başkenti daha var.  Beyrut, Şam, Bağdat ve Sana”.

Bu beyanat aslında her şeyin özeti niteliğinde.

İslam Alemi’nin kendi ülkelerinde söz sahibi olmalarını emperyalist çıkarları önünde engel gören A.B.D, mezhep çatışmalarını körüklemek için İran’ın yayılmasına göz yummuş hatta DAEŞ ile mücadele adına destek bile vermişti.

Ama bugün iki tarafın karşı karşıya gelmesi geçmişin hatalı politikalarının eseridir.

İran’dan sırf bu yüzden çekinen Arapların birçoğu 25-30 yıl önce İsrail ile yakınlaşarak mecburi dostluk pekiştirdi.

Amerikan işgali altındaki Irak’ta siyasal süreçlerle birlikte Washington’dan çok Tahran’ın etkili olduğuna inanılıyordu. Amerikan müttefiki Arap devletlerinin siyasal düzeyde İsrail’i değil de İran’ı tehdit görmesi, “Şiiler Yahudilerden daha tehlikelidir” olgusunu güçlendirdi. İşte bu yüzden, bazen hayretle karşılayıp kızdığımız Arap dünyası İsrail ile yakınlaşmak zorunda kaldı. Zaman dış politikaları Müslümanlar aleyhine işletince siyasi ödünler de kaçınılmaz oldu.

İran’ın konuyla ilgili savunması ise, Arap dünyasından dışlanmasıyla ilgiliydi.

Hatta, 8 yıl devam eden İran-Irak Savaşı boyunca hiçbir İslam ülkesinin İran’a destek vermemesinden dem vurdular.

Ama asli gerçekler Her daim sümen altında gizli bırakıldı.  

İşte bu ve benzer sebepler döngüsü, İran’ı kendi içine kapattı ve içselleştirdi. Kendini korumaya yönelik politikalar üretmesine vesile oldu.

Diğer bir Acem savunması ise; Bahreyn, B.A.E, Kuveyt, Suudi Arabistan, Umman ve Yemen’den oluşan Körfez ülkelerinde ki Sünni iktidarlardan oluşan otokratik rejimler yakınmasından başka bir şey değildi.

Bu ülkelerdeki Şiilerin uzun yıllar geri planda kasıtlı olarak bırakıldığı ve görmezden gelindiğine dair açıklamalar yapıldı. Yani aslında denilmek istenildi ki; neden hep Sünniler ön planda da; Şiilerin esamesi okunmuyordu? İran’da bu yalana tutundu gitti yıllarca avuttu kendini.

Yeryüzündeki 1.5 milyarlık Müslüman nüfusunun 1.3 milyarı Sünni, yaklaşık 300 milyonu ise Şii’dir ve Dünyaya dağılmış olan Şii kesimin yüzü ne hikmetse Tahran’a dönüktür. Şaşırdık mı? Hayır.

Şii Hilalini Türkiye merkezli değerlendirecek olursak bu hilalin ülkemizi kapsamayacağı fikri şuan kuvvetli olsa da; kuytuda köşe de Şiiliği özendirici faaliyetlere başladıklarını basından duyuyoruz. Bu ifadem kişisel faaliyetler çapında. Devletlerarası etkileşimdeyse daha çok ekonomik sebepler ön plana çıkıyor.

Ayrıca, Şii Hilâli ile Türkiye arasında zaten Sünni bir kuşak var.

İki ülke arasına girecek tek unsur ise ancak kandırılmış Kürtler olabilir. Eğer, Kürtler konusunda anlaşılır, ortak bir duruş sergilenirse Batılı güçlerin Kürt kartını oynamasının önüne geçilir. İşte o zaman Kürtler dış aktörlerin elinden çıkmış olurlar.

Ama taraflar Kürtler konusunda uzlaşamaz, ortak bir tavır ve  işbirliği geliştirilemezse, en büyük zararı da birbirlerine verirler.

İran, Barzani’ye bağımsız devlet kurdurtmak istemiyor. Fakat yine de PKK’ya yönelik işbirliği çığırtkanlığını yapmaktan da geri durmuyor.

Türkiye bu blöfü hiçbir dönem yutmadı yutmaz da.

İyi ilişkilerin ve yumuşak gücün sağladığı artılar medeniyetleri sarmalayacaktır.

Zira, yumuşak güç stratejileri derin siyasi anlaşmazlıklardan daha kullanışlıdır.

Yaşadığımız dönemde bu düsturu benimseyecek kaç bürokrat var acaba? ona bakmak lazım. Bir de perde arkasından işaret eden karanlık güçlere.

Son dönemde hayranlıkla seyrettiğim şahsiyet Reisi’ye bel bağlamıştım bu kördüğümü çözecek diye ama ömrü yetmedi. Öte yandan geçmişte  bir namaz vakti aralığında dostluğumuzun oluştuğu eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’a umut beslemiştim ama o da seçilemedi. Yeni Cumhurbaşkanı Pazeşkiyan ise hayal kırıklığının başkentidir benim için. Bazı insanlar vardır ya; ‘Bir makamdan fazlası.’ dersiniz. Yukarıdaki iki isim nasıl bu ifadeyi tam manasıyla karşılıyorsa; yeni Cumhurbaşkanı da bir o kadar dışında kalıyor. Öyle beyanatlar vermiş ki; daha şimdiden içim söndü. Reisi gerçeğinden sonra Pazeşkiyan, gazı alınmış gazoz etkisi bıraktı bende. Halkın iradesine tepki verecek değiliz elbette. Seçilmiş bir isim bahsi geçen.

Artık “Bir turda o binsin” bakalım demekten başka bir şey gelmiyor elden.

Vuslat ise, belki başka baharda saklı.

ATİLLA AKBAŞ

MİRATHABER.COM -YOUTUBE- 

 

 

 

ETİKETLER: Manşet
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.