Sen güzel sözler ile güzel ihtimalleri uyandır.
De ki (Allah şöyle buyuruyor): “Ey kendi aleyhlerine olarak günahta haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah (dilerse) bütün günahları bağışlar; doğrusu O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.” (Zümer, 39/53)
Ne güzel bir ayet ve geleceğe dair bakışımızda yön veren ne harika bir vektör!
Her şey uyuyan, sessiz hayal boyutunda bizim seçmemizi bekliyor.
Peki, biz siparişlerimizi verirken, güzel sözler ile güzel ihtimalleri mi uyandırıyoruz, yoksa sözleri fütursuzca kullanarak, kalpleri umutsuzluk fırtınalarında yorarak kendi aleyhimize işleyecek temenniler ve yılgınlıkların kaderini mi kendimize çekiyoruz. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah (dilerse) bütün günahları bağışlar!
Tüm varoluşa Rahman’ın gözüyle bakabilmek, her şeyin altındaki o ilahi birliği görebilmek mümkün ve insan için en elverişli olanı. Sen güzel sözler ile güzel ihtimalleri uyandır.
Tüm semavi dinlerde peygamberler işte bu bakışa davet etmiştir. Hele ki mübarek bayram günlerinde. Dua kapıları açılmışken gök aleminde.
Bu bakışın eseridir ki; insanlığı ortak bir barışa çağırırlar. Fakat insan erdem ve ilim deryasında zaafa düşünce kavramlara zahiri ve batıni bakış açısını daraltarak, bakış açısında kayba uğruyor. Barış kavramının gerçeği de bu hususa binaen yanlış anlaşılıyor. Barıştan kasıt; insanın kendi yaşamına ve yaşamının dışındaki tüm varoluşa Rahman’ın gözüyle bakabilmek, her şeyin altındaki o ilahi birliği görebilmek, her şey görünmez bir el tarafından birbirine bağlanmış olmasına şahitlik etmenin ve huzurda kalmanın adıdır.
Tüm dinler, tüm peygamberler bu idrake ulaşmamız için bize bir çağrıda bulunma vazifesi almıştır. Evrensel birlik bilinci Nebevi hareket metodunda ” tevhidi davet” olarak anılan bir çağrıdır.
Dünya hayatı işte Barış’a götürecek bu kavramı öğreten bir okuldur.
Rahman’ın bize yaşam bahşettiği şu fani hayatı, yalnızca bir sınav olarak algılamak ne kadar nakıs ve yorgunluk vericidir.
Aslında okul dediğimiz müessesenin gerçeğinde de bir öğrenme ve öğrenim potansiyelinin genişlemesi vardır. Biz hayat okulu dünyaya sadece sınav gözüyle bakarsak, o sınavların bir döngü halinde önümüze çıktığını görürüz. Haddinde fazla yorulur, usanır ve mutsuz oluruz.
Öğrenmemiz esas olan sınavlar değil, bir hayatı tecrübe etmek ve Rabbimizin bizi Dünya arzına halife olarak bıraktığının bilincini idrak etmek. Örneğin rabbimiz ayetinde bu konuya şöyle değinir ; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Elestu bir rabbikum?” .
Bu durum o kadar dikkat çekici ki! Yoktan var eden Allah: “Ben sizin yaratıcınız değil miyim?” demiyor. Bilakis “Rabbiniz değil miyim?” diye söylüyor.
“Rab” kelimesi; Arapçada “öğretmen, öğreten” demek.
Rabbim Berzah aleminde “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” sorusunu sorması ile ruhlar “evet” diyorlar.
Fakat bedenlendikten sonra o bir akitti, sözdü. Biz bunu yeryüzünde unuttuk. Başımıza gelen iyi şeylerin, bizi ve ruhumuzu tekâmül ettirmek için öğretmenimiz tarafından gönderildiğini unutuyoruz. Hatta başarıları kendimize ait hissediyoruz, zannediyoruz. Ben başardım diyoruz. Yine acılar, kederler ve benzeri durumların da bizim için bir ders olduğunu, öğrenmemiz gereken şeyler olduğunu unutuyoruz. Onun ardındaki öğretmenimizi unutuyor, Mert yaptı, Emine, Kerem yaptı diye düşünüyoruz.. Başarılarımız başarıya giden yolu öğretirken, mağlubiyetlerimiz nasıl mağlup olurumun kaderini bize okutacak. Zafer ve yenilgi ile iniş çıkış yapan hayat ve insanlık okulu biz öğrenene kadar bizi bırakmayacak. Fakat ne yazık ki buraya gelince öğretmenimizin “O Rab” “Allah” olduğunu unutarak yaşamaya çalışıyoruz. Hâlbuki yaratıcı olan Allah insanlarla hayat yoluyla konuşuyor. Filistin, Kudüs ve Gazze gerçeği, çivisi çıkmış dünyada, bigânelerin, dağılmışların nasıl da felakete götürdüğünü tüm dünya insanına gösteriyor. Müslümanların arasında tevhidi bilinç şeklinde ifade edilen şey aslında özde bu manaları taşıyor.
Ve şu an “Gazze bir sınav kâğıdıdır” tüm dünya insanların gözünün önünde.
Kur’an ayetinde yiyin için rahatınıza bakın zahmet çekin demiyor elbette. Bilakis; “İyilik hali içerisinde olun. Elinizdekinin bir kısmını paylaşın” diyor. Kamu alanına çevrilmeden, bir köşede sürekli yığılan maddi, manevi varlığımız ile çok büyük bir imtihan sürecindeyiz. Bu insanlığın aleyhine bir durum. Biz kazandıklarımızın kimden geldiğini unutmayacak ve bize onların bir kısmının emanet olarak verildiğini bilecek ve paylaşacağız.
Maddi manevi varlığımızın emanet olarak verildiğinin idrakı ile paylaşacak erdeme ulaşmamız için dünya bize bir okul görevi yapıyor. Hepsi bu!
Peki, bu okulun tedrisatında payımıza düşen kısma bir bakalım.
Mübarek arife günü ve kavuşacağımızı umduğumuz bayram gününe kendini Allah’a kurban eden Gazze halkına karşı hangi taraftayız anlayalım.
“Cehennemin en derin yeri kötülüğe tepkisiz kalanlara ayrılmıştır”. Dante (1265-1321)
Biz bu soykırıma ve bunun acı neticelerine karşı asla seyirci kalamayız.
Dünya okulumuz biz insan olma makamında yol alana kadar zahmetleri ve acılarıyla bizi ve nesillerimizi acıtmaya devam edecek, ta ki öğrenelim.
Allah’ın kabul edeceği ve bizi de kurbiyet makamına ulaştırmasını umduğumuz kurban ibadetimizi, kendilerini kurban eden İzzetli Gazze halkında ve o halka yakın olmakta da aramak zorunda olduğumuzu fark edelim. İnsana yakışan budur.
Bu farkındalık ile bu bayram, bayram edelim. Biz güzel sözler ve salih işler ile güzellikleri taşıyan ihtimalleri uyandıralım.
Hüznün gözyaşını akıtalım. Nusretin an içinde olması için yalvaralım. “Bayramda en büyük ibadet; Bayram neşesini yüreğimizde hissetmek” diyor hadis profesörü Üstad Mehmet Görmez hocamız. O vakit ; gücümüzün yettiğince huzurda olacak ve huzuru taşıyacak işlerle meşgul olarak bayrama buruk da olsa mutluluk bırakalım.
“Allah’ım! Hiçbir gölgenin olmadığı ve Yüce zatından başka hiçbir şeyin baki kalmadığı günde beni, müminleri ve sevdiklerimi Arşının gölgesine al. Milletimi en hayırlı geleceklere taşı. Özgür ve hür Kudüs topraklarında ve Gazze’nin huzur, barış, esenlik dolu ikliminde en güzel zamanlar yaşamayı nasip eyle “Amin
Selam ve dua ile kalın
Hatice Şebnem Diktürk