Şeriat, etimolojik köken olarak Arapçada “yol, mezhep, metot, âdet, insanı bir ırmağa, su içilecek bir kaynağa ulaştıran yol” manalarına gelen şerea (شرع) kelimesinden türemiş olup, ıstılahî manası, nihai hedefi insanı Allah’ın rızasına ulaştırmak olan İslam’ın, bu yüce maksada vasıl olmak için benimsediği yolun, yöntemin yani hukuk sisteminin de adıdır. Evet, şeriat bir hukuk sistemi olup, ilk insan olan Hz. Adem’den günümüze birçok toplumda farklı tezahürlerle bu hukuk sistemi uygulanmıştır.
Türklerin İslam’la tanışmaya başladığı IX. asırdan itibaren çoğu Türk devletinde Şeriat; örf, adet ve gelenekler manzumesi olan “töre” ile birlikte hukuk sistemini oluşturmaktaydı. Son olarak Osmanlı’da Tanzimat sonrası batılılaşma serüveni hukuk alanında da kendini göstermiş, Ahmet Cevdet Paşa öncülüğündeki bir heyetin hazırladığı ve Osmanlı hukuk sisteminin en önemli kaynağı olan Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye de temelde Şeriat’in düsturlarını baz alarak ihdas edilmiştir (1868). Cumhuriyetle birlikte Türk hukuk sistemi, İslam’ın referansından tamamen koparılmış ve Batı’dan iktibas edilen seküler kanunlar hukukumuzun kaynağı halini almıştır. Hukuk inkılaplarının başlatıldığı 1926 senedinde İtalya’dan Türk Ceza Kanunu ve İsviçre’den Türk Medeni Kanunu, Borçlar Kanunu alınmış, Almanya’dan Ticaret Kanunu alınmış, yıllar içerisinde birçok temel kanun bu iktibas yöntemi ile hukuk sistemimizi meydana getirmiştir. Yani bu kanunların mehaz metinleri Türkçeye aynen çevrilerek ve kanun adlarının başına Türk ifadesi eklenerek Türk hukuk sistemi Batılı manada teşekkül ettirilmeye çalışılmıştır.
Görüldüğü üzere on asırdan daha uzun bir müddet Türk Milleti, şeriata göre evlenmiş, şeriata göre boşanmış, şeriata göre alıp satmış, miras bırakmış, vergi vermiş, ticaret yapmış, hapis yatmış, idam edilmiş, beraat etmiş…
Gariptir ki, Birinci Cihan Harbi’nde (1914-1918) gırtlak gırtlağa geldiğimiz, hemen arkasından da İstiklal Savaşı’nda (1919-1922) kendisine karşı varlık mücadelesi verdiğimiz Batı’nın kanunlarını, bu savaşların daha yaraları sarılmadan, kendimize hukuk sistemi olarak almakta bir beis görmemişiz. Evet, bu milletin on asırdır içselleştirip hayatına mâl ettiği Şeriat bir çırpıda rafa kaldırılmış ve yerine bu millete karşı her fırsatta tek dişi kalmış canavar yüzünü göstermekten imtina etmeyen Batı’dan tercüme kanunlar konuluvermiş…
Bu sebepledir ki, uzun bir müddet Türk Milletinin hukuk sistemi olan Şeriat’ın kaldırılmış olması ve daha dün meriyet kazanan seküler kanunların bu millete zorla empoze edilmesi hâlâ tartışılmaktadır. Şeriati gericilik/irtica olarak görenlerle, yaratıcının insanla beraber gönderdiği bir kullanma kılavuzu olarak görenler arasında süregelen bir tartışma…
Esasen Türk inkılap tarihine baktığımızda, bu mevzuların tartışılması bile daha düne kadar yasak idi. Önceleri İstiklal Mahkemeleri, sonraları Devlet Güvenlik Mahkemeleri tam da bunun için ihdas edilmiş müesseselerdi. Kim ki inkılap kanunlarını tenkit eden bir söz ya da fiil irtikap ederse, kendini bu mahkemelerin önünde bulmaktaydı. Bunun için, şurada, 2000’li yıllara gelene kadar kimsenin Şeriatı savunması, Şeriat lehine beyanat vermesi, bir köşe yazısı yazması mümkün görülemezdi.
Hukukta temel prensiplerden biri de “bir şey yasak değilse, serbesttir.” İşte bir şeyin yasak olup olmadığı, cezayı müstelzim olup olmadığı da kanunla tayin olunur. Bunun için mevzuatımızda Şeriat’i savunmayı yasak eden kanun var mı diye bakmamız lazım geliyor. Şöyle ki;
Az evvel Şeriat’in Türk hukuk sisteminin tarihsel süreçteki yerinden bahsederken, Cumhuriyetle birlikte hukuk inkılabından da bahsetmiş, 1926 senesinde ceza kanunumuzu İtalya’dan iktibas ettiğimizi söylemiştik. Evet işte bu 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda zaman içerisinde yapılan değişikliklerle bir 163. maddeler eklendi ki, bu maddeler laikliğe karşı konuşmayı, propaganda yapmayı, bir araya gelmeyi tamamen yasaklıyor, bu eylemleri irtikap edenlere muhtelif hapis cezaları öngörüyordu.
Bu belirttiğimiz bu 163. madde, uzun bir müddet Türk hukuk sisteminde çok canlar yakmıştır. Nice aydın, yazar çizer bu maddelerden Devlet Güvenlik Mahkemelerinde yargılanmış, hatta hapis cezaları yatmıştır. Mahallede dini sohbet için bir evde bir araya gelen nice masum insan bu madde sebebiyle adliye yollarını aşındırmıştır.
İşte bu 163. madde laikliğe aykırı olarak konuşmayı bile yasakladığından, resmi ideolojiye göre laikliğin tam tersi olan Şeriat’i savunmak da yasaktı ve hatta hapis cezasını gerektirmekte idi. Evet, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda yer alan 163. madde yürürlükte olduğu müddetçe Şeriat’i savunmak suç idi.
Zaman içerisinde (bilhassa Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Türkiye taraf olduktan sonra ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yargı yetkisini tanıdıktan sonra) fikir hürriyeti, ifade özgürlüğü gibi insan haklarına müteallik kavramların kamuoyunda ehemmiyet arz etmesiyle beraber, bu ve benzeri maddelerin (solcu kesimin çokça mağdur edildiği TCK 142. madde gibi) varlığı tartışılır hale gelmişti. Netice itibari ile 1991 yılında, Özal’ın da başta olduğu liberal rüzgarların estiği o konjonktürde, 163. madde yürürlükten kaldırılmıştır.
Akabinde, 2000’li yıllara gelindiğinde Türk Medeni Kanunu, Türk Ticaret Kanunu, Türk Borçlar Kanunu gibi temel adli yasalarda köklü değişikliklere gidilmiş, neredeyse Cumhuriyetle yaşıt eski kanunlar kaldırılarak yeni ve kısmen özgün (iktibas edilmemiş) yasalar yürürlüğe konulmuştur. İşte bunlar gibi, İtalya’dan alınan 1926 tarihinde kabul edilen 765 sayılı Türk Ceza Kanunu da 2005 yılında yürürlükten tamamen kaldırılmış, yerine bugün de temel ceza yasamız olan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu meriyete konmuştur. Halihazırda yürürlükte bulunan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda ve diğer meri kanunlarımızda Şeriat’i savunmanın suç olduğuna dair bir düzenleme bulunmamaktadır. Sadece bu yeni TCK’nın 309. maddesinde “cebir ve şiddet kullanarak anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs” suç olarak sayılmıştır. Yani bu maddeye göre, mevcut laik düzenin yerine Şeriat düzeninin gelmesini sadece sözlü olarak ve yazılı olarak savunmak suç değil. Ancak Şeriat’in gelmesi için silahlı örgütlenmelere gitmek ve bu silahlarla bir darbe teşebbüsünde bulunmak suç sayılmıştır. Bu madde sadece Şeriat için değil, Komünizm’in, Sosyalizm’in, monarşinin, federasyon sisteminin, özetle mevcut anayasal düzenin aksine bir sistemin gelmesi için cebir ve şiddet ile mücadeleyi yasaklayan ve cezalandıran bir maddedir.
Dolayısı ile bugün, Türkiye’nin de taraf olduğu İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi temel milletler arası metinlerde teminat altına alındığı gibi, Anayasa ile de teminat altına alınan fikir hürriyeti ve ifade özgürlüğü kavramları sebebiyle Şeriat’i sözlü, yazılı, basılı, video kayıtlı zeminler üzerinde savunmak serbesttir, buna engel hiçbir mevzuat hükmü yoktur.
Fakat şunu hemen belirtmekte fayda var: Türkiye’nin hukuk sisteminin Şeriat olmasını amaçlayan bir dernek ya da vakıf kurmak mevzuatımıza göre mümkün değil. Zira Türkiye’nin laik bir cumhuriyet olduğu Anayasa’da yer almakta olup, Anayasa’ya ve kanunlara aykırı amaçla dernek ya da vakıf kurulması mümkün değildir. Bu husus ceza mevzuatımızın bir icabı değil, dernek ve vakıf mevzuatımızın bir icabıdır. Dolayısı ile Şeriat’in devlet nizamı haline gelmesine dair hükümler içeren bir dernek tüzüğü, derneğin kurulması için valiliğe verildiğinde, valilik bu talebi reddedecektir. Ama, Şeriat’i savunmak ceza mevzuatımıza göre suç olmadığından, böyle bir müracaat olduğu için müracaat sahibi hapse atılamayacak.
Son tahlilde, 1991 yılına kadar Şeriat’i savunan yazı yazmak, söz söylemek tamamen yasak ve hapis cezası gerektirmekte idi. Bu tarihten sonra Şeriat’i savunan söz söylemek veya yazı yazmak suç olmaktan çıkarıldı ve halen de serbest. Ama Şeriat’in devlet nizamı halini almasını amaçlayan dernek ya da vakıf kurmak Cumhuriyet tarihi boyunca yasak olduğu gibi bugün de yasak.
Umarız, fikirlerin dile getirilmesinin yasak olduğu, sohbet için üç kişinin bir araya gelemediği o eski karanlık günler geri gelmez de, her şeyin serbestçe tartışıldığı, herkesin şiddeti değil konuşmayı-tartışmayı yol, yöntem olarak gördüğü güzel günler gelir de, bu aziz millet hangi düzenin, hangi sistemin, hangi idare biçiminin insan tabiatına daha münasip olduğuna kendisi karar verir.
Mahir GEVHERÎ / Hukukçu
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-