Bütün filozoflar ve günümüzün sosyolog ve psikologları, buna devlet adamlarını da ekleyebiliriz, insanın bu dünyada nasıl mutlu olacağı konusunda fikirler öne sürmüşlerdir. Oysaki insanı yaratan ve en iyi şekilde tanıyan yüce rabbimiz Allah (cc), insanın hem bu dünyada hem de ahret hayatında ki mutluluğunun ve huzurunun kriterlerini açık ve net bir şekilde Kur’an-ı Keriminde bizlere bildirmiştir.
Ancak eğitim sistemimiz bir taraftan, diğer taraftan da Seküler hayatın, sosyal medya ve diğer medya unsurlarıyla birlikte insanımıza uyguladığı baskı ve algı yönetimi sayesinde insanlarımız, Allah’ın kanun ve nizamlarını görmezden gelmekte, hatta ve hatta “Ben dini bütün bir insanım ama şeriata karşıyım” diyebilmektedir. Hiç şüphesiz insanımızın düştüğü bu çıkmazda, en büyük suç ise jakoben laik sistemdir.
Beş vakit namaz kıldığı, oruç tuttuğu ve hatta malından zekât verme noktasında hassas davranan ama “Ben şeraite karşıyım” diyen o kadar çok insan tanıyorum ki…
Şeriat konusuna girmemin asıl sebebi ise, ABD’nin rezil bir şekilde Afganistan’dan çekildiğini göremeyen bazı aklıevvellerin, Taliban’a laf yetiştirme ve laf sokma çabası içine girmeleri. Aslında dertleri Taliban falan da değil. Onların sorunları son din İslam ve Müslümanlarla… Konu İslam ve Müslümanlar olunca hop oturup hop kalkan bir kesim var aramızda maalesef.
Siz bunların laiklik arkasına sığınarak, din ve vicdan özgürlüğünden bahsetmelerine falan da bakmayın. Eğer bunlar sözlerinde samimi olsalardı, şu anda Avrupa’da çıkarılan İslamofobik yasalara karşı çıkarlar, dillerinin ucuyla da olsa, “Siz ki demokrasinin ve laikliğin beşiğisiniz(!), bu yasalar size yakışmadı, özgürlük, insan hakları” falan derlerdi. Ama yok onlardan böyle bir şey beklemek, balığın kavağa çıkmasını beklemek gibi bir durum olur.
İşte bizde dedik ki; İslam’ın vaat ettiği ve ilkeleriyle ortaya koyduğu özgür sistem, sözde uygar ve medeni batı demokrasilerinin çok çok üstünde olmasına rağmen, insanımız şeriat denilince neden korkuyor ve şeriata (Allah’ın Nizamına) aleyhte tavırlar içine girebiliyor.
Aslında bunun derinlemesine incelenmesi ve anlatılması gerekir ama biz ana hatlarıyla ele almaya çalışalım:
1-Kur’an-ı Kerim’de geçen cihat ayetlerinin anlam bütünlüğü içinde ele alınması gerekirken çarptırılması ve yanlış lanse edilmesi. Oysa yakın tarihimize baktığımızda, kurtuluş savaşımız dahi cihad ruhu ile yapılmıştır. “Şehitlik ve gazilik”, İslam literatüründe çok önemli bir yere sahiptir ve askerin motivasyonu açısından büyük öneme haizdir. “Ölürsem şehit, kalırsam gazi olurum” düsturu ile cepheye koşan yüz binlerce insanımız, hiç şüphesiz şeraitten aldığı ve önemsediği “Şehitlik ve gazilik” heyecanıyla cephelere koşarak kurtuluş mücadelemizi kazanmıştır.
Şu da unutulmamalıdır ki, İslam kelimesi “Barış ve huzur” manasına gelir. Literatürlerde, insanın huzur ve mutluluğunu sembolize eden ne kadar kelime varsa, İslam kelimesi ile özdeşleştirmede bir sakınca yoktur. Ancak Müslüman, vatanına ve namusuna göz diken düşmanına veya düşmanlarına karşı da çetin ve hiddetli olacaktır ki, vatanında bayrağını dalgalandırabilsin ve özgürce yaşayabilsin.
2-Peygamberimizin (sav) hayatı boyunca elinden kılıç düşmeyen bir insan olarak gösterilmesi de bir algı yönetimidir ve insanları şeraite karşı durmalarına sebep olmaktadır. Oysa Peygamberimiz (sav) 63 yıllık ömrü boyunca savaş meydanlarında geçirdiği gün sayısı 50 günü geçmez. Zaten bunun 27 günü Hendek muharebesinde geçmiştir. Yani Medine topraklarının savunmasında…
Yani bizlerin Kurtuluş mücadelesinde vatanımızı savunduğumuz gibi, Müslümanlarda özgürce yaşayabilmek ve namuslarını koruyabilmek adına, Medine’de yaşayan insanların dinlerini özgürce yaşayabilmeleri adına Medine’yi savunmuşlardır.
3-İslam dünyasında ki bazı cahillerin, İslam karşıtı çevrelerin ekmeğine yağ sürecek hareketlerde bulunması da insanların bilinçaltında yanlış yargılara sebep olmuş şeriata karşı olmalarına sebebiyet vermiştir. Şeriat ile ülkelerini yönettiğini iddia eden bazı ülkelerde uygulanan idam cezaları da bütün dünyada insanların İslam’a karşı tavır almasına ve İslamofobi oluşmasına sebep olmuştur.
4-Yüce dinimiz İslam’ın, kadınlara verdiği hak ve hukukun tam olarak anlatılamaması ise, ekmeğe sürülen yağın üzerine bir de bal sürülmesine vesile olmuştur. İslam karşıtı veya İslam düşmanı insanların, Müslümanları en çok vurmaya çalıştığı noktada budur aslında. “İslam kadına hak vermiyor, İslam kadını eve hapsediyor, İslam kadını ikinci sınıf görüyor” türünden söylemler öyle empoze ediliyor ki, tam da bu noktada çarşıda pazarda karışıyor. Daha doğru bir ifade ile karıştırılıyor.
Kur’an ayetleri ve Peygamberimizin (sav) sünneti tam manasıyla incelenmiş olsa, durumun hiçte kadınların lehine bir içeriğe sahip olmadığı açık ve net bir şekilde görülecektir.
***
Basit manası ile şeriat; “suyun kaynağı, suyun kaynağına giden yol” manalarına gelir. Bir nevi suyun kaynağına giden yolda yol alan yolcu, hayat kaynağı olan sudan mahrum kalmaz, sudan mahrum kalmayan insan ise, mutlu olur.
Aslında şeriat kavramını “Yaratanın, biz yarattıklarına mutlu olabilmemiz için vahyettiği yaşam biçimidir” şeklinde tanımlamak yerinde olur.
Terim olarak şeriat; hukuk, kanun, meşruiyet demektir. Yani “şeriat devleti” demek, hukuk devleti” demektir.
Aslında iman ettiğimiz İslam dini, yeri-göğü, hayatı ve hayata dair yaşadığımız bütün sosyal problemlerimizi çözme verilerine sahipken, bugün camiye hapsettiğimiz ve yaşadığımız din, hiçbir problemimizi çözememekle birlikte problemlerimizi daha da arttırmaktadır. Şu anda yaşadığımız din problem çözmeye değil problem üretmeye yönelik bir dindir. Açık bir ifadeyle Müslümanların ekserisi, inandığı gibi yaşamak yerine, yaşadığı gibi inanma noktasındadır.
İslam’da var olan birkaç had cezasını referans göstererek algı yönetimiyle insanlara şeriatı (Allah’ın koyduğu ilkeleri) din ve vicdan hürriyeti adı altında kötü göstermek, hadsizliktir ve insanlığa yapılabilecek en büyük ihanettir. Şu unutulmamalıdır ki, had cezasının verilebilmesi için, şüphelerin ortadan kalkması, suçun keyfilikten uzak bir şekilde şahitlendirilmesi gerekir. Kaldı ki bu konuda Peygamberimiz (sav):
“Şüphelerden dolayı had cezalarını kaldırınız (uygulamayınız)” buyurmaktadır. (Ebu Davut Salat 14)
Eğer yanlış hatırlamıyorsam şu anda dünya üzerinde 1.8 milyar Müslüman var ve İslam aleminin bugünkü en büyük sıkıntısı, muhkem ayetleri bırakıp müteşabih ayetlerin peşine düşmesidir.
Hayır efendim! Şeriat baskı rejimi değil, din ve vicdan özgürlüğünün teminat altına alındığı, insanların mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşayabileceği bir hukuk sistemidir. Eğer şeriat dediğimiz yüce rabbimizin kanunları baskıcı bir mahiyete sahip olsaydı; Medine’ye hicretten sonra Peygamberimiz (sav), orada bulunan Yahudi ve Hıristiyanlara Müslüman olmaları için baskı yapar, dinlerini değiştirmeleri için zorlardı. Halbuki Yahudiler dahil kimse dini değiştirme konusunda zorlanmadı ve baskıya maruz kalmadı.
Ancak Peygamberimiz (sav) dini mübin-i İslam’ı tebliğ etti ve tebyin yani yaşayarak insanlara gösterdi.
Siz değerli okuyucularıma “Şeriat’den kimler korkar?” diye bir soru sorsam…
Ne cevap veririsiniz?
Ben size, şeriat’den kimlerin korkacağını ve korktuğunu dilim döndüğünce söylemeye çalışayım. Şeriat’den , katiller, teröristler, zinacılar, hırsızlar, evrakta sahtecilik yapanlar, dolandırıcılar, mala zarar verenler, namus düşmanları, rüşvet alanlar v.b kişiler korkar.
Unutmayalım ki “Şeriat devleti” demek “Hukuk devleti “ demektir.
Selam, saygı ve muhabbetlerimle….
Teşekkür ederim sayın hocam eline sağlık en güzel bir cevap olmuş.Lakin bu sözleri anlayacak zekadan yoksun
Bazıları.Selamlar.Allaha emanet olun