Şimdilerde değil Google veya Yandex’e, onlara tercih edilmesi gereken arama motorumuz Yaani’ye örneğin Şeyh Nazım Kıbrisî yazarak
girerseniz yığınla bilgiye ulaşırsınız. İslâmi bilgi ve bilinciniz varsa ve ilgilendiğiniz kişinin gerçek görüşleri ve yaşamına ulaşabilirseniz, doğru ve sağlam bir yargıya varabilirsiniz.
İmam-Hatiplik Yıllarımda Arama Motorları Yoktu
Benim Süleymaniye Camii’nde İmam-Hatiplik yaptığım yıllarda yani 1970 başı ile 1981 sonu arasında internet yoktu, arama motorları bilinmiyordu. Bugünkü gibi bolca güvenilir kitap da mevcut değildi. Bilgilerimizin önemli bir kaynağı da yakından tanıdığımız ve güven duyduğumuz alimlerimizdi.
İstanbul Müftülüğü de yapmış olan hocamız-şeyhimiz Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı Salı geceleri yaptığımız sohbetlerde bazı ricalden/kişilerden övgüyle söz ederdi. Gerçi hocamızın bazı tasavvufi görüşlerine katılmazdım. Ama övgüyle andığı şahıslar da hafızamıza yerleşirdi.
Hocamızın tahsinkâr/güzelleştirici ifadelerle söz ettiği ve damadı Bülent Çorapçı Beyden edindiğim bilgiye göre, ölünceye kadar da muhabbetini sürdürdüğü şahıslardan biri de Şeyh Nazım Kıbrisî imiş.
Ben Nazım Kıbrisî’yi hiç görmemiştim, hakkında bir şeyler okumuş değildim. Kendisine bağlı bir müridinden kerametlerine! ilişkin rivayetler de dinlemiş değildim.
Yılını tam hatırlamıyorum. Şeyh Nazım Efendi bir Cuma günü Süleymaniye Camii’ne çıkageldi. Giyimi kültürümüze yakın olup orijinaldi. Sakalı uzundu. Yakışıklı bir adamdı.
Nazım Kıbrisî’yi Minbere Davet Ettim
Süleymaniye Camii İmam Hatipliği hayatımda 12 yıl boyunca ben hiç kimseye Cuma hutbesini teklif etmedim. Çok çok önemli bir zaruret hali olmadıkça minbere başkasının çıkarılmaması da Vakfiye şartlarındandı. O güne kadar yapmadığım bir işi yaptım. Hocamız Abdurrahman Şeref Efendinin olumlu ifadeleri çizgisinde Nazım Efendiyi Hutbe okuması için Minber’e davet ettim.
Nazım efendi, bekler gibi olduğu teklifimi kabul etti ve minbere çıktı. Uzunca bir hutbe okudu. Konuyu tam olarak hatırlamıyor isem de Nur-u Muhammedi gibi ifadeler kullandığını anımsar gibiyim. Dıştan bakıldığında görüntü büyüleyiciydi ve üslûp da yumuşaktı.
Anlatılanları İçselleştiremedim
Ama anlatılanların bir kısmı benim kabul edebileceğim, tevil edilebilir türden değildi. Kendisi hakkında olumsuz bir yargıya varmamakla birlikte minber yolunu açmakla isabetli bir tercih yapmadığımı anladım. Namazı Nazım Efendi mi yoksa ben mi kıldırdım hatırlamıyorum. Cemaatimizin olumsuz bir yaklaşımı da olmadı.
İkinci Gelişlerinde Minberi Teklif Etmedim
Bir iki yıl geçti-geçmedi ki bir Cuma günü Şeyh Nazım Efendi yine geldi? İstanbul’daki müritlerinden bir kısmı da beraberindeydi.
Bu defa kendi kanaatlerimle hareket ettim. Zannıma göre, beklediyse de minberi kendisine sunmadım. Ama bütünüyle olumsuz da yaklaşmadım. Çünkü Hocam Abdurrahman Şeref Efendinin tesiri devam ediyordu. Hutbemi bitirirken Şeyh Nazım Efendinin aramızda olduğunu beyanla namazdan sonra mihrab çevresinde sohbet edeceğini duyurdum. Geleceğine inandığı Mehdi konusunu da içeren sohbetini, edebimiz gereği ben de dinledim.
Ben İslâm’ı, her düzeyli Müslümanın anlaması gerektiği şekilde hayat düzeni olarak algılayan bir insanım. Dinimizin omurgasını oluşturan Kur’ân’ı da ve Hz. Peygamberimizin hayatını da ana hatlarıyla bilirim. İslâmî çizgide bilgi ve bilinçle ve de sabırla yürünmedikçe birilerinin teveccühleri/mânevi yardımları ile sonuçlar alınabileceğine inanmam.Hiç de inanmadım. Bu sebeple sohbeti içime sindiremedim.
Sohbet sonrasında Şeyh Efendiyi dinleyen ve bana Adıyaman Şeyhinin İstanbul halifesi olarak tanıtılan kişi de yanıma gelip bana “İslâm’ı ve Müslümanları kuşatan problemlerin başka bir yolla değil, ancak büyük Allah dostlarının himmetleriyle” çözüme kavuşabileceğini söylemez mi?
Ona şöyle demekten kendimi alamadım:
– Ümmetimizin perişan hali ortada. Peki nerede bu Allah dostları? Biz sorumluyuz da onlar sorumsuz ve duygusuz mu? Neden bir araya gelip görev üstlenmiyorlar?
Kur’ân’da bize tanıtılan hiçbir Peygamberin başaramadığını, geleceği umulan Mehdi ve benzeri kişilerden beklemek, ümmetimize arız olan bir hastalıktır. Yarınlara ertelenmesi makul olan işleri bile bugünlerde yapması gereken müminlerin, günümüzde yapılması gerekenleri yarınlara ertelemesi ve çözümü hep gelecekte ve başkalarından beklemesi, Kur’ânî ve Nebevî temeli olmayan batıl bir yaklaşımdır.
Araştırma Yaptım ve Bunaldım
Bu bölüm vesilesiyle Nazım Efendi hakkında kısa bir araştırma yaptım fakat birbirine zıt yaklaşımlardan, yani övgüler ve yergilerden bunaldım.
Ancak gerçeği ifade etmem gerekirse merhum Şeyh Nazım’ın bütün ruhumla katıldığım görüşlerini de tespit edebildim. Bu görüşlerinden biri şöyle:
Doğru, eğitim sistemimiz, şirk (Allah’a ortak koşma) temelleri üzerine oturmuyor mu? Fizik’te, Kimya’da, Biyoloji’de, Astronomide…Yaratıcı olarak Allah konusu ve inancı var mı? Sosyal bilimler, İslâm ile çelişkili ve çatışmalı değil mi?
Şeyh Nazım’ın bir yerel televizyona yaptığı açıklamadaki şu tespitine katılmayacak bilinçli mümin düşünülebilir mi?:
Ben Ne Övücü Ne de Yericiyim
Hatadan beri olan yalnızca Allah’tır. Ben kesin yargıda bulunmuyorum, yaşadıklarıma-gördüklerime ve okuduklarıma göre değerlendirme yapmaya çalışıyorum. Hiç kimsenin yanlışlarını tevil makamında da değilim. Bilmemiz gereken hakikat şudur:
Herkes, ama herkes Hakk’a çağrılabilir. İstisna yoktur, üstelik çağırmak farz görevimizdir de. Kişiler kendilerini ve dostlarını hatta yücelttikleri insanları bile Kur’ân ve Sünnet çizgisine getirmeye çalışmakla yükümlüdür.
Dâvamız, huzurunda yargılanacağımız Rabbimize hamd ve senadır.
MİRATHABER.COM
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…