Genç Kız Tekme Tokat Dövülürken Etraftakiler Seyretti
Kütahya’da, S.K. (16) adlı kız, hakkında dedikodu yaptığını iddia ettiği yaşıtı kızı, hemzemin geçitte iki kız arkadaşıyla birlikte dövdü. Üç arkadaş, kızı saçlarından tutarak sürükleyip, tekme tokat dakikalarca döverken, arkadaşları da telefonla dehşeti kaydetti. Görüntülerin arkadaşlar arasında paylaşılmasının ardından polis, üç kızı ifadeye götürdü.
Seyirci Kalma Sendromu Sosyal Vurdumduymazlığın Bir Göstergesidir
Bir keresinde Almanya’dan gelen misafirlerimle aile bahçesinde çay içiyorduk. Karşıdan ağlaya ağlaya gelen iki çocuk sesi duydum. Arkalarından babası olduğu anlaşılan bir adam, çocuklarına küfürlü sözlerle hem bağırıyor, hem de kafalarını yumrukluyordu. Şiddet ve vahşet içerikli bu manzara, bana çok acayip geldi ve gayri ihtiyari olarak hemen müdahale ettim ve adamın çocuklarına böyle müdahalede bulunmasını önlemeye gayret gösterdim. Adam, bana da hakarete ederek, “sana ne lan, bunlar benim çocuklarım” dedi ve üzerime yürümeye başladı.
Ben bu esnada başkalarının da araya girip bana yardımcı olurlar diye düşündüm ama kimse yerinden kıpırdamıyordu. Herkes adeta üç maymun gibi davranıyordu. Onun için son çare olarak etrafıma bakarak bağırdım, “Ey millet, ne oldu size böyle? Adam, çocuklarını ulu orta dövüyor, siz ise seyirci kalıyorsunuz. Nerede vicdanınız?” Bu feryatlarım etkili olmuş olacak ki hemen birkaç genç, beni kurtarmak veya adamı etkisiz hâle getirmek niyetiyle aramıza girdi ve beni müşkül bir durumdan kurtardı. Daha sonra parkın güvenlik görevlisi de gelerek, şiddet uygulayan adamı, polise teslim ettiler.
Mezkûr haber, yaşadığım bu canlı olayı hatırlattı. Maalesef memleketimizde her çeşit şiddet olayı artarken, bu süreçte ne yazık ki sosyal çevrenin de duyarsızlığı ve vurdumduymazlığı da ayrı bir toplumsal sorun olarak ortaya çıkmış durumda. Bir sosyal bilimci olarak bu fenomenin psiko-sosyal yönünü araştırma ihtiyacı duydum ve Bill Latane ile John Darley isimli iki bilim insanın çalışmaları dikkatimi çekti.
Seyirci Kalma Sendromu Neyi İfade Ediyor?
Bu iki bilim insanına göre olağanüstü durumlarda zor durumda olan bir insana yardım etme ihtimali, çevrede bulunanların sayısının artmasına bağlı olarak azalmaktadır. Bilimsel jargonda “Mesuliyetin Dağılımı” olarak ifade edilen bu fenomene de “Seyirci Kalma Etkisi veya Sendromu” ismi verilmiştir. Buna göre olay yerinde ne kadar çok insan varsa, durum o nispette önemsiz ve tehlikesiz olarak algılanıyormuş. Eğer etrafta toplanan insanların da kendilerine göre bazı sorunları varsa müdahale etme gereği o oranda düşmekteymiş.
Anlayacağınız, morali yerinde olan düzgün insanlar ancak olaya tepkili bir tavır takınmakta ve sorumlulukların bir gereği olarak müdahale ederlermiş. Yoksa herkes bir başkasının ilk adımı atmasını ve olaya karışmasını beklermiş. Yani sorumluluk duygusu böyle bir ortamda parçalanmakta ve hemen herkes, başkasının daha çok yetki ve mesuliyet sahibi olduğunu düşünerek, işi vurdumduymazlığa getirmek istermiş. Peki bu parçalanmış sorumluluk dağılımını kırmak mümkün müdür? Bir başka ifadeyle olumsuz bir hadise karşısında sağa sola bakmadan “ben varım” diyen yüksek ferdî mesuliyet duygusuna sahip vicdanlı insan nasıl olabiliriz? İşte bunun cevabını bulmakta iki araştırmacı epey zorlanmış. Ne dersiniz daha duyarlı bir insan ve toplum olmanın çaresi nedir?
Hastalığın Teşhisi: “Nemelâzım Be Sultanım”
Bir soruna çare bulabilmek için, ilk önce sorunun kaynağına inmek gerekir. Mezkûr iki araştırmacı da aslında doğru bir teşhis koymuş. Ne var ki bizler, bu teşhisi çoktan beri bildiğimiz halde, bilmemiz gerektiği halde veya kaynaklarımızda mevcut olduğu halde her nedense kendi tarihimize, medeniyetimize ve dinimize uzak kaldığımız için, bu teşhisten habersizmişçesine bir sosyal hastalık olan yeni adıyla “Seyirci Kalma Sendromu” eski adıyla “Nemelâzım Be Sultanım” etkisi altında inim inim inliyoruz.
Belki siz de duymuşsunuzdur. Geleceğe belki de kaygı ile bakan Kanunî Sultan Süleyman, merak eder ve sütkardeşi olan Yahya Efendi’ye mektupla bir soru gönderir: “Bu devlet, nasıl batar?” Yahya Efendi, cevaben kısaca “Nemelâzım be sultanım!..” der. Cevap alamadığını düşünen Kanunî, Yahya Efendi’de ile bizzat görüşür ve neden böyle ilgisiz bir cevap verdiğini sorar. Bunun üzerine Yahya Efendi, o izaha muhtaç ifadenin açılımı şöyle yapar: “Ne demek sultanım. Gereken cevabı özet halinde verdim. Bakınız Sultanım; koyunları kurtlar değil; çobanlar yese, bunu görenler, bilenler de söylemeyip, sussa ve gizleseler…Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlıklar ayyuka çıksa… İşitenler de nemelâzım deyip uzaklaşsalar.. Yoksulların, muhtaçların feryatları göğe çıksa da taşlardan başka kimse işitmese işte o zaman o devletin sonu görünür… Böylece çöküş izmihlâl mukadder olur.”
Bugün ülkemizde kulaklarını ve gözlerini kapatanların sayısının artmasıyla birlikte “Nemelazımcılık” virüsü, toplumun değişik katmanlarına kadar yayıldı. Toplumsal çürümüşlük, bir toplumun ve devletin geleceği açısından en büyük tehdittir. Düşman dışarıda değil, içerdedir. Toplum, eğer vicdanının sesine kulak vermeyen insanlardan oluşmaya başlarsa, toplumsal çöküşle birlikte kaos ve anarşi de hâkim olur. Her an her yerde bir toplumsal başkaldırı ve çatışma meydana gelebilir. O halde bu sosyal tehlikeye karşı ne gibi tedbir almalıyız?
Netice-i Kelâm
Toplum hayatını anlamak ve anlatmak o kadar kolay değil. Toplumsal sorunlara çözüm bulmak, belli bir dereceye kadar kolay ama tatbikatı hayli zordur. Hele hele araya cahillik, inat girerse daha da zorlaşır. Duyarsızlık, acımasızlık, bencillik gibi sosyal hastalıklarımıza karşı çare var: Sevgi ve merhamet eğitimi. Ama bu güzel ahlâkî ve fıtrî hasletleri, asliyetini yitirmiş kalplere ve vicdanlara nasıl yerleştirebiliriz? Sürekli telkinle mi? Müeyyideler de uygulayarak mı? İşte orada bende müşkül bir durumdayım. Ama topluma genel olarak şunları söylemek isterdim:
Sevgi ve merhamet, nefse inat ruhun asliyetidir, ruhun özgürleşmesidir ve kendini bulmasıdır. Ruhuyla barışık olan, sevgi ve merhamet ikliminde vicdanının sesini duyabilir ve başta eşref-i mahlûk olan insana olmak üzere yaratılana karşı zalimce bir tavır sergileyemez. Sevgi ve merhamet, tefekkürün yeşermesidir. Zulmün ve duyarsızlığın düşmanı olan sevgi ve merhamet, hayatın anlamı ve nurudur. O nurun pırıltıları, gönüllere yansıması ile insan canavar olmaktan çıkar ve melekleşir. Toplumun üyelerinin melekleşmesi, gerçek anlamda medenîleşmesidir. En büyük medenîleşme, manevîleşmedir.
Maneviyat ekseninde bir hayat süren sıradan bir insan dahî, vicdanî tekamülün zirvesinde en duyarlı insandır. İnsan-ı kâmildir. Her tolumda azgın kişi ve gruplar olabilir. Ama orada insan-ı kâmil kıvamında insanlar yoksa o toplum, gerçekten yok olmaya mahkûmdur. Öyle ise hedef, güzel ahlâkî meziyetlere sahip olan gençler yetiştirmek olmalıdır. Bir toplumda güzel ahlâk sahibi vicdanlı ve duyarlı insanların sayısı arttıkça, orada “Nemelazımcılık” hastalığının görülmesi de gittikçe azalır ve bu gibi üzücü haberlere yorum yapma ihtiyacı da duymayız.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi