İnsanlar dini, demokrasiyi, sosyalizmi vs. her şeyi istismar eder. İstismar bir sıfattır, bu sıfata sahip kişiler var diye dinden vazgeçilmez. Kur’an, bazı kötü niyetli insanların bizi “Allah’la aldattıkları”nı belirtiyor. Şimdi Allah’la aldatan var diye Allah’tan veya dinden vaz mı geçelim? Muaviye Kur’an ayetlerini mızraklara asıp istismar etti, Hz. Ali Kur’an’dan mı vazgeçti? Aldatan var diye dinden vazgeçmek Şeytani bir desisedir.
“Ey İnsanlar! Hiç şüphesiz Allah’ın va’di haktır; öyleyse dünya hayatı size aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah’ın adını kullanarak) aldatmasın. Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmaya çağırır.” (35/Fatır, 5.)
“Allah’ın va’di haktır” ayeti aynı kalıpla Nisa (4/122), Yunus (10/4, 55), Kehf (18/21), Kasas (28/13), Rum (30/60), Lokman (31/9), Mü’min (40/55) Casiye (45/32), Âl-i İmran (3/194) ve Ahkaf (46/17) sûrelerinde de geçmektedir. “Allah’ın va’di”nden kasıt kıyamet, diriliş, haşir, muhasebe, ödül ve ceza, kısaca ahiret hayatı olduğu söylenmiştir. Yüce Allah’ın yeryüzünü salih kullarına miras olarak bırakacağı (21/Enbiya, 112) veya Nur’unu tamamlayacağı (61/Saff, 8) yönündeki va’di de haktır.” Kur’an ve bundan önce vahyedilen kitaplarda zikri geçen bütün olaylar vuku bulacaktır. Dünya hayatı ebedi değildir, geçicidir. Mebdei olanın meadı vardır. İnsanların ve toplumların ömrü olduğu gibi, kâinatın ve dünyanın da bir ömrü (eceli) vardır. Şüphesiz birgün son bulacaktır.
Gerçek bu iken, insanın dünya hayatına kendini kaptırması, büyük hakikati, ölümü ve ahireti unutup hiç ölmeyecekmiş veya öldükten sonra bedeni gibi bilinci, hafızası, manevi meleke ve yetileri, kısaca ruhunun da ebedi sessizliğe gömüleceğini düşünmesi büyük gaflet halidir. İnsanların çoğu gaflet içinde ömürlerini tüketmektedirler. Bunun sebebi, geçici ancak hayli çekici dünya hayatının onları aldatması, kendi manyetik etkisi altına almasıdır. Bir yola çıktığımız zaman, varmak istediğimiz menzili düşünürüz. Dünya hayatını, sonunu ve sonrasını düşünmeden yaşadığımız zaman “anlık, burada ve şimdi”yi diğer bütün boyutlarından tecrit ederek yaşıyoruz demektir. Ki, buna hayatın sekülarizasyonu denir. Sekülarizm, dinin dışarı çıkarıldığı dünya hayatının insanı aldatması (garar ve gurur) demektir.
Çünkü onun amacı, insanı müteal/aşkın, batın/içkin ve ahiret/öte boyutlarından tecrit ederek dünya hayatını ve sevgisini, çekicilik ve zevklerini mutlaklaştırmaktır. Suç ve günah (cürüm/münker) işlemeye eğilimli insan şeytana kanarak olmadık cürümler işler. Allah’ın kul hakkını affetmeyeceğini, hakkı ihlal edilenlerle hak ihlal edenler arasında muhasebe yapacağını akıldan çıkarır. Allah’ın va’di haktır, ne buyurmuşsa, neyle sakındırıp korkutmuşsa, o tahakkuk edecektir.
Ayartıcı ve aldatıcı özne olan Şeytan, insanın düşmanıdır. Yeryüzünde Allah’ın seçtiği ve kerem sahibi kıldığı bir halife olmasının önüne geçmek üzere ahdetmiştir. Kendini bu kin ve husumetle bilemiştir ve son güne yani kıyamete kadar düşmanlığını sürdürecektir. (Bkz. 4/Nisa, 119; 7/A’raf, 16-17). Akıllı insan, Şeytanı dost (veli) etmez. Bu sayede dünya hayatı hakkında sahici bir perspektif, doğru bir fikir ve anlayış kazanır. Dünyayı, hak ettiği kadarıyla yaşar, yaşama sevincini kaybetmez. Çalışır, emek harcar, infak eder, çoluk çocuğunu besler, yoksullara yardım eder, çevresini güzelleştirir-imar eder, hayır ve hasenatta bulunup önden ahirete güzel şeyler gönderir. Bütün bunları yaparken varlık âleminde sadece kendisi Baki olan Allah’ı unutmaz. İlahi hükümlere aldırışsız davranmaz, hudutlara riayet eder. Kısaca dünyayı gerektiği gibi yaşar. Ama dünya hayatı sevgisiyle (Hubbu’l hayat ed dünya) sarhoş olup bilincini kaybetmez.
Şeytana bakıp iş yapanların kalpleri katılaşır, Şeytan onlara yapıp ettiklerini iyi şeymiş gibi gösterir. Onlar da ona kanarlar, fakat sonu büyük hüsran olur (6/En’am, 43). Bundan kurtulmanın yolu kalbi nurun kaynağına açıp aydınlanmaktır. Yüksek düzeyde ve sahih bir Allah bilinci (marifetullah) ile Şeytan ve dünya hayatının gerçek mahiyetiyle ilgili aydınlanmak ve doğru bilgilere sahip olmak mümkün olabilir.
İbn-i Simak, ilginç bir atıfta bulunur: Varlık âlemi ve dünyada olan herşey insanın yararına sunulmuştur. Bu durumda insanın, kendisini yaratan ve üstün konuma (Eşref-i mahlûkat) çıkartan Allah’a kulluk edip şükredeceğine, onu kerem ve şeref tahtından indirmeye azmetmiş Şeytan’ın yoluna girmeyi tercih etmektedir. Bu hem nankörlük ve isyan hem akılsızlık ve tutarsızlıktır. (Bkz. 2/Bakara, 167.) Şeytana tabi olanlar ateş halkı olur. İman edip salih amellerde bulunanlar ise bağışlanmaya ve büyük bir ecre sahip olurlar.
Bu tabiidir ve adil bir hükümdür. Çünkü işlediği kötülüklerin farkında olmadan, üstelik yapıp ettikleri kendisine çekici-süslü görünen, başka bir deyişle Allah’a ve insana düşman olan Şeytan’ın yoluna giren kimsenin Allah katında kabul görmesi beklenemez. O seçimini kötülükten ve Şeytan’dan yana yapmıştır. Aklını ve iradesini doğru yönde kullanmamıştır, zulmetmiş ve gadretmiştir. Nimetlerden sonuna kadar yararlanmış ama nimetlerin Yaratıcısına isyan etmiştir. Böylesini Allah doğru yola iletir mi? Yüce Allah iletmeyecekse başka kim doğru yola iletebilir, kimin buna gücü yeter ki! Seçimini doğru yolda (Sırat-ı müstkim) kullananı Allah doğru yola koyar. Hidayete erdirir, buna da kimse engel olamaz.
“Ey insanlar, Rabbinizden korkup-sakının ve öyle bir günün azabından çekinip-korkun ki, (o gün hiç) bir çocuk da babası için bir şeyi verebilecek (durumda) değildir. Şüphesiz Allah’ın va’di haktır. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcı(lar) da sizi Allah ile aldatmasın.”
Baştan sona Kur’an-ı Kerim’de önümüze konuna gerçekler şudur:. Göklerin ve yerin Rabbi, yaratıcısı, sahibi ve maliki vardır, O da yüce Allah’tan başkası değildir. Allah’tan sakınıp korkmak, O’na karşı inkâr ve isyan içinde olmamak lazım. Bizi, hepimizi öyle zorlu bir gün beklemektedir ki, çocuk ve baba birbirlerine en ufak bir faydayı sağlayabilecek, içinde bulundukları durumdan, sıkıntıdan kurtulmalarına yarayacak bir fidye takdim edebilecek vaziyette olmayacaklardır. Herkes kendi derdine düşer. Dünyada yapıp ettikleriyle baş başa kalır ve yapıp ettiklerinin hesabını nasıl vereceğini düşünür. Böyle bir günde ne anne yavrusunu düşünebilir, ne baba çocuğunu veya evlat ebeveynini.
Hakikat budur, “hikmet”in bu hakikatle ilgisi vardır. Çünkü “hikmetin başı Allah korkusu”dur. “Korku”yu sadece maddi-fiziki korku (havf ve mehafe) olarak ele almamalı, bunun yanında takva olarak da anlamalı. Takva kalbin fiildir. Allah’ı zikreden, zikrettiği zaman kalbi titreyen, haşyetle dolup ürperenler hikmet ehli kimselerdir. Bu da hayli zor mücahede ve mücadeleleri gerektirir. Kişi iç düşmanlarını yenmedikçe hikmete ulaşamaz. Mücahede kalbi ayna gibi üzerindeki kir ve paslardan temizler. Varlıkta içkin bulunan hakikatleri üzerinde yansıtmasını mümkün kılar. Bu da bize gösteriyor ki, gerçek mütefekkirler ancak dinin evreninde ve kalbinde Allah korkusu, takva iksiri olanlardır.
İnsan çoğu zaman nefsinin istek ve tutkularına, gelenek ve eğitim yoluyla edindiği önyargılara, bilinçten yoksun alışkanlıklara, şahsi, zümrevî ve sınıfsal ya da milli çıkarlara yenilir. Bu konuda insanı şeytan dürter, inkârı ve günahı süslü gösterir, çekici-cazibeli hale getirir. Şeytan insana her yönden sokulur, değerler hiyerarşisini altüst eder, tersine çevirir. Kötülüğü iyilik, iyiliği kötülük gösterir, günahı estetize eder, sevdirir. Geriden yaklaşmak istediğinde ona zalim ve günahkâr atalarını sevdirir. Geçmişini, atalarını, tarihini, geçmişte kendisinin yaptıkları hata ve yanlışları yücelterek bir başkasına saldırgan davranmasını temin eder. İntikam duygularını körükleyerek sol taraftan yaklaşmayı dener. Önden yaklaşmak istediğinde temeli hayal olan süslü bir gelecek vaadinde bulunur. İnsanı harama, hukuk ihlallerine, hududu çiğnemeye sürükler. Onu ümitsizliğe sevkeder, böylece kişi Allah’ın rahmetinden ümidini keser yani artık Allah’ın kendisini unuttuğunu veya derdine çare bulamayacağını düşünmeye başlar vs. (7/A’raf, 16-17.)
Şeytan gerçek yüzünü göstermez, gizlenir, tuzağa düşen insan şeytanın var olmadığını veya şeytana kanmayıp fiillerini kendi akli melekelerini kullanarak yaptığını zanneder; böylelikle zaaf sahibi insana yanlış ve hatalı fiilleri makul hale getirir (rasyonalizasyon) , aklı suistimal eder, selim fıtratı tahrifata uğratır, vicdanı karartır. Hatta bazen “Allah’ın adını”, kullanır, dini referanslara başvurur, imanı, kutsal değer ve sembolleri öne çıkarır: “Size karşı Allah’ın adını kullanarak sizi Allah adına şirke ve zulme çağırarak aldatmasın.” Aldatıcı kılığına girmiş şeytan veya şeytan kılığına girmiş aldatıcı “Müslümanların milletinden gözükür ve onların dilini konuşur.”
a) İnsana sağından, solundan, altından, üstünden, önünden, arkasından yaklaşıp yanlışa sürükler. Bu durumlarda şeytan insana Allah’ın emrettiği iyiliği kullanarak sokulur. Kişi iyilik yapayım derken kötülük yapar, Şeytanın tuzağına düşer.
b) Şeytan Allah’ı taklit eder. Dini olanı dünyevileştirir, mesela cennetin yeryüzünde kurulabileceği vaadini ulaşılması gereken bir hedef olarak insanın önüne koyar. Dinin içini boşaltır; ibadetleri, dine ait güzel hatıraları gösteriye, ibadet ve menasikleri kuru seremonilere dönüştürür.
c) Dini ve dinin değerlerini suiistimal ve istismar eder. Siyasi, iktisadi, ticari veya sosyal çıkar elde etmek üzere, kendini dindar gösterir. Dini kisveye bürünür, din davası peşinde koştuğunu, bütün çabalarının dine hizmet olduğunu etrafa yayar. İnsanlar, ahlak ve dürüstlüğün, doğruluk ve adaletin temeli dindir diye, dindar görünümlü siyasilere, tüccara, şahıslara (dinbazlara) itibar eder.
d) Şeytan kendi varmığını inkâr ettirir. Özellikle pozitivist ve materyalist felsefeye inananlar Şeytan denen bir varlığın olmadığını iddia ederler. Şeytanı mutlu edecek ve rahatlatacak şey, onun varlığının inkâr edilmesidir, çünkü ev sahibinin kendisini fark edemeyeceğinden emin olan hırsız gibi, her istediğini rahatlıkla yapar.
e) Şeytan “Sen Müslümansın, Allah seni nasılsa affeder, Peygamber şefaat eder” diye telkinde bulunur. Elbette Allah dilediğini affeder ve O’nun izniyle Hz. Peygamber şefaat eder (2/Bakara, 255). Lakin Şeytan’ın maksadı mü’minin ayağını kaydırıp suç ve günahta (cürüm) ısrarcı tutmak, suç ve günahı teşvik etmektir. Böylece Müslüman, dinin temel hükümlerini çiğner, hak ve hukuk ihlal eder, zorbalık yapar, gaddarlaşır, aldatır, sömürür, fısk ve fücura düşer; kısacık ömründe imtihanı kaybeder.
Ali Nalbantoğlu
MİRATHABER.COM – YOUTUBE