Türkiye bir yandan milyonlarca Suriye ve Irak’lı göçmenin durumunu AB ile değerlendirirken bir yandan da Afgan mülteciler sınırımızda belirmeye başlıyor.
Avrupayla Birliği müzakerelerini yeniden başlatmak için düzenlenen Varna Zirvesi’nde Cumhurbaşkanı Erdoğan da AB komisyon ve konsey başkanları da göçmenler konusunu önemsediklerini yinelediler. Biz göçmenlerin Avrupa’ya geçmesine set çektiğimiz için AB’den bunun karşılığında sözünü verdiği Vize Serbestisini istiyoruz.
AB ise Türkiye’nin kapakları açmasından korkuyor. Bunu engellemek için her Bahar mevsiminde, tehlike döneminde Türkiye’ye bir şey verecekmiş sahte tavırlarına giriyor, her Bahar mevsiminde görüşmelerde umut telkin ediliyor, biz de acaba samimiler mi diyerek bu numaraya aldanıyoruz. Brüksel de göçmen mevsimini savuşturmuş oluyor.
Halbuki 1999 Helsinki Zirvesi’ndeki “kırmızı çizgilerinizi çiğneyip Güney Kıbrıs’ın üyeliğine izin verin kesinlikle sizi de alacağız” açık taahütlerini tutmayan Avrupa’nın daima sahte olduğu tescillenmiş konudur. Avrupa bir yandan bize rica minnet ederken bir yandan da bize muhtac kalmamak için kuruş parası kalmamış Yunanistan’a, Macaristan’a kale gibi sınır duvarları, kıyı denetim sistemleri kurduruyor. Yani bir süre sonra “yolla bakalım göçmenleri ne olacak” diyebileceğini hesaplıyor.
Suriye’li göçmenleri ülkede tutmamız karşılığı biz aferin beklerken bu arada sınırlarımızda yeni bir insan kütlesi belirdi: Afganlar. Son haftalarda İran’dan giren Afgan mülteci sayısı onbinleri aşarken gelen nüfus şimdiden geçen Baharki sayıların üç katını aştı.
Göçmenler İran’daki milyonlarca Afgan mülteci arasından geliyor. İran, Sovyetlerin Afganistan işgalinden bu yana kırk yıldır dört milyona yakın Afganlıya bakıyordu. Hem İran’daki ekonominin daha da bozulması hem de Afganistan’da durumun iyiye gitmemesi sonucu bu 30 milyonluk nüfustan büyük bir kitle, ekmek için Almanya yollarına düşmeye hazır.
İran bize karşı kapakları gevşetiyor mu? Suriye krizinde ve diğer konularda müzakereler devam ettiğinden İran’ın bunu aba altından sopa göstermesi olarak da algılamak mümkün. Nitekim biz bunu Avrupa’ya karşı müzakere kartı olarak kullanıyorsak, İran’ın da aynı şekilde bir yaklaşım sergileyebileceğini düşünmek aşırı olmaz.
Ümmet olarak acı durumumuz kuşkusuz bizden hiç farkı olmayan Suriye’li Müslüman kardeşimiz ve bacımızın, Afgan Müslüman kardeşimiz ve bacımızın halidir. Ümmet olarak yollarda açlıktan, pislikten, yorgunluktan, boğularak ölen çocuklar ve kadınlar konusunda omurgasızlığımız, adamsendeciliğimizdir. Bu felaketi taktik meseleler olarak, bir müzakere silahı olarak görecek kadar küçülmemizdir.
Göç konusunda karar alınır ve uygulanır. Kapılar açılır veya kapanır. Ama ilkelerden yoksun biçimde müzakere edilmez. Neticede biz kendi etimizin pazarlığını yapıyoruz. Bu zihniyetke yüz sene sonra kıtlıklarda bu insanları kesip donmuş et olarak satmayı önerenler çıkacaktır.
Korkunç olan durum ümmetimizin en kadim ve asli unsurları olan Suriye’nin, Afganistan’ın bizimle akraba Müslümanlarının yollara düşmesidir. Bunun mesuliyeti üzerimizdedir.
Biz ayak oyunlarına küçük vesveselere boğulmuş durumda esas hedefimiz olan İslam Birliğine, ortak İslam parasına, İslam ordusuna doğru ilerleme adımları atmazsak, işgalci orduları içimizden kusmazsak, bugün yollarda Suriyeli ve Afganlar varsa, yarın Türk ve İran’lılar olacaktır.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi