Yasak olan ağaca meyletmekle başladı sınavı insanlığın. Oysa bambaşka hikâyesi olacaktı belki de. Nefse ve şeytana uymanın karşılığını kıyamete kadar sürecek sürgünle yaşıyor insanlık. Böyle diyerek ilk insan ve ilk uyarıcı Hz. Âdem’i suçlamak hadsizliğinde bulunmak aklımızın ucundan bile geçmez. Bir de zaten Rahman ve Rahim olan Allah’ın emriyle peygamberler, tarih boyunca bir resmigeçit düzenlediler; insanlar sınavlarını kazasız belasız geçsinler diye. Ancak onlar durmadılar, dinlemediler elçileri. Üstelik dinlemedikleri gibi kimini vahşice öldürdüler, kiminin ilettiği vahyi tahrif ettiler. Dünyada yaşama kılavuzları tahrif edilmiş insanlar, yaratılışlarındaki çamurun çağrısına uyarak hakikati gizlemek ve bu çağrı için savaşmak gibi bir ahmaklığa düştüler. Yasak olan ağaç(lar)a meyletmek artarak sürüyor.
Son elçi (a.s) gelince savaş daha da kızıştı. Kendilerine çokça uyarıcı gelen Yahudiler ve Hristiyanlar, son elçinin de kendilerinin içinden çıkmasını beklediklerinden onun evrensel mesajına muhalefet edip onunla savaşmaya başladılar. Özellikle de Yahudiler onu kabullenemediler. Son peygamberi asla benimsemediler, ona tabi olmaktan kaçındılar. Tarih boyunca, üstelik pek çok hususta iyi anlaştıkları Hristiyanlarca oradan oraya sürülmelerine, öldürülmelerine rağmen onların düşmanlığı sadece Müslümanlaraydı. Buna rağmen her seferinde Müslümanların merhameti onları kuşattı. Ancak onlar, yine de Hristiyanlarla birlik olarak Müslümanlara ihanet ettiler ve fırsatını bulur bulmaz da onları öldürmekten çekinmediler. Genlerinde bulunduğuna inandıkları ve kendilerine bahşedilmiş ilahi bir lütuf olduğunu iddia ettikleri üstün millet ve arzı mev’ud masalının arkasına sığınarak herkesi kendilerinin hizmetkârı olarak gördüler. Ne gariptir ki pek çok insan da onların bu masalına hem inandılar hem de destek verdiler. Küfür tek millettir, gerçeğini daima gösterdiler de biz o gerçeği sık sık unuttuk. Müslümanlar kardeştir, ilkesi ise bir slogan olmaktan öteye geçmedi, geçmiyor. Kardeşlik maalesef aynı dernek, vakıf, tarikat, vakıf, sivil toplum örgütü üyeleri arasında geçerli olacak şekilde güncellenmiş. Diğer coğrafyalar zaten bizim ilgi alanlarımıza çoğu zaman girmez. Zaman zaman bu duruma karşı çıkanlar da kısık sesler olmaktan öteye geçememektedir. Çok mu suçlayıcı ve karamsar cümleler kuruyorum? Çok suçlayıcı ve karamsar cümleler mi kuruyorum? Karar okurun.
İşte tam da şimdi belki tarihin kırılma noktası sayılabilecek bir süreçten geçiyoruz. Cahit Zarifoğlu’nun ‘’ Kudüs bir sınav kâğıdı/ Her mümin kulun önünde.’’ sözleri tam da bu kırılma üzerine söylenebilecek en can alıcı ifadelerdir. Çünkü Müslümanların ilk kıblesinin, Mescidi Aksa’nın murabıtları olan Filistinli Müslümanlar, bir soykırımla karşı karşıya değil, bizatihi ona maruz kalıyorlar. Dünyanın gözü önünde masum çocuklar, kadınlar, yaşlılar vahşice öldürülüyor. Gazze ve diğer Filistin şehirleri masumlar mezarlığına dönmüş durumda. Bu süreçte bizim duruşumuz önemli. Ya bu sınavda başarılı olacağız ya da… Cümleyi tamamlamak istemiyorum. Umudumu korumak istiyorum. Kardeşlik ilkesinin amasız, fakatsız harekete geçeceğine inanıyorum. Bunun kıvılcımlarını görüyorum. Bu süreçte yapmamız gerekenler içinde en çok dillendirilen davranış, Yahudi mallarına boykottur. Ancak bu boykot, indirimler yapılana ya da sözde bir barış sağlanana kadar değil ömür boyu sürmeli. Hadi bir sloganı buna uyarlayayım: Pazara kadar değil mezara kadar boykot!
Bu sınavda tutumları en çok merak edilenler ise milyonlarca petro-dolarları dünyanın beş büyük ligi olarak adlandırılan ülkelerdeki futbol kulüplerini ya da Siyonist zihniyete hizmet ettiği bilinen markaların hisselerini satın almada kullanan zengin Müslümanlardır. Onların hangi ticareti bir masum çocuğun hayatından daha kıymetlidir? Onların küresel Siyonist çeteden ne farkları olacaktır? Sadece kınamak zulmün son bulmasına yetecek mi? Onların da vatandaşların başlattığı boykota kendi ticari büyüklükleri oranında katkı sunmaları gerekmez mi? Uluslararası antlaşmaların canı cehenneme, diyecek yiğitler yok mu? Onlar kaliteli mal üretiyorlar da bizim kaliteli mal üretme sorumluluğumuz yok mu? Niçin tüketici onların ürünlerini almaya mecbur bırakılıyor? Algı savaşında niçin hep kaybeden taraf biz oluyoruz?
Yine söylüyorum, bir kırılma noktasındayız. Bu kırılma noktasında bir vücudun azaları gibi olacağız, her birimizin diğerine ihtiyacımızın olduğu bilincine varacağız. Bir tarağın dişleri gibi eşit olduğumuzu kavrayacak ve takva yarışı içinde olacağız. Aksi halde emperyalist küresel oyun kurucular, bizleri parmaklarında oynatmaya devam edecek. Şimdi ilk yapmamız gereken de Kudüs sınav kâğıdından geçer not almaktır. Sonra, diğer sınavları da birer birer geçmek için çalışmaya devam edelim.
EYYUP YÜKSEL