Sinema, neredeyse iki asırlık bir sanat olarak dünyanın gündeminde yerini almış kültür ve eğlence etkinliği. Sesiz olduğu dönemlerde bile etkisi ciddi bir şekilde hissedilen bu sanat, iletişim sosyolojisi alanında da büyük değişikliklere yol açmış ve giderek dünya görüşü ve ideolojilerin kendini ifade etme vasıtası olarak kullanılmıştır.
Siyasi ve ideolojik fikirlerin, kendi fikir ve dünya görüşlerini sanat ve edebiyatı yoluyla iletmesi, çok da anormal karşılanmamalı. Çünkü her yeni fikir ve hareket, hayat ve insanın beklentilerine cevap verirken, onu duygusal ve heyecan verici bir biçime sokma ihtiyacıyla daha derinden ve insan kitlelerine ulaştırma kaygısını taşımaktadır.
Elbetteki bir dinin, düşünenin ve medeniyetin insanı da bu vasıtaları kullanarak fikir ve mesajlarını insanlarına ve hatta bazan bütün insanlığa sunmak mecburiyetini hissetmektedir. Çünkü düşünce ve dünya görüşleri arasında, asırlardan beri doğru ile yanlışın mücadelesi hüküm sürmektedir.
Türkiye’de sinema, diğer edebi ürünler gibi batı’ının etkinliği ve batıcı kadroların tercihi ile yerli dinamikleri üzerinde ve tarihi gerçekliği içinde gelişme imkanı bulamadı. Bir grup batı yanlısı ve hayranının istek ve tercihiyle belli konu ve anlayışları toplumun yaşayışını değiştirmek amacına yönlendirildi. Tekniği ve çalışma sistemi ile yerli olamadı. Bir Türk filminde torunun kovboy elbisesi veya roma askeri kıyafetlerini giyerek dedesiyle oynaması ve dedesinin de bu kıyafetlere ses çıkarmaması, hangi toplumsal ve tarihi gerçeğin, Türk sinemasına yansıdığını açıklamak imkansız gibidir.
Bu yüzden 1970’lerde dile getirilen Yücel Çakmaklı, Haşit Refiğ, Metin Erksan, Salih Diriklik, Mesut Uçakan gibi sinema sanatçıları tarafından yazılı, sözlü ve sinema ismiyle sunulan “Milli ve Yerli Sinema” çıkışı, böyle bir ihtiyacın sonucu idi.
Fakat ne yazık ki, çeşitli sebeplerin ve engellerin sonucu bu hareket hedefine tam olarak ulaşamadı. Bir iki yıldır, tarihi şahsiyetler ve gönül insanları çerçevesinde yapılan birkaç dizi filmin, sadece Türkiye’de değil Arap ve Balkan dünyasında ortaya çıkan ilgisi, sinema sanatının toplumsal ve değerler alanındaki eksikliğini yeniden meydana çıkarmıştır.
Burada asıl dikkatleri çekmek istediğim konu, yabancı film ve çığırından çıkan yerli filmler ile insan ve toplum dokusunun hissettirilmeden değiştirilmesi ve insanımızın kendi tarihine, değerlerine yabacılaştırılmasıdır.
Kültür ve medeniyet, toplumlar için en itibarlı ve özendirici çalışmalardır. Toplumun, asırların içinden devşirdiği ve test edilmiş yaşama alışkanlıklarıdır. Bu değerlendirmeye kimse itiraz edemez. Fakat, böyle değerli bir dünyayı hayattan uzaklaştıran ve hiçbir pratik manası ve dayanağı olmayan düşünce ve alışkanlıkları binlerce defa sinemada çocuklarımıza sunarak onları kendine benzeten film ve gösterileri nasıl değerlendireceğiz?..
Asırların uygulaması içinde benimseyip, hayatımızı ona göre düzenlediğimiz değer ve yaşama sistemimizi, bu hayali kurgulara feda mı edeceğiz?Üstelik bu gibi düşünce ve alışkanlıklar hergün hayatımızdan güzel bir davranışı ve alışkanlığı yok ederken..
Kültür, sadece “muhafaza” edilen bir yaşama pratiği olmayıp, sürekli olaylar ile belli bir düşünce ve anlayışı, toplum insanına sunma ve onunla hayatı değerlendirme etkinliğidir.
Halbuki insanımız, yüzbinlerce defa; batı’nın hastalıklı mantığı ile kurgulanmış; hayali ve hatta sapık görüş ve düşünceleri dile getiren filmleri seyrederek kendini ve geleceğini bir manada yeniden değerlendirmektedir. Üstelik kendi tarih, sanat ve edebiyatı ile hiçbir bağlantısı ve benzerliği olmayan bir dünya, farkında olmadan zihin ve ruh dünyalarını allak-bulllak etmektedir..
Olayı idari sorumluluk yönü bir yana, yaşadığı medeniyetin insanı olduğunu söyleyen sosyal bilimci, edebiyatçı ve sanatçıların kendi dünyalarını ayakta tutmak ve doğru değerlere dayandığını göstermek adına yapacağı çok şey olacağını düşünüyorum.
Hükümetin yetkili kişilerinin tarih, kültür ve gelenek gibi değerleri önemle dile getirdiği günlerde, sinema endüstrisinin “yanlı” ve ” karakter aşılayıcı” filmlerine karşı, kendi değer ve yaşama felsefemizi konu alan sanat çalışmalarının başlatılması hayati bir ihtiyaçtır.
Hiçbir doğru ve faydalı gelecek sunmayan; hortlaklar, vampirler, katiller, yaratıklar ve binbir garip düşünceleri empoze eden yabancı filmler furyasının önüne geçilmezse, doğruların yerini yanlışların almakta olduğundan şüphe etmeyelim. Türk filmlerinin de, toplumu tahrip edici konulardan el çekmesi gerekmektedir. Zaten ikiyüz yıllık batıya benzeme hayatımız da, bu gerçeği doğrulamıyor mu?
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi
Rio’da uzlaşma için görüş birliği sağlanamadı. Toplantı sonrası Rio’da başarısız bir darbe girişimi oldu. Dünyayı…
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…