<>.theiaStickySidebar:after {content: ""; display: table; clear: both;}
islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
38,1008
EURO
43,4851
ALTIN
4.076,20
BIST
9.317,24
DOLAR
38,1008
EURO
43,4851
ALTIN
4.076,20
BIST
9.317,24
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
22°C
İstanbul
22°C
Az Bulutlu
Pazartesi Parçalı Bulutlu
21°C
Salı Az Bulutlu
17°C
Çarşamba Hafif Yağmurlu
16°C
Perşembe Parçalı Bulutlu
19°C

SIRÂT-I MÜSTAKÎMDE OLMAK YA DA OLMAMAK

SIRÂT-I MÜSTAKÎMDE OLMAK YA DA OLMAMAK
01/03/2025 09:27
A+
A-

“Sırât-ı müstakim” ne demek?  Diye bir soru sorulacak olsa, günde 40 defa “Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.”[1]  diyerek  Allah’a  niyazda bulunan Müslümanlardan  acaba yüzde kaçı, Kur’an’a göre bir cevap verebilecektir?  Muhtemeldir ki bu soruya herkesin bir cevabı olacaktır, fakat  istisnalar hariç, çoğu kişinin Kur’an’ın bu soruya  verdiği cevap konusunda yeterli bir bilgiye  sahip olamadığı da  görülecektir.

Kur’an, “Apaçık, dosdoğru ve hak yol” anlamına gelen “sırât-ı müstakîm”i  şöyle açıklar:

Göklerde ve yerde olan her şeyin kendisine ait olduğu Allah’ın yolu.”[2] 

“Peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve salihlerin yolu.”[3] 

“Şüphesiz Allah; benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse artık O’na kulluk edin. İşte en doğru yol budur.”[4] 

“Allah katında din, İslâm’dır.”[5]

Hz. Peygamber de  sırat-ı  müstakimi  Kur’an olarak açıklar. Hz. Ali’nin naklettiği bir hadise göre Resûl-i Ekrem, ashabını ileride zuhur edecek bazı fitneler konusunda uyarmış, bu fitnelerden korunmak için ne yapılması gerektiğinin sorulması üzerine, “Çare Allah’ın kitabı Kur’an’dır. Onda sizden önce gelip geçenlerin ve sizden sonra geleceklerin haberleri vardır” dedikten sonra Kur’an’ın üstünlüklerini şöyle sıralamıştır:  “O sağlam bir bağdır, hikmetli bir öğüttür; insanlar arasında doğabilecek anlaşmazlıklar için hükümler ihtiva etmektedir. O saçma sapan bir söz değil hak ile bâtılı ayıran ciddi bir kitaptır. Allah onu terk eden zorbaları perişan eder; hidayeti onun dışında arayanları sapıklığa düşürür. O sırât-ı müstakîmdir; ona uyanların arzuları haktan sapmaz, dilleri sürçmez. Âlimler ona doymaz. Onu reddedenlerin çok olması değerini eksiltmez; onun üstünlükleri bitmez. Onunla konuşan doğruyu konuşmuştur; onunla amel eden kazanmıştır; onunla hükmeden adaleti gerçekleştirmiştir; ona davet eden doğru yolu bulmuştur [6]  der.

Müslümanlar için sırat-ı müstakimin  Kur’an olmasında bir sorun yoktur, ama  Kur’an’ın anlaşılmasında ve hayata yansıtılmasında ciddî  sorunların  bulunduğu  da  bir   gerçektir. Bu  sorunların başında da  dinî anlayış ve yorumlarının  din gibi algılanması ve İslâm’la özdeşleştirilmesi gelmektedir. Bundan daha da önemlisi bu sorunların gittikçe derinleşmesi, yaygınlaşması ve tefrikaya dönüşme  potansiyeline sahip olmasıdır.  Farklı din anlayışlarına ve yorumlarına  sahip  bazı kişilerin, dini kendileri gibi anlamayan ve yorumlamayanları “dindar” olarak görmemeleri, hatta “tekfir” etmeleri de bu sorunun ciddiyetini göstermektedir.  Nitekim  günümüzde  İslâm’ın, “Kur’an’daki din”; “uydurulan din”; “uydurulmuş din”;  “ısmarlanan din”; “hangi İslam” ve “gerçek İslam” şeklinde kategorize edilmesi de bu anlayışın bir yansımasıdır. Daha da kötüsü  bazı cemaat ve  gruplar içinde oluşan yöntem farklılıklarının, fikir ve düşünce  ayrılıklarına sebep olması, zamanla derinleşmesi ve tefrikaya dönüşmesidir. En fazla müntesibi bulunan  Ehl-i Sünnet’te  bile İslâm’ı anlama konusunda biri  akılcı ve içtihatçı Hanefî-Mâtürîdî çizgisi; diğeri de taklitçi, selefî, nakilci, şifahî kültüre bağlı Ahmed b. Hanbel, Eş’arî  ve sûfî çizgisi olmak üzere iki farklı Müslümanlık anlayışı bulunmaktadır.  Zaman zaman bu iki Müslümanlık anlayışına sahip  bazı kişilerin,  tefrikaya varacak  ölçüde fikir ve düşünce ayrılıklarına düştükleri de    bir vakıadır. Buna bir de günümüzde yaygınlık kazanan, ya da kazandırılmaya çalışılan ezoterik din anlayışlarını dahil ettiğimizde, Müslümanlık anlayışlarımızın hiç de iç açıcı bir görünüm arz etmediği görülmektedir.

Dinin ne olduğu veya ne olmadığı konusunda genel  bir ittifak olmadığı için dinden olmayan veya dine uygun görülmeyen  birçok bilgi ve rivayetin de din gibi algılandığı; bu nedenle de dinden olan ile olmayan veya dine uygun görülmeyen bilgilerin birbirine karıştırıldığı; bunun bir sonucu olarak da Müslümanların, gelenekçilik ile geleneksizlik, entegrizm ile modernizm arasında sıkışıp kaldığı anlaşılıyor. Dolayısıyla yaşanılan dinî hayat ile Kur’an’ın önerdiği dinî hayat, birbiriyle tam örtüşmüyor, hatta birçok konuda çatıştığı da müşahede ediliyor. Kur’an’ın ruhuna ve özüne uygun bir hayat anlayışı nasıl olabilir veya nasıl olmalıdır? Sorularına,  maalesef herkesin veya çoğunluğun onaylayacağı bir cevap da bulunmuyor/bulunamıyor.

Kur’an,  insanlara inanmayı,  ibadet etmeyi , haramlardan uzaklaşmayı, dürüst,  adil ve merhametli olmayı, paylaşmayı, üretimde bulunmayı, çevreyi korumayı, kısaca bütün insanî değerlere sahip olmayı, emretmektedir.  Dolayısıyla da her Müslümanlardan, hayatının her alanında ve yaptığı  bütün işlerde haddi aşmamasını, ifrat ve tefrite düşmemesini; Allah ile, insanlar ile ve eşya ile olan ilişkilerindeki dengeyi  bozmamasını  istemektedir. Bu sebeple Hz. Peygamber’in, Dinde aşırılıktan sakının. Sizden öncekileri, dindeki aşırılıkları helâk etmiştir!”[7];“Din işlerinde aşırı gidenler yok olmuştur”[8]  diyerek  ümmetini  uyarmasına rağmen,  kimi Müslümanın  bu sese kulak vermeyerek  sırat-ı müştekimden uzaklaşarak ifrat ve tefrite dalması, ayrıca üzerinde  düşünülmesi gereken  ciddî bir sorundur.  Ancak  sırat-ı müstakime uygun bir hayat yaşama, o kadar kolay değildir, zira kendine özgü  bazı zorlukları bulunmakta ve bu zorlukların  da insanların  hem anlayış ve kavrayış farklılıklarından, hem de  Kur’an’ın önerdiği hayat tarzının doğru anlaşılıp anlaşılamamasından kaynaklandığı  görülmektedir. Mesela Hz. Peygamber’in “Sevdiğin kimseyi ölçülü sev; olur ki bir gün o, senin buğzettiğin / sevmediğin kimse oluverir. Buna mukabil, kin beslediğin kimseye de ölçülü buğzet, olur ki bir gün o, senin sevdiğin kimse oluverir[9] demesine rağmen, pek çok Müslüman’ın bu tavsiyeye uymayarak aşırılığı ifade eden aşkı, nefreti, kini ve düşmanlığı hayatının merkezine yerleştirmesi, buna bir örnek teşkil etmektedir.  Bu nedenle kimi Müslümanın, Kur’an’ın ve  Hz. Peygamber’in  verdiği bu mesajları dikkate almadığı; Allah’ın buyruklarını kompartımanlaştırarak dengesiz bir hayat yaşadığı; kimi Müslümanın, ibadetlerini yerine getirdi mi, ahlakî ve insanî değerleri yaşamasa da kendini dindar saydığı; kimi Müslümanın da helal-haram demeden kazandığı paraları, hayır kurumlarına bağışlamayı, öğrencilere burs vermeyi dindarlık ölçütü olarak gördüğü; dinin bütün kurallarını değil de belli kurallarını yerine getirmekle, diğer sorumluluklarından kurtulabileceğini sanıyor.   Dolayısıyla böyle  dengesiz dinî  bir hayat tarzının da toplumda eleştirilere sebep olduğu; dinden özgürleşmeye ve sekülerleşmeye zemin hazırladığı, hatta ateist ve deist düşüncelere  kapı araladığı görülüyor. Oysa sınıfı geçmek için bütün derslerden nasıl yüz puan üzerinden elli  puan almak gerekiyorsa, bir Müslüman’ın da hayatı boyunca yapmakla yükümlü olduğu kulluk, insanlık ve halifelik görevlerinin  her birinden asgari düzeyde geçer not alması ve  bu konuda çaba göstermesi  icap ediyor. Çünkü Kur’an, insan hayatını bir bütün olarak ele alıyor ve ondan kurallı, ilkeli ve dengeli bir hayat yaşamasını istiyor ve  bunun için de ona şu  tavsiyede bulunuyor:

“Kim doğru yolu seçerse, kendisi için seçmiş olur; kim de doğru yoldan saparsa, kendi aleyhine sapmış olur. Hiçbir kimse başkasının günah yükünü taşımaz.” [10] 

“De ki, ‘Eğer ben doğru yoldan sapmışsam, yalnızca kendimi saptırmış olurum. Yok, eğer doğru yolu bulmuşsam, ancak Rabbimin bana vahy ettiği ile doğru yolu bulmuşumdur. O her şeyi işiten ve her şeye yakın olandır.”[11]         

“Sana indirilene sımsıkı sarıl ki emrolunduğun gibi doğru yolda olmuş olursun.” [12]             

Prof. Dr. Celal Kırca     

MİRATHABER.COM  -YOUTUBE- 

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

 

[1] Fatiha,1/6-7.

[2] Şura, 42/53.

[3] Nisa, 4/69.

[4] Ali imran 51.

[5] Al-i İmrân, 3/19

[6] Tirmizî, “S̱evâbü’l-Ḳurʾân”, 14; Dârimî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 1).

[7] Nesâî, Hac, 217.

[8] Müslim, İlim, 4.

[9] Tirmizî, Bir, 60.

[10] İsrâ, 17/15.

[11] Sebe,34/ 50.

[12] Zuhruf  43/43

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar
  1. Faruk dedi ki:

    Iktisada uygun davranan fakirlik görmez misâli,İstikâmetini doğruluk üzere seçen ve doğruluk üzere gitme niyetini yakalayan gayretini devam ettiren sıratı müstakim üzere olacaktır.Elinize kaleminize sağlık değerli hocam saygılar hürmetler hayırlı ramazanlar sade ve isabetli ders verici yazılarınızın devamını diliyorum.

  2. Ali EKŞİ dedi ki:

    Kaleminize gönlünüze bereket kıymetli hocam. Çok güzel özetlediniz konuyu. Maalesef günümüz insanının en büyük handikapı ifrat tefrit arasında gidip gelmesi. Bir yakınım vardı komünist ateist biriydi. Sonra dayısının vefatından çok etkilendi islâmi seçti inançlı biri oldu bazı gruplarla temas halinde oldu. Bana çok kızıyordu cuma namazı niye kılıyorum diye.düzenin uşağısin bu düzende cuma kılmak kâfir düzene hizmettir diyordu. Vergi vermek küfre hizmettir diyordu. Ömrü hayatında bir vakit namaz kilmadi hidayete erince cumayı terk etti teheccüde kalkiyor ama cuma kılmıyor. Çok sonra değişti gerçi.
    Bazıları sıratı mustakimi dar patika bir yol saniyor. Allah in serbest bıraktığı ufuk açtığı sıratı mustakim caddesine barikatler koyup insanlara engel çıkartıyor haşa Allah a din öğretiyorlar. Sonsuz olan Allah in rahmetini belli bir kaç gruba indirgiyorlar..siz bizi bu yazinizla tenvir ettiniz azîz hocam mustefid olduk Allah razı olsun. Sizin ve kıymetli okuyucularinizin ramazanıni tebrik ediyorum.

  3. Emine KIRCA dedi ki:

    Kıymetli Amcacığım, emeğinize ve kaleminize sağlık öncelikle… Çokça önem arzeden bir konuya dokunmuşsunuz. İnsanoğlu doğru yolu bulma ve inanma konusunda günümüze kadar epey çaba sarfetti. Geldiğimiz noktada insanoğlu bütüncül bir din anlayışı geliştirememişlerse, bunun nedeni dünya hayatına fazlaca meyletmek ve insanın nefsine çokça uymasıdır. Aslında kaçıştır bu durum bana göre… Pek ala Kur’an apaçık insanlara doğru yolu göstermektedir ve rehberdir. İman ve ibadetler; ayetler, parça parça işimize geldiği gibi algılanmamalıdır. Mezheplerin ortaya çıkarılması ve cemaatlerin sayıca çok fazla olması da insanların Kur’an ayet ve surelerini farklı farklı algılamasından kaynaklıdır. Bu durum da insanları sırat-ı müstakimden uzaklaştırmaktadır.

  4. Mürsel Gündoğdu dedi ki:

    Allah Teala bizleri Sırat-ı Müstakim’den ayırmasın.
    Celal Hocamızın ilmine bereket. Sırat-ı Müstakim’in Kur’an ve İslam’ın aydınlık yolu olduğunu çok güzel izah ediyor. Kur’an’ın insan hayatını bir bütün olarak ele aldığını ve insanoğlundan kurallı, ilkeli ve dengeli bir hayat yaşamasını istediğini çarpıcı örneklerle açıklıyor.

    Bunun için misal verdiği İsra Suresi 15. Ayet-i Kerime ise her şeyi özetler mahiyette;

    “Kim doğru yolu seçerse, kendisi için seçmiş olur; kim de doğru yoldan saparsa, kendi aleyhine sapmış olur. Hiçbir kimse başkasının günah yükünü taşımaz.”

    Kaleminize sağlık hocam. Allah kaleminizi bereketlendirsin.